İmam Sadık’ın Dilinden Tevhid

İmam Sadık’ın Dilinden Tevhid; Hişam b. Hakem rivayet ediyor:

Mısır’da bir ateist vardı. Bu adam, İmam Cafer Sadık’ın bazı sözlerini duymuştu. Onunla tartışmak için Medine’ye geldi. Fakat ora­da İmam’ı göremedi. Ona İmam Mekke’ye gitti, dediler. O da İmam’ın peşinden Mek­ke’ye geldi. Biz İmam Cafer Sadık ile beraberdik. Adam bizimle karşılaştı. Biz de İmam Cafer Sadık ile birlikte Kâbe’yi tavaf ediyorduk. Adamın adı Abdulmelik, künyesi de Ebu Abdullah’tı. Adam, omzunu Ebu Abdullah’ın omzuna dokundurdu.

İmam Cafer Sadık ona: “Adın nedir?” diye sordu.

Ateist: “Adım, Abdulmelik’tir (Hükümdarın kulu).” dedi.

İmam: “Peki, senin künyen nedir?” diye sordu.

Adam: “Ebu Abdullah (Allah’ın kulunun babasıdır.)” dedi.

İmam Sadık ona dedi ki: “Senin kulun olduğun bu hükümdar kimdir? Yeryüzündeki bir hükümdar mı yoksa gökteki bir hükümdar mı? Söyle bakayım, senin oğlun, gökteki ilâhın mı kuludur yoksa yerdeki bir ilâhın mı? İstediğini söyle, anın­da cevabını alırsın, bütün görüşlerin çürütülür.” dedi.           

Hişam b. Hakem Ateist adama dedim ki: “Niçin cevap vermiyorsun?”

Ateist dedi ki: “Onun huzurunda izni olmadan konuşmak çirkin kaçar.”

Ebu Abdullah dedi ki: “Tavafı tamamladığımız zaman yanımıza gel.”

İmam Sadık’ın Dilinden Tevhid; İmam Sadık ve Mısırlı Ateistin İlk Tanışması

İmam Sadık tavafı bitirince ateist yanına geldi. İmam’ın karşısına oturdu. Hepimiz onun yanında toplanmış bulunuyorduk.

İmam Cafer Sadık ateiste sordu: “Sen, yerin altının ve üstünün olduğunu biliyor musun?”

Adam: “Evet.” dedi.

İmam Sadık: “Peki, yerin altına girdin mi?” diye sordu.

Adam: “Hayır.” dedi.

İmam: “Öyleyse yerin altında ne olduğunu nereden biliyorsun?” dedi.

Adam: “Bilmiyorum; ama yerin altında bir şey olmadığını zannediyorum.” dedi.     

İmam Sadık: “Zan, kesin bilgi sahibi olunamayan bir mesele­de çaresizliğin göstergesidir.” dedi.

Sonra şunu söyledi: “Peki, göğe çıktın mı?”                            

Adam: “Hayır.” dedi.

İmam, “Orada ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu.

Adam: “Hayır.” dedi.

İmam Sadık’ın Dilinden Tevhid; İmam Sadık’tan Ateiste Cevap

Bunun üzerine İmam şöyle buyurdu: “Sana hayret ediyorum! Doğuya gitme­mişsin, batıya ulaşmamışsın, yere inmemişsin, göğe çıkmamışsın, göğün sınırlarını aşmamışsın, ötesinde neler olduğunu bilmiyorsun! Bununla beraber buralardakileri (Evrene egemen olan düzeni, yaratıcının varlığına delalet eden olağanüstü planı) inkâr edi­yorsun! Akıllı bir insan bilmediği bir şeyi inkâr eder mi?”

Ateist adam dedi ki: “Senden başka kimse benimle bu şekilde konuşmamıştı.”

İmam Sadık dedi ki: “Bununla beraber sen, bu hususta şüphe içindesin. Böyle olabilir de, olmayabilir de, diye kuşku duyuyorsun!”

Adam: “Olabilir.” dedi.

İmam Sadık dedi ki: “Ey Adam! Bilmeyenin, bilen birine karşı ileri sürebile­ceği bir kanıtı olmaz. Cahilin kanıtı olamaz. Ey Mısırlıların kardeşi! Beni iyi dinle ve sözlerimi iyice anla. Çünkü; biz hiçbir zaman Allah hakkında şüpheye düşmeyiz. Gü­neş’i ve Ay’ı, ufuklardan belirip dünyayı kaplayan geceyi ve gündüzü görmez misin ki hiç yanılmazlar, dönüşümlü olarak yer değiştirirler. Bir iradeye uymakla yükümlü­dürler ve içinde bulundukları yörüngeden başka bir yerleri yoktur. Eğer gitmeye güç­leri yetseydi niçin dönsünler ki? Şayet bir iradenin direktiflerine uymakla yükümlü olmasalardı, niçin gece gündüze, gündüz de geceye dönüşmesin? Mecburdurlar. Allah’a yemin ederim ki, sürekli olarak bulundukları yörüngede hareket etmeye on­ları mecbur kılan da, onlardan daha fazla hikmet sahibidir, onlardan daha büyüktür.”

Ateist adam dedi ki: “Doğru söylüyorsun!”

İmam Sadık’ın Dilinden Tevhid; Dehr (Zaman) Kavramı

Ardından İmam Sadık sözlerini şöyle sürdürdü: “Ey Mısırlıların kardeşi! Sizin savunduğunuz ve “dehr/zaman” olduğunu san­dığınız şey, insanları götürüyorsa, niçin onları bir daha geri getirmiyor? Şayet getiri­yorsa, niçin geri götürmüyor? Ey Mısırlıların kardeşi, herkes bir irade karşısında ça­resizdir. Gök yükseltilmiş, yer serilmiştir. Niçin gök, yerin üzerine düşmez? Yer, ne­den katmanları üzerine yuvarlanmaz, yerle gök niçin birbirine çarpmaz ve yerin üze­rindekiler neden birbirine girmezler?”

Zındık dedi ki: “Onları Rableri ve efendileri olan Allah tutuyor.” Böylece zındık adam, İmam Cafer Sadık’ın aracılığıyla iman etti.

Humran, İmam’a dedi ki: “Sana kurban olayım, zındıklar senin aracılığınla iman ettikleri gibi kâfirler de, senin baban aracılığıyla iman etmişlerdi.”

İmam Sadık’ın aracılığıyla iman eden kişi dedi ki: “Beni öğrencin yapar mısın?”

İmam Sadık dedi ki: “Ey Hişam b. Hakem! Bunu yanına al ve onu eğit.” Şamlıların ve Mısırlıların öğretmeni olan Hişam (veya Hişam’ın İslâm’ı öğretmesiyle adam, Şamlıların ve Mısırlıların öğretmeni haline geldi), ona İslâm’ı öğretti. Adam tertemiz bir inanca sahipti. İmam Sadık ondan memnundu.


İmam Cafer Sadık’ın Dilinden Tevhid; Ateistlerin Lideri İbn Ebu’l Avca ile İmam’ın Münazarası

Bir gün Ebu Mansur el-Mutatabbib’in yanındayken bana dedi ki: Bir arkadaşım, bana şöyle anlattı: “Ben, İbn Ebu’l Avca (İmam Cafer Sadık döneminde ateistlerin önderi ve fikir adamları) ve Abdullah b. Mukaffa Mescid-i Haram’da idik. Bir ara İbn Mukaffa’ şöyle dedi: “Şu gördüğünüz kalabalık var ya! (eliyle tavaf edenleri gös­tererek) Bunlardan hiçbiri, insanlık niteliğini hak etmiyor. Şurada oturan yaşlı adam hariç. İmam Cafer Sadık’ı kastediyor. Diğerleri beş para etmez leşler ve davarlar sürüsünden farksızdır.

İbn Ebu’l Avca ona dedi ki: “Neye dayanarak insanlık niteliğini sadece bu yaş­lı adama yakıştırıyorsun ve diğerlerini bu nitelemeye layık görmüyorsun?”

İbn Mukaffa’ dedi ki: “Çünkü diğerlerinde görmediğim erdemi, onun yanında gördüm.”

Bunun üzerine İbn Ebu’l-Avca şöyle dedi: “Senin dediğin gibi olup olmadığını öğrenmek için onu sınamak kaçınılmaz oldu.”

İbn Mukaffa: “Yapma! Çünkü senin kafanı karıştırmasından korkarım.” dedi.

Dedi ki: “Senin korkun bu değildir, bilâkis o yaşlı adama verdiğin değerden dolayı yanımdaki konumunun zayıflamasından korkuyorsun.”

Bunun üzerine İbn Mukaffa şöyle dedi: “Mademki, benim hakkımda böyle bir vehme kapıldın, öyleyse kalk ona git. Fakat elinden geldiğince sürçmemeye çalış. Dizginlerini büsbütün onun eline kaptırma (bazı görüşlerine eğilim gösterme). Yoksa (benimsediğin bu görüşlerinden hareketle) senin elini ayağını bağlar (kaçacak yol bula­mazsın). Neyin lehine ve neyin aleyhine olduğunu iyi belle.”

İbn Ebu’l Avca kalkıp gitti, ben ve İbn Mukaffa oturduğumuz yerde kaldık. İbn Ebu’l Avca yanımıza geldiğinde şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana, ey İbn Mukaffa’! Bu adam kesinlikle bir beşer değildir. Eğer ruhaniler bedende bulunuyorlarsa, dilediklerinde görünüyor, dilediklerinde giz­leniyorlarsa, işte bu adam onlardan biridir.”

İmam Sadık’ın Dilinden Tevhid; İbn Ebu’l Avca’nın İmam’a Hayranlığı

İbn Mukaffa ona dedi ki: “Bu kanaate nasıl vardın?”

Dedi ki: “Yanına oturdum. Yanında benden başka kimse kalmayınca o, benden önce söze başladı ve şöyle dedi: “Eğer bunlar (tavaf eden Müslümanları kastediyor) doğruysa onlar kurtuldular, sizler helak oldunuz. Eğer sizin dediğiniz doğruysa o za­man sizle bunlar eşit konumdasınız.”     

Dedim ki: “Allah sana merhamet etsin, biz ne söylüyoruz, onlar ne söylüyor­lar? Benimle onların görüşü birdir.”

İmam Sadık dedi ki: “Seninle onların görüşü nasıl bir olabilir ki? Onlar, öldükten sonra dirileceklerine, dünyadan sonra bir ahiret hayatının olduğuna, sevaba ve azaba inanı­yorlar, bir ilâh olduğuna ve göklerin mamur olduğuna iman ediyorlar. Siz ise göklerin harap olduğunu savunuyorsunuz.”

İmam Cafer Sadık’ın bu sözlerini fırsat bildim ve dedim ki: “Eğer durum onların söyledikleri gibi ise niçin bu ilâh, yarattığı insanlara görünmüyor, onları kendine ibadet etmeye davet etmiyor? Eğer öyle yapsaydı hiç kimse bu hususta farklı bir görüş savunamazdı. Neden gizlenerek peygamber gönderme gereğini duydu? Eğer doğ­rudan kendini gösterseydi bu insanların iman etmeleri hususunda daha etkili olmaz mıydı?”

İmam Sadık’ın Dilinden Tevhid; İbn Ebu’l Avca’ya Getirilen Deliller

İmam Sadık dedi ki: “Yazıklar olsun sana! Senin varlığında kudretini sana gösteren biri­nin gizli olduğunu nasıl söyleyebiliyorsun? Hiçbir şeyken var oluşunu, küçüklükten sonra büyüklüğünü, büyüklükten sonra küçülüşünü, zayıflıktan sonra güçlenişini, güçlülükten sonra zayıf oluşunu, sağlıktan sonra hasta oluşunu ve hasta olduktan sonra sağlığına kavuşmanı, öfkenden sonra hoşnut oluşunu, hoşnut oluşundan sonra öfkelenişini, sevincinden sonra üzülüşünü, üzülmenden sonra sevinmeni… Nefretin­den sonra sevgini, sevginden sonra nefretini, gecikmenden sonra kararlılığını, karar­lılığından sonra gecikmeni, istekliliğinden sonra isteksizliğini, isteksizliğinden sonra istekliliğini, kaçınmandan sonra yönelmeni, yönelmenden sonra kaçınmanı, umut­suzluğundan sonra umudunu, umudundan sonra umutsuzluğunu, zihninde olmayanı hatırlamanı ve zihninde olduğuna inandığın şeyin yok oluşunu görmez misin?”

İbn Ebu’l Avca: “Bana sürekli olarak Allah’ın kudretinin nefsimdeki somut belirtilerini sayı­yordu ve ben bunların hiçbirini reddedemiyordum. Öyle ki çok geçmeden bu tartış­mada bana üstünlük sağlamasından korktum.”

Yine ondan, o da bazı arkadaşlarımızdan merfu olarak İmam Cafer Sadık’ın kendisine yönelttiği soruya karşılık olarak İbn Ebu’l Avca’nın daha çok açıklamada bulunduğunu belirterek şöyle rivayet eder:

İbn Ebu’l Avca, ikinci gün İmam Cafer Sadık’ın meclisine geri döndü. Bir yere oturdu, konuşmadan öylece sessiz bekledi.

İmam Sadık ona dedi ki: “Bana öyle geliyor ki, önceki tartışmamızı sürdür­mek için geldin!”

İbn Ebul Avca: “Bunu istedim, Ey Resûlullah’ın oğlu!”

İmam Sadık: “Şaşırtıcı bir davranış! Allah’ı inkâr edi­yorsun; ama benim Allah’ın elçisinin çocuğu olduğumu kabul ediyorsun.”

İbn Ebul Avca: “Ağız alışkanlığıyla böyle söyledim, inandığımdan değil.”

Bunun üzerine İmam ona: “Seni konuşmaktan alıkoyan nedir?” diye sordu.

İbn Ebul Avca: “Senin görkemin ve heybetin karşısında dilim dönmüyor. Ben bu güne kadar nice âlim gördüm, nice kelamcıyla tartıştım, bunların hiç birinin heybetinden seninki kadar etkilenmedim.”

İmam Sadık’ın Dilinden Tevhid; Yaratılmış Olmanın Delili

İmam Cafer Sadık: “Böyle olur. Fakat ben sana bir soru sorayım, sen buna karşılık ver.” Ardından şöyle dedi: “Sen, yapılmış (yaratılmış) mısın yoksa yapılmamış (ya­ratılmamış) mısın?”

Abdulkerim b. Ebu’l Avca dedi ki: “Bilâkis ben, biri tarafından yaratılmamışım.”

İmam Sadık dedi ki: “Öyleyse söyle bakayım, eğer biri tarafından ya­ratılmış olsaydın, nasıl olurdun?”

Abdulkerim uzun süre cevap veremeden öylece kalakaldı. Sonra önünde du­ran bir çöple oyalanarak bir yandan da şunları söylemeye çalıştı:

“Yaratılmış varlıklar uzun, geniş, derin, kısa, hareketli ve hareketsiz olurlar. Bütün bunlar bir şeyin yaratıldığını gösteren niteliklerdir.”

İmam ona şöyle dedi: “Eğer yaratılmış olmanın nitelikleri olarak bunlardan başka bir şeyi bilmiyorsan, kendini de yaratılmış kabul etmen gerekir; çünkü kendinde de bu nitelikleri bulabilirsin.”

Abdulkerim, İmam’a şöyle dedi: “Bana öyle bir soru sordun ki, senden önce hiç kimse böyle bir soru sormamıştı ve senden sonra da kimse benzeri bir soru soracak değildir.”

İmam Sadık’ın Dilinden Tevhid; İbn Ebu’l Avca’nın Evren Hakkında Bilgisizliği

İmam Cafer Sadık  şöyle dedi: “Varsayalım ki bundan önce sana böyle bir soru sorulmadığını bildin. Peki, bundan sonra böyle bir sorunun sana sorulmayacağını nereden biliyorsun? Üstelik ey Abdulkerim, bu sözlerinle sen kendinle çelişiyorsun. Çünkü sen varlıkların ezel­den beri eşit konumda olduklarını ileri sürüyorsun. Peki, o zaman nasıl oluyor da ba­zı şeylere öncelik, bazılarına da sonralık niteliğini yakıştırıyorsun?”

İmam ardından şunları söyledi: “Ey Abdulkerim, sana biraz daha açıklamada bulunayım. Diyelim ki, senin bir kesen var ve bu kesenin içi mücevher doludur. Bir adam sana: “Kesende dinar var mı?” diye sorsa ve sen de kesede dinar olmadığını belirtsen, sonra bu adam sana: “Öyleyse bana dinarları vasfet” dese, üstelik senin de dinarların sıfatları hakkında bir bilgin olmazsa, bilmediğin halde kesede dinar olma­dığını ifade edebilir misin?

Adam: “Hayır.” dedi.                                           

Bunun üzerine İmam Sadık şöyle buyurdu: “Evren de keseden daha uzun ve daha geniştir. Evrende öyle bir varlık olabilir ki, sen bunun hakkında bilgi sahibi olmayabilirsin. Çünkü sen, bir varlığı göremeden onu vasf edemiyorsun.”

Abdulkerim öylece kalakaldı. Bu konuşma ve tartışma sonunda onun bazı ar­kadaşları İslâm’ı kabul ettiler, diğer bazı arkadaşları da onunla birlikte eski anlayışla­rını sürdürdüler. Üçüncü gün tekrar geldi ve dedi ki: “Bir soru sormak istiyorum.”

İmam Cafer Sadık dedi ki: “İstediğini sorabilirsin.”

Adam: “Cisimlerin sonradan var olduklarının kanıtı nedir?” diye sordu.

İmam Sadık’ın Dilinden Tevhid; Cisimlerin (Eşyaların) Sonradan Var Olmaları

İmam buyurdu ki: “Çevremde gördüğüm küçük veya büyük bir şeye, kendi cinsinden başka bir şey katıldığı zaman mutlaka eskisinden daha büyük olur. Bu olay bir zeval oluş (yok oluş) ve ilk durumdan farklılaşmadır. Eğer cisim öncesiz (kadim) ol­saydı zeval bulmaz, durumsal olarak değişime uğramazdı. Çünkü, zeval bulan ve durumsal değişikliğe uğrayan bir şeyin var olması ve varoluşunun iptal olması da caiz­dir. Yok oluşundan sonra var olmasıyla sonradan olma (hadis) varlıklar sınıfına gi­rer. Aynı şekilde var oluşundan önce de yoklar sınıfına dâhil olur. Öncesizlik ve yokluk, sonradan olma ve kadimlik nitelikleri, aynı varlıkta bir araya gelemezler.”

Bunun üzerine Abdulkerim dedi ki: “Varsayalım ki, küçüklük ve büyüklük durumlarının iki farklı zamanda değişime uğramaları, senin söylediğin gibi onların sonradan olma varlıklar olduklarının kanıtıdır. Peki, varlıklar her durumda küçüklük niteliklerini korurlarsa, bunların sonra­dan olma varlıklar olduklarını nasıl kanıtlayacaksın?”

İmam Cafer Sadık buyurdu ki: “Şu anda var olan objektif âlemle ilgili olarak konuşuyoruz. Eğer bu objektif âlemi ortadan kaldırsak ve onun yerine başka bir evren yerleştirsek bu, ortadan kaldırdığımız ve yerine başka evreni yerleştirdiğimiz âlemin sonradan olma bir varlık olduğundan öte bir şeye delâlet etmez; ancak ben sana bizi kanıtlarınla susturmayı planladığın yöntemi esas alarak cevap vereceğim.”

Biz diyoruz ki: “Varlıklar eğer küçüklük nitelikleri üzere devam ederlerse, zi­hinlerde sürekli şöyle bir düşünce yer alır: Bir varlık ne zaman kendisi gibi bir varlı­ğa katılırsa daha büyük olur. Hacminde değişikliğin meydana gelmesini zihinsel ola­rak caiz gördüğümüz anda da onu öncesizlik kategorisinden çıkarmış oluruz ve deği­şime uğraması da sonradan olma varlıklar sınıfına girmesi demektir. Senin için bun­dan başka çıkış yolu yoktur, ey Abdulkerim.”

İmam Sadık’ın Dilinden Tevhid; İbn Ebu’l Avca’nın Ölümü

Adam bu cevap karşısında tartışmayı kesti, utanç içinde başını öne eğdi. Bir sonraki sene onunla Kâbe’de bir kez daha karşılaştılar. İmam’ın Alevilerinden bazıları dediler ki: “İbn Ebu’l Avca Müslüman olmuş.”

İmam buyurdu ki: “O, kördür, Müslüman olamaz.”

Adam İmam’ı görünce: “Efendim, dostum!” dedi.

İmam: “Buraya niçin geldin?” dedi.

Adam dedi ki: “Vücudun alışkanlığından ve memleketin geleneklerinden dola­yı geldim. Bir de insanların deliliğini, tıraş oluşlarını ve taş atışlarını görmek istedik.”

İmam dedi ki: “Sen, hâlâ eski inadın ve sapıklığın üzeresin ey Abdulkerim!”

Abdulkerim söylenerek oradan ayrıldı.

İmam buyurdu ki: “Hacda kavga, mücadele olmaz.” Sonra hırkasını eliyle silkeledi ve dedi ki: “Eğer senin dediğin gibiyse ki senin dediğin gibi değildir biz de sen de kurtulduk. Ama eğer bizim dediğimiz gibiyse ki bizim dediğimiz gibidir. Biz kurtulduk, sen helak oldun.”

Bunun üzerine Abdulkerim yanındakilere dönerek: “Kalbimde bir ağrı hisse­diyorum beni geri götürün.” Adamları onu oradan uzaklaştırırlarken öldü.

Kaynak: Usul-u Kafi, Tevhid Bölümü.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir