İmam Ali’nin Dilinden Tevhid

İmam Ali’nin Dilinden Tevhid yazımızda İmam Ali’nin Kufe mescidindeki tevhid hutbesini sizlerle paylaşacağız.

Heysem b. Abdullah er-Rummani, İmam Ali Rıza’nın babalarından, onlar da İmam Hüseyin’den Emirü’l Mümin İmam Ali’nin Kufe mescidinde şöyle bir hutbe okuduğunu rivayet eder:

“Hamd Allah’a mahsustur. Ne kendisi bir şeyden olmuş, ne de olan şeyleri bir şeyden oluşturmuştur. Eşyaların sonradan yaratılmışlığını kendi önceliğine tanık kılmıştır. Şeylere yerleştirdiği acizliği kudretinin göstergesi yapmıştır. Onların fenasını ise kendi bekasına delil kılmıştır. Hiçbir mekân O’nun dışında değildir ki O’nun için “Neredelik” düşünülsün. O’nun bir benzeri yoktur ki nitelikle vasıf edilsin. Hiçbir şey O’nun ilminden gizli değil ki bir düşünceyle tanınabilsin. O, tüm özelliklerde bütün yaratıklarından farklıdır. Yaratıklarının zatına yerleştirdiği değişimden dolayı zatının idrak edilmesi mümkün değildir. Ululuk, azamet ve büyüklüğünden dolayı her türlü değişimin dışındadır. Zeki, mahir ve keskin anlayış sahiplerinin O’nu sınırlamaları haramdır. İnce ve derin düşünürlerin O’nu biçimlendirmeleri yasaktır. Görüş okyanusunun dalgıçlarının O’nu tasvir etmeleri de imkânsızdır. Mekânlar, azametinden dolayı O’nu kapsayamazlar. Ölüler, celâlinden dolayı O’nu ölçemezler. Mikyaslar, ululuğundan dolayı O’nu ölçüp biçemezler.

Vehimlerin O’nun künhüne varması, kavrayışların O’nu kavraması, zihinlerin O’na örnek getirmesi imkânsızdır. Yüce akıllar, O’nun vücudunu kuşatarak keşfetmekten ümitsizdirler. Uçsuz bucaksız ilim deryaları, O’nun künhünün hakikatine işaret etmede kurudurlar. O’nun kudretini vasıf etmeye kalkışan en zarif düşünceli insanlar, aciz ve zelil bir şekilde geriye dönmüşlerdir. O birdir, ama birliği sayısal değildir. Daimidir, ama daimîliği zamansal değildir. Kaimdir, ama kaimliği sütunlarla değildir. O cins değildir ki cinsler, onun eşi olabilsinler. O karartı değildir ki karartılar O’na benzemiş olabilsinler. O, eşyalar gibi değildir ki bu vesileyle vasıflandırılabilsin. Akıllar, O’nu idrak etmenin akım dalgalarında sapmışlardır.

Düşünceler O’nun ezelîliğinin niteliğini kavramakta şaşkındırlar. İdrakler O’nun kudretinin vasfını anlamakta mahsurdur. Zihinler O’nun melekûtunun engin feleklerinde gark olmuştur. O, bütün nimetlere kadirdir; ululuğuyla güçlüdür; her şeyin sahibidir. Ne devran O’nu yıpratır, ne zaman O’nu eksiltir ve ne de vasıf O’nu kuşatabilir (belirleyebilir). Sabit ve sert varlıklar kökü ve esasında O’nun için boyun eğmiştir. Sağlam kale ve dağlar, en yüksek zirveye sahip olmalarına rağmen O’nun için boyun eğmiş durumdadır. Bütün mahlûkatı kendi Rabliğine şahit, onların acizliğini kendi kudretine delil, hadisliğini kendi kıdemliğine tanık ve zevalini de kendi bekasına gösterge kılmıştır.

Varlıklar O’nun emrinden kaçıp kurtulamaz, O’nun kuşatma gücünden dışarı çıkamaz, O’nun saymasından (divan nizamından) kendilerini saklayamaz ve O’nun kendileri üzerindeki kudretinden kaçınamazlar. Hilkat, nizam ve sağlamlığı bir nişane, tabiat terkipleri bir delâlet, âlemdeki yıpranma ve yok olma kadimliğine bir delil ve sanatının sağlamlığı ve hikmeti ise, ibret olarak yeterlidir. O’nun için belirlenmiş bir sınır, örnek verilebilecek bir misil ve O’ndan saklı tutulmuş hiçbir şey yoktur.

Allah Teâlâ örnek verilmekten ve mahlûkların sıfatından çok üstün ve yücedir. O’nun Rabliğine iman ederek inkârcılarına da karşı çıkarak O’ndan başka ilâhın olmadığına şehadet ederim. Muhammed’in O’nun kulu ve resûlü olduğuna, O’nu (Peygamberimizi) en hayırlı yerde karar kıldığına, en değerli soy ve en temiz rahîmlerden naklettiğine, en asil kaynaktan (soydan), en üstün kökten, en değerli nesilden peygamberlerini yarattığına ve eminlerini de O’ndan seçtiği şecereden halkettiğine şehadet ederim. Öyle bir şecere ki ağacı tertemiz, sütunu dümdüz, gövdesi yüksek, dalları yemyeşil ve parlak, meyveleri olgunlaşmış ve tatlı, içi ise kerametle doludur. O soy ağacı kerametli bir mekâna ekildi, kutsal haremde yeşerdi, orada yayıldı ve meyve verdi, orada aziz ve güçlü oldu, derken büyüdükçe büyüdü.

Öyle bir hadde ulaştı ki, Allah onu Ruh’ul Emin ile (Cebrâil) şereflendirdi. Açık bir nur ve yazılı bir kitapla iftiharlandırdı. Burak’ı O’nun emrine verdi ve melekler onunla el sıkıştılar. Allah Teâlâ şeytanları O’nun vesilesiyle korkuttu, putları ve sahte ilâhları onun vesilesiyle yok etti. Onun sünneti rüşt, siyeri adalet, hükmü ise haktır. Rabbinin ona emrettiği şeyi açıkça söyledi ve ulaştırmakla görevli olduğu mesajı iletti. Öyle ki, halkı açıkça tevhide davet etti ve “Lâ ilahe illallah, vahdehu lâ şerike leh” (Allah’tan başka ilah yoktur, O tektir ve şeriki yoktur) şiarını halk arasında yaygınlaştırdı. Öyle ki, vahdaniyeti Allah’a halis kıldı ve rububiyeti O’nun için sâf etti. Derken Allah Teâlâ tevhid ile O’nun delilini aşikâr etti. İslâm ile O’nun derecesini yüceltti ve Allah Teâlâ kendi katındaki rahmet ve makamı O’nun için seçti. Allah’ın peygamberlerine gönderdiği selâm sayısınca ona ve pak Ehl-i Beyt’ine selam olsun.”

Kaynak: Tevhid, Muhammed b. Babaveyh, Tevhid ve Teşbihin Nefyi Babı.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir