Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 1
Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 1; Muharrem ayının önemi nedir? konusunu inceleyeceğiz.
Deli gönül çok açılıp şad olma Kerbelâ’da Şah Hüseyn’e baksana Nefsine uyup da kahkaha gülme Ehlibeyt yastadır kana baksana Ümmü Gülsüm, Zeynep hep yasta âlem Alemdar Abbas’ın kolları kalem Takdir ezelidir böyleydi inan Fırat suyu kan akıyor baksana Esiri gûş eyle bu dünya cefa Bunca kahramanlar sürmedi sefa Şehitler Şehidi ol Necef-Şah’a Harabede Sakine’ye baksana
1- Muharrem ayının önemi nedir? Yası Matem Muharrem orucu neden tutulur? Aşurâ ne demektir? Kerbelâ bizler için ne ifade etmektedir?
Muharrem ayı Hz. Peygamberi candan seven ve onun getirdiği yola ikrar vermiş olanlar için bir matem ayıdır. Çünkü bu ay Hz. Peygamber’in iki reyhanından biri olan İmam Hüseyin ve evlatlarının hunharca katledildiği aydır.
Aşurâ Muharrem ayının onuncu gününe denir. Aşura Kerbelâ vakasının yaşandığı gündür. Hz. Peygamber daha yaşarken İmam Hüseyin’in kendi ümmeti tarafından Kerbelâ’da nasıl şehit edileceğini haber vermiştir. Ve bu olaya matem tutmuş, gözyaşı dökmüştür. Bu bir kere değil birçok kere yaşanmıştır.
Bu konu Ehli Sünnet (Sünni) kaynaklarında da çokça geçmektedir. İşte peygamberi candan sevenler ve onun bıraktığı iki emanete sahip çıkanlar Muharrem ayını matem ayı bilirler. Karalar giyerler, düğün yapmazlar, tüm eğlencelerden uzak dururlar, gündüzleri bir şey yiyip içmezler, oruçludurlar. Kerbelâ’da İmam Hüseyin ve evlatları susuz şehit edildiği için su içmez, et yemez, hayvan kesmezler, gözleri yaşlı bakışları hüzünlüdür.
En yakınlarını kayıp etmişlerden daha üzgün ve perişandırlar. Akşamları Muharrem muhabbetlerine katılır, İmam Hüseyin için gözyaşı dökerler. Bizler sadece Muharrem ayında değil her Perşembe cem olduğumuzda Kerbelâ şehitlerine mersiye okur ve gözyaşı dökeriz. Sadece matem tutmaz İmam Hüseyin’i anar ve onun ilahi mesajını öğrenmeye, anlamaya çalışırız.
Kerbela Üniversitesi
Kerbelâ üniversitesinde okuyanlar bilirler ki vahşetin, zulmün, acının ve merhametsizliğin en üst düzeyde olduğu, tarihte eşi benzerine rastlanılmadığı tek ve son olay Kerbelâ vakıasıdır. Bu bağlamda, Kerbelâ, aynı zamanda da adaletin, rahmetin, şefkatin, kulluğun ve özgürlüğün de en üst düzeyde yaşandığı bir olaydır. Tarihte en iyiler ve en kötüler sadece Kerbelâ’da karşı karşıya gelmiştir.
Başka hiçbir tarihi olayda Kerbelâ vakıası kadar birbirine zıt iki taraf karşı karşıya gelmemiştir. Bir taraf adaletten, haktan, hukuktan, iyilikten, güzellikten ve özgürlükten yanaydı. Diğer taraf bunların tam zıttı idi. Bir taraf Allah’ın rızasını kazanmıştı. Diğer taraf ise affı olmayan bir gazabı…
Kerbelâ bir üniversitedir ve onun baş öğretmeni, önderi, lideri İmam Hüseyin’dir. Bu üniversitenin diğer öğretmenleri; İmam Zeynel Abidin, İmam Hüseyin’in kız kardeşi Hz. Zeynep, Kerbelâ’nın sakası, sancaktarı Celal Abbas, Peygamber’e çok benzeyen İmam Hüseyin’in oğlu gencecik Ali Ekber, kundaktaki altı aylık oğlu Ali Asgar, Hüseyin’in dört yaşındaki kızı Sakine, İmam Hasan’ın oğlu Kasım’dır.
Ve bunlarla birlikte Ehli Beyt’ten olmamalarına rağmen vefalı, yiğit Kerbelâ şehitleridir. Hepimiz bu üniversiteden ders almalıyız.
Kerbelâ okulu öyle bir okuldur ki kıyamete kadar bir eğitim laboratuvarıdır. Kerbelâ aşkın doruğa çıktığı, aşkın öğretmenlerinin aşkı öğrettiği bir aşk okuludur. Vicdan sahibi her insan bu okuldan doğru ve yanlışı, hak ile batılı öğrenecektir. Gerçek İslam’la uydurma İslam’ı ayırt edebilecektir.
Tam da bugün Alevilikle ilgili kafa karışıklığının çıkarıldığı herkese göre bir Alevilik tanımı yapıldığı günümüzde ancak Kerbelâ okulundan ve onların öğretmenlerinden doğruyu öğrenebiliriz. Kerbelâ bize doğru ve yanlışı öğreten ilahi bir okuldur. Bu muharrem hep beraber bu okuldan gerçekleri öğrenecek ve kafamızdaki karışıklıkları gidereceğiz.
2- Hz. Peygamber’in Hakk’a yürümesinden 51 yıl sonra Hz. Hamza’nın kanını içen Hind ve Ebu Süfyan oğlu Muaviye’nin oğlu Yezit, peygamberin kurduğu devletin başına geçiyor. Müminlerin Emiri ve Allah’ın halifesiyim diyen Yezit Peygamber’in kurduğu İslam devletinin bütün gücünü kullanarak Hz. Peygamber’in “Ben Hüseyin’denim Hüseyin bendendir” dediği cennet gençlerinin efendisi olan, İmam Hüseyin ve Ehlibeyt evlatlarını tarihte eşine rastlanmayan bir katliamla Kerbelâ’da şehit ediyor. Bu nasıl mümkün olmaktadır?
Kerbelâ Hak ile batılın ayrıldığı yerdir. Gerçek İslam’la uydurma İslam’ın ayırt edilme ölçüsüdür. Hz. Peygamber “Ben Hüseyin’denim Hüseyin bendendir” buyururken son din olan İslam’ın, kendisinden sonra münafıkların eline geçeceğini, onların İslam’ı tahrif edeceklerini biliyordu. Kendinden önceki bütün ilahi dinlerin başına gelen İslam’ın da başına gelecekti.
Bundan dolayı “Hüseyin benden, ben de Hüseyin’denim” buyurdu. “Hüseyin benden” derken anlıyoruz ki Hüseyin, Hz. Peygamber’in torunuydu, fakat “ben Hüseyin’denim” demek neydi? Yani benim getirdiğim son din, ben öldükten sonra yetkin olmayanların eline geçecekti. Bu din tahrif edilecek ve Kerbelâ’da toprağa gömülmek istenecekti. Ancak Hüseyin yok edilmek istenen İslam’ı kanıyla Kerbelâ’da tekrar diriltecek. İşte bu da “ben Hüseyin’denim” demekti.
İmam Hüseyin’in Kardeşine Mektubu
Bunu İmam Hüseyin’in kardeşi Muhammed-i Hanefiyye’ye yazdığı vasiyetten de anlıyoruz. Şöyle yazmıştı, İmam Hüseyin: “Şüphesiz ki ben bozgunculuk yapmak, tuğyan etmek, zulmetmek ve fesat çıkarmak için kıyam etmiyorum. Şüphesiz ki ceddim Muhammed’in ümmetini ıslah etmek için kıyam ediyorum.”
Yine Mervan, Medine’nin sokaklarının birisinde İmam Hüseyin’i görünce: “Ey Abdullah’ın babası, kendini ölümün kucağına atıyorsun. Neden Halife Yezit’e biat etmiyorsun? Gel biat et kendini ölümden kurtar.” dediğinde İmam şöyle buyurdu: “Allah’tanız ve Allah’a dönücüyüz. Eğer Yezit gibi biri başa gelir ve İslam, Yezit gibi birine kalırsa artık İslam’a veda etmeliyiz.”.
Mesele Yezit’in şahsı değildir. Mesele Yezit gibilerdir. İmam Hüseyin’in Yezit’e biat etmesi yani onun halifeliğini, devlet başkanlığını kabul etmesi; değiştirilmiş, uydurulmuş sahte İslam’ı kabul etmesi olacaktı ve Hz. Muhammed’in getirdiği dinin Fatiha’sı okunmuş olacaktı.
Gadir-i Hum ve Sakife’nin Kerbelaya Yansıması
Hz. Peygamber’in, Gadir-i Hum’da İmam Ali’nin kendinden sonra hilafetini, velayetini resmen ilan etmesine ve orada bulunanların İmam Ali’ye biat etmelerine rağmen Peygamber’in hakka yürümesinin hemen ardından yapılan bu biat unutulmuş ve İmam Ali’ye Allah tarafından verilen velayet göz ardı edilerek Peygamber’in mübarek bedeni daha yerde iken Sakife’de halife seçilmiştir. Maalesef Hz. Peygamber’in cenaze namazı büyük bir cemaatle kılınmamıştır. Kılanlar sadece Ehlibeyt ve onların sadık takipçileridir, sayıları on yediyi geçmemektedir.
İmam Cafer Sadık: “Hüseyin Sakife’de şehit edilmiştir” buyurarak Peygamber’den 50 yıl sonra yaşanacak olan Kerbelâ katliamının temelinin, Sakife’de atıldığını söylemektedir. Yezit gibi biri birden bire devletin başına gelmemiş, ondan önceki yönetimler Yezit’e imkân hazırlamışlardır. Geçen 50 yıllık süreçte inandığını söyleyen Müslümanlar, Yezit’in hilafetini kabul edecek duruma gelmişlerdi. İşte imam Hüseyin’in kıyamı bu sahte uydurma İslam’ın maskesini düşürmüş ve gerçek Muhammedi Alevi İslam’ı diriltmiştir.
Kerbela Olayı Sadece Askeri Düzlemde Değerlendirilmemelidir
Elbette Kerbelâ olayını sadece askeri düzlemde nitelendirmek yanlış olur. Çünkü İmam Hüseyin Kûfe halkının yardım talebine karşılık yolculuğa çıkmıştı. İmam Hüseyin’in asıl amacı Yezit’e karşı kıyam etmek olsa da bu yolculuk savaşa gitme maksadıyla yapılmamıştı. Çünkü Kûfe’ye doğru olan yolculuğa savaşa hazır bir ordu ile gidilmiyordu. İmam Hüseyin’in kervanında bir ordu için gereken savaş teçhizatları da yoktu. Tam aksine ailesi ve yarenleri ile Kûfe halkının yardım taleplerine karşılık ve kendisine söz verilen “biatler” için yola çıkmıştı.
Sadece o günün şartlarında kendilerini muhafaza edecekleri kadar silahları vardı. Ayrıca İmam Hüseyin’in yanında ailesi, kundaklı bebeği, kız evlatları, kendisine abisinden tek yadigâr yeğenleri ve yarenleri vardı. Bu açıdan bakıldığında İmam Hüseyin’in Kûfe’ye olan yolculuğu savaşa için çıkılmış bir yolculuk değildi. Buna rağmen Yezit’in ordusu Kerbelâ’da İmam Hüseyin’i, ailesini, çocuklarını, yarenlerini ve yarenlerinin ailelerini de muhasara altına aldılar.
Hâlbuki savaşmak için karşısında toplandıkları kişi iman ettikleri Peygamber’in torunu idi. Peygamber’in Hüseyin için söylediği sözleri ne çabuk unuttular! “İki reyhanımdan biri Hasan biri Hüseyin’dir .” dediği ve ağlamasına dahi dayanamadığı güzeller güzeli torunuydu Hüseyin. Peygamberin göz bebeği, ümmetine yadigârıydı.
Peygamber öyle birini bırakmıştı ki kendi gibi emin, güvenilir, adaletli; babası Ali gibi cesur ve ilim sahibi; abisi Hasan-ı Mücteba gibi hilm ve hikmet pınarı, annesi Fatıma gibi şefkat ve merhamet deryasıydı.
Tarihteki Tek Eşsiz Olay Kerbeladır
Peygamber, İmam Hüseyin hakkında: “Benimle uyarıldınız, sonra Ali b. Ebu Talib ile hidayete erdirildiniz.” . Dedikten sonra şu ayeti okudu: “Sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir rehberi vardır.” (Ra’d, 7). Ve devam etti: “Hasan’la size ihsan edildi, Hüseyin’e uyarsanız ebedi mutluluğa, uymazsanız ebedi bedbahtlığa duçar olursunuz. Dikkat ediniz; Hüseyin, cennet kapılarından bir kapıdır. Kim onunla inatlaşırsa Allah kendisine cennetin kokusunu haram kılar.” dediğini ne çabuk unuttular.
Tarihte başka hiçbir olay da bu denli şiddetli zulüm, zorbalık, canilik görülmemiştir. Aynı zamanda da bu denli derslerin, hikmetlerin ve öğütlerin olduğu başka bir olay yoktur. Kerbelâ vakıasını tarihte eşsiz yapan, içinde barındırdığı hazinelerde gizlidir.
Bunlar ancak okundukça, anlatıldıkça, düşünüldükçe ortaya çıkan hazinelerdir. Kerbelâ faciası tek boyutlu bir olay değildir. Kerbelâ’nın gün gün, saat saat incelenmesi gerekir zira Kerbelâ bir okul, bir üniversitedir. Kerbelâ faciasının her anından dersler çıkarılmalıdır.
Mahatma Gandi’nin İmam Hüseyin Hakkında Görüşü
Hindistan’ın özgürlük hareketinin öncüsü Mahatma Gandi de İmam Hüseyin’in Kerbelâ olayını adalet, özgürlük, zulme başkaldırmanın temsili sayması Kerbelâ olayının çok yönlü olduğunun göstergesidir. Mahatma Gandi İmam Hüseyin için şöyle söylemiştir: “Ben İslam’ın büyük önderi İmam Hüseyin’in hayatını dikkatle okudum. Kerbelâ’da yaşanan olayları sayfa sayfa mütalaa ettim. Eğer Hindistan özgür bir ülke olmak istiyorsa Hüseyin’i örnek almalıdır.’’
Bunları göz önünde bulundurarak bugün biz Alevilerinde İmam Hüseyin’den ve Kerbelâ’dan öğrenmemiz gereken hikmetler ve öğütler vardır. Muharrem ayı ve akşamları yapılan bu muhabbetlerin amacı İmam Hüseyin’in davasını anlamak ve yaşantımıza dökmeye çalışmamızdır. İmam Hüseyin ve yarenleri bu öğütleri ve hikmetleri şehadetleriyle bizlere gösterdiler.
Kerbela Olayından Çıkarılacak Dersler
Şehadetleri bizlere onurluca yaşamayı insanın yaşarken bir amaç ve hedefinin olması gerektiğini öğretmektedir. Ehlibeyt, bizlere dünyamızı ve ahiretimizi nasıl şekillendirmemiz gerektiğini, insan-ı kâmil olma yolunda yapmamız gerekenleri ve Allah’ın bizlerden neler istediğini şehadetleri, yaşantıları ve sözleriyle anlatmışlardır. Bizlerin yapması gereken ise onların yolunda yürümek ve her daim onlara uymakla olacaktır.
Muharrem ayı matemin, matem orucu tutmanın, gözyaşının, acının ayı olsa da aynı zamanda bize gerçek İslam’ı anlatmaktadır. Muharrem ayını ve bu ayda yaşananları anlamaya çalışmalıyız. Unutmamız gereken bir diğer hususta şudur ki Kerbelâ faciası o kadar derin ve geniştir ki sadece akıl gemisi ile o denize gidenler boğulurlar. Hem aşk hem akıl gemisinde olanlar ancak o denizden incileri, mercanları çıkarabilirler. Zira bu gibi olayları, aşk ehlinden başkası idrak edemez.
Kerbelâ acının, kederin, direnişin, mazlumiyetin, masumiyetin simgesi. Peygamber’in, Ali’nin, Fatıma’nın gözyaşları; Hüseyin’in ve yarenlerinin kanı. Kerbelâ, İslam’ın izzetini, insanlık değerlerinin ayaklar altına alınmasına izin verilmediği mekân.
Kerbela’nın Lügat Anlamı
Kerbelâ kelimesinin anlamı kimi görüşe göre ‘’kerb’’ (harem) ve ‘’il’’ (Allah) sözcüklerinden alınan ve ‘’Allah’ın haremi” (kutsal mekânı). Kimi görüşlere göre ise ‘’kerb’’ terimi ‘’ kurb’’ (yakınlık) olarak mana verilmiştir. Buna göre ‘’ il’’ terimini ‘’ Allah ‘’ olarak ele alırsak, ‘’Allah katında yakınlığa vesile olan mekân’’ anlamına gelir.
Ne kadar yeryüzünü gezsem seyretsem karşıma, Dudakları susuz Hüseyin’in sahra-yı Kerbela’sı gelir. Düşmüştür Fırat kenarında bir genç kolsuz, Yine de çadırlara su götürmeden gitmeye utanası gelir.
Kerbelâ faciasının yaşanması uzun bir sürecin sonucudur. Bu süreci ise birkaç günde anlatılıp bitirmemiz mümkün değildir. Yine de kısaca incelemek Kerbelâ’dan alacağımız dersler ve hikmetler açısından yararlı olacaktır. Tarihe bakıldığında göreceğiz ki çok çetin zamanlardan geçilmiştir. Ve bu olayların neticesi Kerbelâ’nın yaşanmasına sebep olmuştur. Kerbelâ olayının yaşanmasında ki nedenleri kısaca özetlersek:
Peygamber’in Hakk’a yürümesinden sonra, İslam toplumu çözülmeye başlamıştı. Hz. Muhammed’in yıllarca insanlara öğrettiği doğrular zaman geçtikçe unutulup verilen sözlerden dönülmüştü. Peygamber’in açıkça ve sürekli belirttiği temel değerlere yüz çevrilmişti.
İki Emanet Hadisi
Buna örnek olarak Peygamber’in şu sözünü verebiliriz: “Ben sizin aranızda iki emanet bırakıyorum, onlara sarıldığınız sürece sapıklığa düşmezsiniz. Biri Allah’ın kitabı, biri de Ehlibeytimdir. Ey İnsanlar! Dinleyin! Hiç kuşkusuz, Allah’ın mesajını tebliğ ettim. Sizler cennetteki havuzun başında yanıma geleceksiniz. Ben, bu iki emanet hakkında nasıl bir tavır takındığınızı soracağım.”
Peygamberimiz birçok kez Ehl-i Beyt’i hakkında İslam toplumunu uyarmıştı. Kendisinden sonra itaat edilmesi gereken önderlerin Allah’ın bildirmesiyle On İki İmam olduğunu defalarca söylemişti. Peygamber’in hakka yürümesinden sonra hem bu buyrukları hem de adalet, iyilik, ahlak ile ilgili buyrukları göz ardı edildi. Hâlbuki Peygamber kurtuluşun Ehlibeyt ile olduğunu ve itaat edilmesi gereken meşru önderlerin onlar olduğunu defalarca dile getirmişti.
Emevilerin Kerbela Olayında Rolü
Emevi hanedanlığı “İslam dinini” iktidarı, gücü, hükmetmeyi, parayı ve makamı elde etmek için kullandı. İslam’ın hiçbir temel değerini önemsememiş hatta ayakları altına almışlardı. Zulüm ve fesat İslam topraklarında çoğaldı ve yayıldı. Peygamberin döneminde zayıf ve mahrum bırakılmışlar güçlenmişken, Emeviler döneminde ise tam tersi olmuştu. Üstelik bu yapılanlar İslam adına İslam halifesinin eliyle bizzat yapılmaktaydı.
Emevilerin iktidara gelme serüveni ise bir o kadar önemlidir. Peygamberin birçok kez Ehlibeyt’e uyulması gerekliliğinin ilahi bir emir olduğunu ve Allah’ın kendinden sonra On İki İmamı önder olarak bıraktığını söylemiştik.
Maalesef İslam toplumu bunları Peygamber’in yaşadığı dönemde hakkıyla uygulamadığı gibi hakka yürümesiyle birlikte de neredeyse tamamen unutur hale gelmişti. Gerek Gadir-i Hum’da gerek başka yerlerde Ali’ye itaat edilmesi gerektiğini defalarca dile getirmiştir.
Kırtas Hadisesi
Hatta Peygamberin ölüm döşeğinde iken vasiyet yazılmasına engel olundu ve bu tarihe “Kırtas Hadisesi” olarak geçmektedir. Vasiyete engel olunmasının sebebi ise İmam Ali’nin ve evlatlarına uyulmasına dair bir vasiyet olacaktı. Ve İslam’ı kendi amaçlarına kullanmak isteyenler de bu vasiyete engel oldular.
Peygamber’in vasiyeti hasta yatağında iken kargaşa ve kavga çıkartılarak engel olununca Peygamber herkesin odayı terk etmesini söyledi. Ali’ye kendinden sonra başına neler geleceğini ve bu olaylara karşı nasıl davranması gerektiğini söylemişti. Peygamberin vefatında Ehlibeyt ve yarenleri Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın cenazesiyle ilgileniyordu. Bir kısım sahabe Sakife’de toplanarak Peygamber’den sonra İslam toplumuna önderlik edecek halifeyi seçiyorlardı.
Sakife Olayı Kerbela’nın Temelidir
Bu toplantının sonucunda birinci halife Ebubekir oldu. Birinci halife Ebubekir hilafete geçince Ehlibeyt’in elinden Peygamber’in Hz. Fatıma’ya miras bıraktığı Fedek arazisini el koydu. Daha sonra birinci halife atama ile ikinci halife olarak Ömer ibn Hattab’ı getirdi; ikinci halife Ömer ise Osman’ın şura ile seçilmesini sağladı.
Bu zaman aralığı içerisinde Ömer ibn Hattab ise Muaviye’yi Şam valisi olarak görevlendirdi. Şam’da vali olan Muaviye halkı o günlerde Ehlibeyt’e özelde de İmam Ali’ye karşı kara propaganda ve yalanlar üzere düşman haline getirdi. Yıllarca valilik görevini kötü amaçları uğruna kullandı ve yıllarca Şam halkını İmam Ali’ye karşı doldurdu.
Bu süreç içerisinde halk Ehlibeyt’in adil yönetimi ve eğitiminden uzaklaştı. İslami değerler unutuldu. Emevi ailesinden olan üçüncü halife Osman ise birçok bölgeye Peygamber’in Mekke’den sürgün ettiği ve toplumu maddi ve manevi anlamda sömüren kişileri de kendi akrabalarından olduğu için görevlendirdi. Yıllarca bozulmuş ve tahrifata uğramış bir İslam anlayışının üstüne Yezit babası Muaviye tarafından tayin edildi. Ve halktan biat toplandı.
Yezid’in iktidarının önünde ise en büyük engel İmam Hüseyin’di. Çünkü İmam Hüseyin bu yapılan zulümlere ve haksızlıklara kesinlikle karşı koyacaktı. Bundan dolayı Yezit Medine valisi Velid b. Utbe b. Ebu Sufyan’a mektup gönderip İmam Hüseyin’den kesinlikle biat alınması gerektiğini ve biat etmez ise boynunun vurulması gerektiğini açıkça bildirmişti.
Yezid’in Mektubu
Bu mektup şu şekildedir: “Yazım sana gelince, Hüseyin b. Ali ile Abdullah b. Zubeyr’i buldur. Onların biatlerini al. Eğer biat etmekten kaçınırlarsa, boyunlarını vur! Başlarını bana gönder! Halkın da biatini al. Biatten kaçınanlar hakkında ise, Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zubeyr hakkında olduğu üzere, hükmü yerine getir!” Bu mektup üzerine Velid b. Utbe İmam Hüseyin’e, biat etmesi gerektiğini söyledi. İmam Hüseyin ise biat etmeyeceğini bildirdi.
Bu durumlar yaşanırken risalet bahçesinin gülü İmam Hüseyin’in zalim ve melun Yezid’e biat etmesi ya da evinde oturup olan olaylara susması da beklenilemezdi. Nitekim İmam Hüseyin bu konuda şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ben, ceddimin ümmetini ıslah etmek için kıyam ettim. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, ceddimin ve babam Ali’nin yaptıklarını yapmak istiyorum.’’ .
Bu şartlar da İmam Hüseyin’in önünde iki seçenek vardı. Ya Emevi hükümetinin zulümlerini ve adaletsizliklerini kabul edip Yezid’e biat edecek ya da Yezid’e karşı kıyam edecekti. Yezid, İmam Hüseyin’in kesinlikle biat etmesini istiyordu. İmam Hüseyin ise Yezid’e biat etmeyerek şu sözüyle bunun mümkün olmayacağını da belirtmiştir: “Yezid gibi bir önderin eline düşecek olan İslam’a veda etmek gerek.’’
Bu şartlar altında İmam Hüseyin yapılması gerekenin ve en doğru yöntemin zalim Yezid’e karşı bir başkaldırı olduğunu biliyordu. Birçok yerde de bu düşüncesini insanlara açıklıyor ve onları bu kıyama davet ediyordu.
İmam Hüseyin bu durum hakkında şöyle buyurmuştur: “Görmüyor musunuz? Hakka amel edilmediği gibi, batıl da yasaklanmıyor! Bu durumda mümin olan, Allah’a kavuşmayı diler. Şüphesiz ben, ölümü saadet, zalimlerle yaşamayı ise aşağılık bilirim.’’ İmam Hüseyin açıkça Yezid’e biat etmeyeceğini birçok yerde dile getirmiştir ve planlı bir kıyam hareketini başlatmıştır.
İmam Hüseyin’in Kıyamının Özellikleri:
1) Yıkmak: Hüseyni kıyam, Emevilerin İslam dini adına yaptıkları zulmün temellerini yıkmayı hedefliyordu. Hilafet makamını kullanarak mazlum, mahrum ve özgür insanların kemikleri üzerinde keyif ve sarhoşluk naraları atan Emevi saltanatı, bir şekilde yıkılmalıydı. Emeviler, özgürleri esirleştirip dirileri öldürmekle saltanatlarını sağlamlaştıracaklarına inanıyorken; Kerbelâ inkılabı, bu hayallerini boşa çıkardı ve hadiseden çok kısa bir zaman sonra Emevi saltanatı yok oldu.
2) Yapmak: İslam toplumunda zulme karşı durabilecek yeni akımların oluşabilmesi için insanlara cesaret ve uyanış ruhu damıtmak. Gelecek nesle Allah’ı arayan şehadet aşığı neferler kazandırmak ve İslam camiasını diri bir toplum yapmak, Hüseyni kıyamın en belirgin hedeflerindendi.
3) Yenilemek: Emevilerin hilekârlıklarıyla eskiyen, yıpranan ve tahrif edilen değerlerin yeniden canlandırılması Aşura’nın bir değer hedefiydi. Hadiseden sonra dinin hükümet, hâkim, beytülmal ve hukuk alanındaki buyrukları yeniden gündeme geldi. İnanç ve iman yeni bir ruh kazandı. Yapılan tahrifler ortadan kaldırıldı. Böylece küçük ruhlar, zalimler karşısında dik durarak emr-i maruf ve nehy-i münker yapabilecek düzeyde azamet sahibi oldu.
4) Oluşturmak: İnsanlık için büyük, canlı ve kahraman şahsiyetler oluşturuldu. Böylece bunlar, mahrumların hakkını çiğneyenler için geçilmez kaleler oldular. Onlar, iman ve takva hamuru ile yoğrulmuşlardı. Tarih boyunca zalimlerin uykusunu kaçırdılar. İmam Hüseyin, bütün Müslümanlara, hatta Müslüman olmayanlara bile direniş ve özgürlük dersi vermiştir.
Sevgili canlar şimdi hep beraber Kerbelâ’ya doğru yola çıkalım
İmam Hüseyin’in bütün ashabı şehit olup kendi ailesinden başka kimse kalmayınca Ali Ekber çadırların kurulduğu yerden dışarı çıkıp babası Hüseyin’in yanına gelerek; “Babacığım, izin verirseniz şimdi ben gidip savaşarak canımı size feda etmek istiyorum.” der. İmam Hüseyin oğluna izin verir. Ali Ekber, İmam’ın kendi vücudunun bir parçasıydı, ciğer paresiydi.
Şimdi meydana gitmek istediğine göre İmam Hüseyin ona izin vermeliydi. Meydana giden bu genç İmam Hüseyin’in infakıdır, Hüseyin’in İsmail’idir.
Dolayısıyla gitmesine izni verdi. Ancak Ali Ekber çadırlardan, meydana doğru yola çıkınca İmam Hüseyin Ali Ekber’in güzel boyu ve simasına ümitsiz bir bakışla baktı. Ve sonra dedi ki: “Allah’ım! Sen şahit ol, öyle bir genci ölüme gönderiyorum ki insanlar içinde hem sima, hem konuşma ve hem de ahlak açısından yani her yönüyle Resulullah’a en çok benzeyeniydi.
Öyle bir genç ki, ahlakı Peygamber’e herkesten çok benzerdi. Yine yüz şekli yani sureti ve konuşması da Resulullah’a herkesten çok benzerdi. ” İmam Hüseyin Ali Ekber’i çok severdi. Ona özel bir aşkı vardı. Sırf oğlu olduğu için değil, Peygamber’e benzediği için Ali Ekber’i çok severdi. Bu gencin savaş meydanına gitmesi İmam Hüseyin için çok zordu. Nihayet Ali Ekber meydana gitti.
Bu genç savaş meydanına giderek uzun bir süre savaştıktan sonra babasının yanına gelerek dedi ki:
-Babacığım; susuzluk beni öldürüyor. Eğer su varsa bana bir miktar su ver.
İmam da ona şöyle cevap verdi:
-Savaşa geri dön. Biraz sonra ceddin Rasulullah’ın eliyle susuzluğunu gidereceksin.
Ali Ekberin Şehadeti
Ali Ekber tekrar meydana döndü. Kerbelâ’da en büyük savaşı Ali Ekber yaptı. Son derece bir cesaret ve yiğitlikle savaştı. Bir müddet savaştıktan sonra düşman ordusundan birisi okla onu hedef aldı. Onu atın üzerinden yere düşürdü.
Bu durumda Ali Ekber,
-Babacığım; Allah’a ısmarladık. Bu ceddim Peygamber’dir. Sana selam göndererek çabuk gel Hüseyin, diyor, dedi.
Ali Ekber bu cümleyi söyledikten sonra ah çekerek canını canana teslim etti. İmam Hüseyin oğlunun sesini duyunca savaş meydanına gitti. Genç oğlunun cesedinin düştüğü yere ulaştı ve oğlunun başucunda durdu.
Yüzünü Ali Ekber’in yüzüne koyarak bir kaç kelime konuştu. Bu olayı yakından görerek nakleden ravi diyor ki: Bir ara Zeynep’in çadırdan dışarı çıkarak, “Bu benim kardeşimin oğludur” diye feryat ederek gelip kendisini Ali Ekber’in cesedinin üzerine attığını gördüm. İmam Hüseyin gelip bacısının kolundan tutarak onu Ali Ekber’in cesedinin üzerinden ayırdı. Ve kadınların yanına gönderdi, çünkü Zeyneb’in savaş meydanında olması tehlikeliydi.
Zeyneb-i Kübra, bu seyitlerin halasıydı. Kerbelâ ’da kendisinin de iki oğlu şehit olmuştu Avn ve Muhammed. Hiç bir kitapta, oğulları şehit olduğunda Hz. Zeyneb’in bir tepki gösterdiğini, mesela bağırdığını, sesini yükselttiğini, kendisini gençlerinin üzerine attığını yazdığını görmezsiniz. İki oğlu şehit olduğunda Hz. Zeynep zaaf gösteren bir tepki göstermedi.
Sadece iki yerde Hz. Zeynep kendisini şehidin cesedinin üzerine attı. Birisi burasıdır; Ali Ekber’in cesedinin başucuna gelerek kendisini iradesiz olarak onun üzerine attı. Biri de Aşura günü ikindi vaktidir. Zeynep-i Kübra kardeşi Hüseyin şehit olduğunda kendisini onun oklu ve parçalanmış bedeninin üzerine attı. Feryat ederek dedi ki:
-Ya Resulullah! Bu senin Hüseyin’indir, bu senin azizin ve vücudunun parçasıdır.
İlahi! Hüseyin ve Zeynep’in hakkı hürmetine bizi onların dostlarından ve izleyicilerinden kıl. İlahi! Bizim hayat ve yaşantımızı Hüseyni hayat, ölümümüzü Hüseyni ölüm kıl.