Alevi-Bektaşi Edebiyatı’nın Muhtevası, Türleri ve Tarihi
Azmi Bilgin, Türk Tekke Edebiyatı’nın tarihi seyriyle ilgili şunları söylüyor; “Tekke edebiyatının ilk örnekleri Ahmed Yesevî’nin hikmetleriyle ortaya
çıkmıştır. Ahmed Yesevî bu şiirleriyle Taşkent ve Siriderya çevresinde büyük bir nüfuz kazanmış, İslâmiyet’i halkın anlayacağı bir dille anlatmış, gönüllere hitap ederek İslâmiyet’i büyük kitlelere sunmuştur. Yesevî hem medrese hem tasavvuf kültürüne sahip olduğu için hikmetlerinde
tasavvufî söylemin yanında Kur’an ve hadislerdeki İslâmî öğretinin de verilmeye çalışıldığı görülmektedir. V. (XI.) yüzyıldan itibaren Rum abdalları,
Kalenderî, Haydarî, Vefâî gibi değişik tasavvufî zümreler Anadolu’ya gelmiş ve Selçuklular döneminde henüz kurumsallaşmasa da güçlü bir tasavvuf
kültürünün oluşmasına zemin hazırlamıştır. Halkın teşkilâtlanmasında, huzur ve sükûnun sağlanmasında Mevleviyye, Rifâiyye ve Bektaşîlik gibi tarikatların büyük rolü olmuştur. Bu dönemde Kırşehir ve dolaylarında Hacı Bektâş-ı Velî, Orta Anadolu’da Yûnus Emre gibi ünlü sûfîler yetişmiştir. Çeşitli tarikatlara mensup sûfî şairler, VII. (XIII.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’da halk topluluklarına onların anlayacağı dille hitap etmiştir. Tekke ve tarikatların kurulup gelişmesine paralel olarak Anadolu’da sûfî şairler vasıtasıyla zengin bir tasavvuf edebiyatı teşekkül etmiştir. XIII-XIV. yüzyıllardaki Türk edebiyatının en önemli özelliği dinîtasavvufî ağırlıklı olmasıdır. Ahmed Fakih, Hoca Dehhânî, Şeyyad Hamza, Nesîmî gibi şairlerin eserleri bu türdendir.” Türklerin Anadolu’ya yerleşmeye başladığı dönemlerden itibaren o dönemde bu şekilde adlandırılıyor olmasalar dahi- Alevî-Bektaşîler, İran/Horasan kökenli tasavvufî kültürlerini; aileleri, obaları ve aşiretleriyle bu topraklara taşıdılar. Dönemin nispeten özgür ortamında Alevî-Bektaşî şairleri kendi adlarıyla anılmaya başlayacak olan edebi dairenin temelini attılar. Bu dönemde, toplumsal hayatta önemli bir yer işgal eden tekkeler günümüzün eğitim, sivil toplum ve yardımlaşma kurumlarının görevini üstlenmişlerdi. Bu sebeple tekke muhitlerinde oluşan edebi çevreleri toplumsal olaylardan ve olgulardan ayrı düşünmek olanaksızdır. O dönemde Anadolu’daki Müslümanlar tekkeler yoluyla dini bilgilere ulaşmakta idiler. Bu tekkelerde faaliyet gösteren tarikatların arasında Alevî-Bektaşîlik’in temelini oluşturan topluluklar, gayrı-sünnî oluşlarıyla diğer topluluklardan ayrılmaktaydılar. Daha hoşgörülü ve özgür düşünceli olan bu kesim Anadolu’da bulunan gayrı-müslim halkları da çok etkilemiştir. Öyle ki 19. yüzyılda dahi Bektaşîler arasında Rum, Ermeni kökenli şairler vardı. Tekke Edebiyatı’nın oluşum evrelerinde tekkelerin işlevleri yanında özellikle Hacı Bektaş Dergâhı, Elmalı Abdal Musa Sultan Dergâhı gibi büyük tekkelerde yetişmiş gezici dervişlerin, İslâm’ı henüz kabul etmiş göçebe topluluklar üzerinde büyük bir etkisi olduğuna değinmek gerekmektedir. Bu dervişler halkın diliyle ve halkın geleneksel şiir türleriyle eser veriyor, İslâm’ı ve Ehl-i Beyt’in gerçeklerini bu şekilde anlatıyorlardı. Bu durumda halk tabii ki kendi gelenek ve yaşam tarzlarına yakın gördükleri, kendilerinden hissettikleri dervişlere muhabbet besliyordu. Besim Atalay bu durum hakkında şunları söylüyor; “Henüz Bektaşîlik yokken bile Anadolu’da bugünkü Bektaşî edebiyatına benzeyen bir edebiyat vardı. Halk, özellikle köylüler ve zevki bozulmamış Türkler bu edebiyatın etkileri altında kalmışlardı. Resmi din bilginlerinin kuru ve tekdüze hareketleri bu edebiyatın başlıca hedefi ve yıkmak istediği bir düşmandı. ‘Bir sinek bir kartalı/salladı vurdu yere/yalan değil gerçektir/ben de gördüm tozunu’ diyen Yûnus Emre de aynı kör ve sersem taassubu yeriyordu.”
Bu dervişler şiiri kendi dini inançlarını yaymak için kullanmış ve bu konuda pek başarılı olmuşlardır. Zamanla merkezi otoritenin kuvvetlenmesi ve buna bağlı olarak tek bir inanış biçiminin meşru görülmesi yüzünden AlevîBektaşîler asılsız iftiralara uğramış, hor görülmüşlerdir. Fakat bu döneme
kadar kemikleşmiş olan Alevî-Bektaşî Edebiyatı zor ve baskı karşısında ayakta kalmayı başarmış ve günümüze dek yaşamını sürdürmüştür. Bu inanca mensup insanların, hocalardan, âlimlerden ziyade kendi âlimleri olarak gördükleri- ozanların yanında yer almış olması dünyadaki diğer dinî edebiyat çevrelerinin aksine Alevî-Bektaşî Edebiyatı’nı daima zinde tutmuş ve yazılanların sadece dinî ayinlerde başvurulan eserler olarak kalmalarını önlemiştir. Kısaca oluşum dönemine değindiğimiz Alevî-Bektaşî Şiiri, kaynağını Tevella-Teberra düşüncesinden almaktadır. Bu edebi çevrede şiirin iki yönünden biri daima Hüseyin ve Yezit’tir. Abdülbaki Gölpınarlı bu hususta şöyle söylüyor; “Ali sevgisi, On İki İmâmı kutlayış, düşmanlarına düşmanlık, Alevî-Bektaşî edebiyatının temel unsurlarından biridir.” Alevî-Bektaşîler şiirlerinin temeline Allâh, Peygamber, On İki İmâm temalarını koymuşlardır. Bu temalar Alevî-Bektaşî Şiiri’nde, İslâm’dan önceki Türk Edebiyatı’nın şekil ve türleri aracılığıyla işlenmiştir. Bu durum bazı araştırmacıların içerik yönünde de Alevî-Bektaşî’lerin şiirini hatta inancını İslâm öncesi temellere dayandırmasına sebep olmuştur. Bunun yanlış bir çıkarım olduğu kanısındayız. Çünkü Alevî-Bektaşî Şiiri’nde sözlü kaynaktan gelmesinden ötürü çeşitlenmeye uğramış münferit birkaç eser haricinde- Ehl-i Beyt’in İslâmı’na aykırı bir söz dahi bulmak imkânı yoktur. Araştırmacıların bu hadiseyi yanlış algılamasında Sünnî İslâm düşüncesi ve Ehl-i Beyt’in İslâm’ı arasındaki farkları bilmeyişleri yatmaktadır.
Alevî-Bektaşî Şiiri’nin içeriğini anlayabilmek için evvela ortaya çıktığı tekke muhitini ve dönemin gezgin dervişlerinin fikir ve inanç yapısını iyi okumak gerekmektedir. Bu tekkelerde hâkim olan Ehl-i Beyt taraftarlığı ve vahdet-i vücut düşüncesi ilk dönem Alevî-Bektaşî şiirlerinde de eserlerin ekseriyetinin temelini oluşturur. Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Sâdık Abdal gibi şairlerin şiirleri incelendiğinde bu durum fark edilecektir. On altıncı yüzyılda Balım Sultan eliyle Bektaşîliğin kural ve erkânının kaydedilip sistemli hale getirilmesi 16 ve Bektaşîlikte çok mühim yeri olan Halifebabalık
ve Dedebabalık kurumlarının kurulması, aynı devirlerde Erdebil’de Şah Hatâyî gibi bir büyük hükümdar-şairin ortaya çıkması sonucunda şiirlerde tarikatın usul ve erkânına dair konular da sık sık işlenmeye başlamış bu bağlamda birçok edebi ve didaktik 17 eser kaleme alınmıştır. Birçok toplumsal hadiseye gebe olan bu devirde Alevî-Bektaşî Şiiri’ne OsmanlıSafevi çatışmaları da yansımış, Pir Sultan Abdal gibi bu edebi çevrenin en büyük şairlerinden birkaçı tüm geleneksel konularla beraber bu çatışma ve etkileşimleri işleyerek ün sahibi olmuşlardır. Erman Artun, Alevî-Bektaşî Edebiyatı’nın içeriğini ve özelde bu durumu şu şekilde ifade etmektedir; “Bu edebiyatta Ehl-i Beyt sevgisi, aşırı derecede Ali’ye bağlanış, On İki İmâm’ı takdis eden, Oniki İmâm sözünden bozma ‘düvazman’, ya da sadece ‘düvazde’ denilen şiirler, İmâm Hüseyin’e mersiyeler, Hacı Bektaş-ı Veli ve
Alevî-Bektaşî velilerini öven, onların menkabelerini yansıtan, giyim kuşam özelliklerini, törenlerini belirten, 14.-17. yüzyılda İran’a ve Erdebil Ocağı’na bağlılığı anlatan, Osmanlıya sitem içeren nefesler vardır.” Sonuç olarak bu edebi çevrede şiirin temelini başından beri Ehl-i Beyt’in gerçekleri oluşturmakla beraber, toplumu etkileyen çeşitli faktörler de Alevî-Bektaşî şairlerince sık sık işlenmiş ve onlar bu olaylara diğer yazarşairlerden farklı bir dünya görüşüne sahip olmaları sayesinde daima ilginç ve orijinal bir açıdan yaklaşmışlardır. Şiirlerin ölçüsü, kafiye örgüsü, yazıldığı nazım birimi (Beyt, dörtlük, bent, kıta v.s) gibi dış unsurlar şiirin nazım şeklini belirlerken şiirin manası ve iç unsurları nazım türünü belirler. Burada kısaca bu edebi çevrede kullanılmış olan nazım türlerine ve nazım şekillerine değinmek yararlı olacaktır. Alevî-Bektaşî Edebiyatı’nın başlangıcından bu yana şiirlerde, daha çok halk şiirinin nazım tür ve şekilleri kullanılmıştır. Bu edebi çevrede, şiirler genelde hece ölçüsü ile koşma vs. gibi geleneksel halk şiiri şekillerinde yazılmış olsa da azımsanamayacak derecede aruz ölçüsü ile yazılmış olan şiirler de vardır. Özellikle Şâh Kulu Dergâhı, Hacı Bektaş Âsitânesi gibi devrinin bir yüksek kültür mecrası olarak işlev gören tekkelerde aruz ölçüsü ve klasik nazım biçimlerinde yazılmış şiirlere çok sık rastlanır. Sadece hece veya aruz ölçüsüyle eser vermiş şairlerin yanında hem hece hem aruz ölçüsünü kullanmış şairler de vardır. İsmet Zeki Eyüboğlu Alevî-Bektaşî Şiiri’nde halk dili, halk ölçüsü, nazım türü ve şekilleri ile yazılmış şiirler ve bunların yanında, Arapça ve Farsça ifadelerin yoğun olduğu aruz ölçüsü ile yazılmış şiirler hakkında “Dil bakımından Bektaşî şiirinde iki ayrı özellik görülür. Biri arınmış genellikle halkın konuştuğu yalın Türkçe’dir… İkinci türden olan şiirler divan yazını geleneğine bağlı kalan, diliyle, ölçüsüyle halka yabancı olan yazın ürünleridir. ” demiştir.
Bedri Noyan Dedebaba Alevî-Bektaşî Şiiri’nin nazım türleri hakkında şöyle söylüyor; “Didaktik (öğretici) olan şiirlere Nefes adı verilir. Bunların içinde bile çok lirik parçalar vardır. Bunlardan başka Nat’ler (Hz. Muhammed’e hitaben yazılmış), Hz. Ali’ye, Ehl-i Beyt’e, onların soyundan gelenlere yazılmış güzellemeler vardır. On iki imâmın adını sıra ile anarak yazılmış şiirlere Düvazdeh-i imâmân ve kısaca Düvaz derler… Hülasa olarak: Methiyeler, Nat’ler, özellikle Hz. Hüseyin için yazılmış ağıtlar, Nefesler, Devriyeler, Destanlar, Nevrûz bayramında okunan Nevrûziyeler Bektaşî Edebiyatının şiir şekillerini meydana getirir. Hz. Ali’nin Zülfikar adlı kılıcı için yazılmış şiirlere de Zülfikarname derler.” Bunlardan başka Alevî-Bektaşî Şiiri’nde taşlama, şathiye, âyetname, miraçname gibi türler başlıca nazım türleri arasında sayılabilir. Bu nazım türlerinden zülfikarname, devâzdeh imâmân (duvaz), âyetname gibileri Alevî-Bektaşî Edebiyatına has iken nevrûziye gibileri ise bu edebi çevrede çok farklı şekilde ele alınmış olduğundan dinî yahut lâ-dinî (din-dışı) benzerlerinden ayrı bir bağlamda değerlendirilmelidir.
Alevî-Bektaşî Şiiri, Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı dairesine dâhil olmakla beraber ayrı bir edebi çevre olarak da değerlendirilebilir, şüphesiz bu yargıya varılmasında bu edebiyatın, kendine has şiir türlerinin oluşu da oldukça etkilidir. Bu edebiyat, şekillerinin kaynağını hem halk şiirinden hem klasik
şiirden almıştır. Nasıl ki Hatâyî’nin gazel yahut mesnevîleri sadece muhteva açısından değil şekil bakımından da diğer klasik edebiyat verimleriyle
örtüşmüyorsa halk şiiri şekillerini kullanan Alevî-Bektaşî şairlerin şiirleri de tam anlamıyla halk edebiyatı verimleriyle örtüşmez. Taşrada yaşamış
şairler arasında dahi klasik edebiyatın sesi açıkça duyulup şekil özellikleri görülür. Öte yandan yüksek kültür muhitlerinde yetişmiş, klasik şekle bağlı
şairlerde de halk edebiyatının izleri açıkça görülür. Alevî-Bektaşî Edebiyatı tüm bu unsurların karışımından oluşmuş kendine özgü yeni bir edebiyat
şeklidir. Zira bu edebiyat, Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı başlığı altında incelenen diğer eserlerden kanımızca büyük farklılıklar arz etmektedir. Tüm
bunların yanında son elli yıla kadar, hitap edilen toplulukların ekseri taşra muhitinde yaşamış olmaları Alevî-Bektaşî şairlerin, anlaşılmak ihtiyacıyla
halk şiiri verimlerine ağırlık vermelerine sebep olmuştur. Klasik edebiyatın Alevî-Bektaşî şiirindeki yeri, Alevî-Bektaşîlerin yedi ulu ozanından beşinin
klasik şiir şekilleriyle eser vermiş olmalarından pek kolay anlaşılır. Zaten belirttiğimiz üzere bu edebiyatın kuruluş devrelerinde de halk şiiri evvela
anlaşılmak ihtiyacıyla kullanılmıştır. İddia edildiği gibi, ilk devir şairlerinin bugünkü manada Türkçü yahut sosyalist bir yaklaşıma sahip olmalarından
ötürü halk edebiyatı şekillerini kullandıklarını iddia etmek, kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Alevî-Bektaşîler arasında; hemen hemen her derviş
yahut şeyh şiir söylediği ve bunu kendi bilgisini taliplere yaymakta en doğal yol olarak gördüğü için diğer dinî topluluklara göre çok fazla şiir söylenmiştir. Fakat profosyonel manada şairlik ile uğraşmış Alevî-Bektaşîlerin özellikle bir tekkede görev alanları, genel itibariyle klasik şiir verimlerini
örnek almışlardır. Halk edebiyatında kullanılan, Alevî-Bektaşî Şiiri’nde de yer almış mana ve mefhumların, Alevî-Bektaşî Şiiri’nin halkın edebiyatı üstünde kuvvetli bir tesir bırakmasından ötürü ortaya çıktığı açıktır, İslam öncesi halk edebiyatı verimlerinde bunlara rastlanmamaktadır. Alevî-Bektaşîliğin mazmunlarından faydalanmış her şair, Alevî-Bektaşî Şiiri’ne dâhil edilemeyeceği gibi, bazı Alevî-Bektaşî şairlerin eserleri de halk edebiyatının muhtelif daireleri içine alınmamalıdır. Bizim arzumuz AlevîBektaşî Edebiyatının, Türk Edebiyatının içerisinde farklı bir bölüm olarak
ele alınması ve bilimsel yöntemlerle ortaya konmasıdır. Zira farklı Anadolu dillerinde yazılmış Alevî-Bektaşî nefeslerinin dahi Türkçe olanlarla birebir
örtüşmesi, dili yahut etnik kimliği fark etmeksizin bütün Alevî-Bektaşîlerin aynı mazmunları, ifade kalıplarını ve edebiyat şekillerini kullanması; bu
edebiyatın farklı, kendine özgü bir edebiyat şekli olduğunun açık kanıtıdır.
KAYNAKÇA:
AK Coşkun, Muhibbî Dîvânı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara
1987.
ARTUN Erman, Alevî-Bektaşî Edebiyatına Genel Bir Bakış, http://turkoloji.
cu.edu.tr/HALK%20EDEBIYATI/5.php (Erişim Tarihi: 20.07.2019.)
ATALAY Besim, Bektaşîlik ve Edebiyatı, Ant Yayınları, İstanbul 1991.
BABINGER Franz & KÖPRÜLÜ Fuad, Anadolu’da İslâmiyet (Çeviren: Ragıp
Hulusi), İnsan Yayınları, İstanbul 1996.
BİLGİN Abdullâh Azmi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.:40,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, İstanbul 2011.
EYUBOĞLU İsmet Zeki, Bütün Yönleriyle Bektaşîlik, Der Yayınları, İstanbul
1990.
GÖLPINARLI Abdülbaki, Alevi Bektaşî Nefesleri, İnkılâp Kitabevi, 2. Baskı,
İstanbul 1992.
GÜMÜŞOĞLU Dursun, 15. Yüzyıl Bektaşîliğinde Sâdık Abdâl Örneği, AlevilikBektaşîlik Araştırmaları Dergisi, Sayı:5 (2012).
HASANÜ’L-BERÂTÎ, Melce-i Âl-i Âbâ, 1311.
İYİYOL Fatih, Alevî-Bektaşî Geleneğinde Düvâzlar-Düvâzimâmlar, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:6, Sayı:27 (2013).
KAYA Haydar, Alevi Bektaşî Erkânı, Evrâdı ve Edebiyatı, Kendi yayını, İstanbul 1996.
KÖPRÜLÜ Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1976.
NOYAN Bedri, Bektaşîlik Alevilik Nedir, 2. Baskı, Ankara 1987.
NOYAN Bedri, Bütün Yönleriyle Bektaşîlik ve Alevilik c.:1, Ardıç Yayınları,
Ankara 1998.
NOYAN Bedri, Bütün Yönleriyle Bektaşîlik ve Alevilik c.:3, Ardıç Yayınları,
Ankara 2000.
ÖZTELLİ Cahit, Bektaşî Gülleri, Özgür Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1997.
SÂDIK ABDÂL, Sâdık Abdâl Dîvânı (Çeviriyazı, Sadeleştirilmiş Metin ve
Tıpkıbasım) (Çeviren: H. Dursun Gümüşoğlu), Dörtkapı Yayınevi, İstanbul 2019.
ŞENGÜL Abdullâh, Türk Kültüründe Nevrûz ve Anadolu’da Nevrûz Kutlamaları, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Türk Dil Kurumu Yayını, Sayı:26 (2008).
TARLAN Ali Nihat, Hayâlî Bey Dîvânı, İstanbul Üniversitesi Yayını, İstanbul
1945.
YÖRÜKAN Yusuf Ziya, Alevî Bektaşî Tahtacı Nefesleri (Hazırlayan: Turhan
Yörükan), Ötüken Neşriyat, İstanbul 2011.
YUVALI Abdülkadir, Nevrûz Bayramı ve Çarşamba Günleri, Türk Kültüründe Nevrûz, Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayını,
Sayı:100, Ankara 1995.