Şah İsmâil’in Hayatı ve Eserleri
Şah İsmail 17 Temmuz 1487 yılında Erdebil’de doğdu. Babası Şseyh Haydar, annesi Uzun Hasan’ın kızı Âlemşah Halime Begüm’dür. Şah İsmâil’in çocukluk yıllarında birçok zorlukla karşılaştı. Henüz bir yaşında iken babası Şeyh Haydar, Şirvanşahlar’la giriştiği mücadelede Akkoyunlular tarafından öldürülünce kardeşleri İbrâhim, Ali ve annesiyle birlikte İstahr Kalesi’ne hapsedildi. Burada yaklaşık dört yıl gözetim altında tutuldu. Safevîler küçük yaştaki İsmâil’i kendilerine şeyh olarak kabul edip onu Erdebil’e götürdüler. Buradan Reşt’e, daha sonra Gîlân Valisi Kârkiyâ Mirza Ali’nin davetiyle Lâhîcân’a götürdüler. İsmâil, Lâhîcân’da bölgenin ileri gelenlerinden Kadı Şemseddin Lâhîcî’nin yanında Farsça, Arapça, Kur’an, tefsiri kızılbaş reislerden savaş tekniklerini öğrendi. Bu esnada Anadolu’da yaşayan kızılbaş Türkmenler grup grup gelerek Şah İsmâil’i ziyaret ettiler.
Yönetim boşluğundan istifade eden kızılbaş reisleri İsmâil’in ortaya çıkmasına karar verdiler. İsmâil on iki-on üç yaşlarında iken Gîlân’dan ayrılıp Erdebil’e gitti ve müridleriyle ilgilendi. Ancak kısa bir süre sonra Erdebil hâkimi Cekirli Ali Bey’in baskısıyla Erdebil’den ayrılmak zorunda kaldı. Buradan Karabağ’a gelen İsmâil, bu sırada Karakoyunlu Devleti’ni yeniden canlandırmayı düşünen Baranî Hüseyin Bey ile çatışmaya girmeden Erzincan’a yöneldi (905/1500). Amacı, Anadolu’daki müridlerini yanına toplayarak Orta Anadolu’da büyük bir ihtilâl çıkarmaktı. Bir müddet burada kaldı; şeyhlerinin şah olmak maksadıyla Anadolu’ya geldiğini haber alan kızılbaş Türkmenler onun etrafında toplandılar. Ustaclu Türkmenleri, İsmail’i Bingöl yaylalarına davet edip görkemli bir şekilde karşıladılar. Bu durum etraftaki Türkmenler tarafından duyulunca kalabalık kitleler halinde şahın hizmetine katılmalar başladı. Avşar, Çepni, Şamlu, Dulkadırlı, Tekeli, Rumlu, Kaçar, Varsak ve diğer aşiretlere mensup kızılbaş Türkmenler İsmâil’in askerî gücünü kısa sürede arttırdılar. Fakat II. Bayezid’in aldığı etkili tedbirler yüzünden Şah İsmâil ve taraftarları yönlerini o sıralarda siyasî durumu bozuk olan Akkoyunlu ülkesine yönelttiler. İsmâil 906 yılı başlarında (1500 yazı) Erzincan’dan ayrılıp Şirvanşahlar’ın üzerine yürüdü, Şirvanşah Ferruh Yesâr’ı öldürdü, Bakü ve Şamahı Safevîler’in eline geçti. 907 (1502) yılı baharında Akkoyunlu Elvend Bey’in ordusunu Nahcıvan yakınlarındaki Şerûr’da ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra Tebriz’e girerek tahta çıktı. On iki imam adına hutbe okutup para kestirdi. Hocası Şemseddin Lâhîcî’yi sadâret makamına getirdi.
İran’da meydana gelen ihtilâller esnasında Osmanlı Devleti’nin sessiz kalması Şah İsmâil’in daha rahat hareket etmesine imkân sağlamıştı. Bununla birlikte Osmanlılar’ın, Anadolu’da bulunan kızılbaş Türkmenler’in Şah İsmâil’in hizmetine girmek için İran’a göç etmelerini engellemeye çalışması ve elebaşılarını yakalayarak cezalandırması Şah İsmâil’i rahatsız etmekteydi. Bu sebeple kendisine düşmanlık besleyen hükümdarların âkıbeti hususunda bir uyarı ve meydan okuma işareti olarak Şeybânî Han’ın kesik başını II. Bayezid’e gönderdi. Osmanlı sultanı, devlet adamlarının bu harekete sert cevap verilmesi yolundaki ısrarlı taleplerine rağmen herhangi bir karşılık vermedi. Öte yandan 1511’de Güney Anadolu’daki Tekeli Türkmenleri ayaklanarak İran’a yöneldiler. Osmanlı ordusu ayaklanmayı bastıramadı. Sivas yakınlarında yapılan savaşta Şahkulu Baba Tekeli’nin öldürülmesine rağmen Tekeliler, Erzincan yakınlarında ticaret kervanını yağmaladıktan sonra İran’a ulaşmayı başardılar. Şah İsmâil, Tekeliler’in ileri gelenlerini ticaret kervanlarına saldırdıkları gerekçesiyle idam ettirip aşiret mensuplarını diğer kızılbaş reisleri arasında paylaştırdı. Şah İsmâil’in, askerî gücünü oluşturan Türkmenler’in ağırlık merkezinin Anadolu olması dolayısıyla Osmanlı topraklarına ilgisi devam ediyordu. 1512’de Rumlu Nûr-Ali Halife, kızılbaş Türkmenler’i toparlayıp Safevî ordusuna katılmalarını sağlamak amacıyla Anadolu’ya gönderildi. Nûr-Ali, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan topladığı kızılbaş Türkmenler ile Tokat yakınlarında Osmanlı ordusunu hezimete uğrattı. Tokat’ı kısa bir süre elinde tutarak Şah İsmâil adına sikke kestirdi. Bu olaylar sırasında II. Bayezid’in torunu ve Şehzade Ahmed’in oğlu Murad kızılbaş tacı giyerek Şah İsmâil taraftarları arasında yer aldı.
II. Bayezid’in yerine geçen oğlu Yavuz, hem devlete sarsılmış olan itibarını yeniden kazandırmak hem de Safevîler’in Anadolu ile olan ilişkilerini kesmek amacıyla savaş hazırlıklarına girişti. Diyarbekir hâkimi olan Ustaclu (Ustacalu) Muhammed Han, Dulkadır ve Memlük askerlerine karşı kazandığı küçük çaplı başarıların etkisiyle Yavuz Sultan Selim’e hakaret dolu bir mektup gönderdi. Ancak iki tarafı savaşa zorlayan asıl sebep, Akkoyunlular’ın Osmanlı Devleti ile sınır durumundaki batı topraklarının kısa bir süre de olsa sahipsiz kalması idi. Şah İsmâil, Akkoyunlu hânedanına son vermesine rağmen İran topraklarında henüz tam hâkimiyet kuramamış, Osmanlı Devleti’nin doğu sınırları güvensizliğe sürüklenmişti. Bu gelişmeler iki taraf arasındaki dinî rekabete bir de siyasal ve stratejik boyut kazandırdı.
Osmanlı ordusunun İran topraklarında ilerlediği haberi ulaştığında Şah İsmâil Hemedan’da bulunuyordu, Kızılbaş Türkmenler’den oluşan ordusu ile Osmanlılar’ı karşılamaya çıktı. Ancak bu hareketinde tam bir kararlılık içinde bulunmadığı, ordu toplanırken avla meşgul olduğu, Osmanlı ordusunun tedbirsiz bir şekilde Çaldıran ovasına girdiği esnada kızılbaş reislerini toplayıp müşaverede bulunduğu, Ustaclu Muhammed Han’ın düşman ordusunun toparlanmasına fırsat vermeden savaşa girişilmesi hususundaki telkinini dinlemeyerek beklediği, böylece Osmanlılar’ın toparlanmasına imkân vermiş olduğu belirtilmektedir. 2 Receb 920’de (23 Ağustos 1514) Hoy yakınlarındaki Çaldıran ovasında yapılan savaşta Safevîler ağır bir yenilgiye uğradı. Şah İsmâil savaş meydanından ayrılarak Dergezîn’e çekildi. Kızılbaş reislerinden Avşarlı Sultan Ali, Şah İsmâil zannedilerek yakalandıysa da gerçek ortaya çıkınca öldürüldü. Savaşın ardından Kemah ve Diyarbekir Safevîler’in elinden çıktı. Böylece Akkoyunlular’ın batı toprakları geniş ölçüde Osmanlı egemenliğine girmiş oldu.
Çaldıran mağlûbiyeti Şah İsmâil’in yenilmezliği inancına büyük darbe vurdu. Bâbür Şah, Kandehar ve Belh’i ele geçirdi. Ubeydullah Han Horasan’a saldırdı. Ülkenin değişik yerlerinde küçük çaplı isyanlar çıktı. Kızılbaş reisleri arasında Şah Tahmasb döneminde baş gösteren rekabetin ilk tohumları bu yenilginin ardından atılmaya başladı. Şah İsmâil, Çaldıran yenilgisinden sonra hem bürokraside hem askeriyede yeni tayinler yaptı. Savaşta hatalı davrandığına inandığı kumandanlarını öldürttü. 23 Mayıs 1524’de Tebriz’de vefat etti, cenazesi Erdebil’de ecdadının bulunduğu yere defnedildi. Onun zamanında Azerbaycan, Horasan, Fars, Irâk-ı Acem, Irâk-ı Arab, Kirman ve Hûzistan Safevîler’e bağlanmış; Belh, Kandehar ve Diyarbekir de zaman zaman Safevî hâkimiyetinde kalmıştır.
Şah İsmâil’in sağlam vücutlu ve kuvvetli bir kişi olduğu belirtilir. Diğer kızılbaşlar gibi o da sakalını tıraş edip sadece bıyık bırakırdı. Avcılığa meraklı ve iyi okçuydu. Kendilerini yolunda ölmeye adamış kızılbaşlar ona tam bir itaatle bağlı bulunduğundan her vesile ile adını anarlardı. Mührü “Z” şeklinde ve yarım ceviz büyüklüğünde olup ortasında kendi adı, etrafına da on iki imamın adları kazınmıştı. İran’da on iki imam inancının tesisi konusunda kararlı bir yol izlemiştir. Böylece kızılbaşların inancını resmi din yapmıştır. On İki İmamlarının türbelerini tamir ettirmiş, imamzâdeler için türbeler yaptırmış, on iki imam adına sikkeler kestirmiştir. Fırat ırmağından Necef’e su getirtmiştir. Ordu ve eyalet idaresi kızılbaş Türkmen reislerine, bürokrasi daha çok Farslar’a bırakılmıştır. Şah İsmâil “Hatâî” mahlası ile Türkçe ve az sayıda Farsça şiirler yazmıştır.
ESERLERİ
Hatayî Divanı: Şah İsmail’in en önemli eseri divanıdır. On iki İmam sevgisini yoğun bir şekilde yaşamıştır. Şah İsmail’in en önemli eseri hiç kuşkusuz divanıdır. Şimdiye kadar Dîvân-ı Hatâyî’nin çoğu yurt dışında olmak üzere yirmi beş nüshası tespit edilmiştir.
Eserin tespit edilen yirmi beş yazma nüshasının yanı sıra buyruk, mecmua ve cönklerde yüzlerce Hatâyî mahlaslı şiir vardır.
Hatâyî Dîvânı’nın tenkitli neşri Muhsin Macit tarafından yapılmıştır (2017). Bu neşirde; 19 kaside, 440 gazel, 1 müseddes, 2 mesnevi (Deh-nâme ve Nasihat-nâme dışında), 10 tuyug, 1 kıta ve 1 matla‘ olmak üzere Şah İsmail’in 474 Türkçe şiirine yer verilmiştir. Azerbaycan ve İran’da yapılan Hatâyî Dîvânı neşirlerinde çoğu matla/müfred olmak üzere 32 Farsça, 1 Arapça şiir bulunmasına rağmen bunlardan sadece yazma nüshalarda yer alan 1 tahmis, 4 gazel olmak üzere toplam 5 Farsça şiir tercümeleriyle birlikte metne dâhil edilmiştir.
Dehname: Hatayi’nin, ilk örnekleri Fars ve Çağatay edebiyatında görülen deh-nâme (on mektup) tarzında yazdığı aşk mesnevisidir. Şah İsmail, henüz yirmisine varmadan 1506 yılında bu eserini yazmıştır. Hezec bahrinin mefʿûlü mefâʿilün feʿûlün kalıbıyla yazılan eserin bazı mısralarında bu veznin mefʿûlün fâʿilün feʿûlün şekli kullanılarak sekt-i melih yapıldığı görülmektedir. Eser yedi beyitlik bir mesneviyle başlar. Ardından tevhit, münacat, naat ve Hz. Ali hakkında methiye yer alır. Dinî içerikli şiirlerden sonra aşk, âşık ve maşuka dair türlü hâllerden bahsedilir ve on mektup sıralanır. Konunun akışına uygun biçimde şair, murabba ve gazel nazım şekilleriyle söylediği şiirlerine yer vermiştir.
Nasihatname: Şah İsmail’in mesnevi şeklinde yazdığı bu eseri didaktiktir. Hatâyî’nin dinî görüşlerini anlattığı öğüt nitelikli bu küçük mesnevi (184 beyitli), mefâ‘īlün mefâ‘īlün fe‘ûlün kalıbıyla yazılmıştır.