İmam Ali’ye Tevhid Sorusu
İmam Ali’ye Tevhid Sorusu yazımızda, İmam Aliye Allahı bize tarif et sorusu üzerine verdiği uzun cevabı sizlere aktarıyoruz.
Musadet b. Sadakat şöyle rivayet etmiştir:
İmam Cafer Sadık’ın şöyle dediğini duydum: “Bir gün Emir’ul Mü’min’in İmam Ali Kufe minberinde hutbe okuduğu sırada ansızın bir kişi ayağa kalkarak: “Ey Emire’l Mü’minin! Muhabbet ve marifetimizin artması için Allah Tebareke ve Teâlâ’yı bize tarif et.” dedi.
Emire’l Mü’minin İmam Ali öfkelenerek halkın toplanmasını istedi. Mescit tıka basa dolduktan sonra yüzünün rengi kaçmış bir şekilde ayağa kalkarak şöyle buyurdu:
“Bağışta bulunmaması O’nda bir şeyi fazlalaştırmaz, bağışlaması O’nu muhtaç ettirmez, O’ndan başka bağışta bulunanların hepsi ise zarar eder. Nimetlerinin çokluğu, faydaların fazlalığıyla doludur. Cömertliğiyle halkın geçimini garantiye alır. O’na yönelmek isteyenlere talep yolunu açmıştır. O’ndan istenilen şeylere istenilmeyenlere nispetle daha cömerttir. Zaman O’nda değişmez ki hali de değişsin. Eğer madenlerin can aldığı dağlar, denizlerin sedeflerinin tebessüm etmesine sebep olan gümüş parçası, külçe altın ve dizilmiş incileri bazı kullarına bağışlarsa, O’na hiçbir etkisi olmaz ve yanında olan şeylerin bolluğu tükenip bitmez. Yanında bağış hazineleri o kadar var ki isteyenlerin istekleri onları bitirmez ve onun çokluğu zihinlerde yer edinmez.
Zira bağışlamasıyla bağışı azalmayan cömerttir ve ısrar edenlerin ısrarı O’nu vermeye zorlayamaz. “Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı ‘Ol’ demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yasin, 82) O öyle bir zattır ki melekler O’nun keramet kürsüsüne yakın olmasına, O’na şiddetli sevgi beslemelerine, izzet ve celâline boyun eğmeleri ve gizli melekûtuna yakınlıklarına rağmen O’nun öğrettiğinden başkasını bilmezler. Onlar Kuds melekûtunun melekleri olmalarına rağmen ve O’ndan olan yazgılarından haberdar olarak şöyle söylediler: “Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin. “(Bakara, 32)
Ey soru soran! Bu şekilde özellikleri olan hakkındaki kanaatin nedir? Münezzehtir O ve hamd O’nadır. Oluşturulmamıştır ki değişiklik ve intikal mümkün olsun. Hallerin değişmesi zatında değişiklik oluşturmaz. Gece ve gündüzün değişmesi onda ihtilâf yaratmaz. Yaratıkları önceden bir şeyden esinlenmeden ve ondan önce olan yaratıcıdan arta kalan miktar olmadan yoktan türetendir O. Sıfatların O’na ihatası yoktur ki onları derk etmekle O’nun hududu son bulsun. O’nun bir benzeri olmadığı için her zaman mahlûkların sıfatlarından yücedir. Görüşler O’na ulaşmadan ve gözlerle vasfedilmek durumunda ansızın yok olurlar.
Zatını sadece kendisinin bilmesi yaratıklarının yanında tanınmıştır. En üstün şeylere üstünlüğünden dolayı varsayımcıların tahminlerinden uzaktır. O’nun azametinin künhünü mütefekkirlerin aciz düşüncelerinin kapsamasından yücedir. O’nun bir benzeri yoktur ki yarattıklarının içinde bir dengi olsun. Marifet ehlinin yanında devamlı olarak bir benzer ve eşinin olmasından münezzeh olmuştur. Allah’ı kendi sınıflarına benzeterek kendi vehimleriyle O’na mahlûkların elbisesini giydirenler yalancıdırlar. Zanlarının neticesi miktarı kadar O’nu parçalara ayırarak akıllarının kabiliyetine göre O’nu farklı yaratıkların kuvve esasına göre ölçtüler. Ölçüsü ölçülemeyen birinin ölçüsü varsayımlarca nasıl ölçülebilir ki?!
Hâlbuki anlayışlı düşünceler O’nun künhünü idrak etmekten şaşkına düşüp sapıtmıştır. Çünkü O, beşer aklının tefekkürüyle sınırlandırılmaktan ve O’nun izzet melekûtuna o kadar yakın olmalarına rağmen meleklerin ölçüyle O’nu kuşatmalarından yücedir. O’nun bir dengi olup sonra O’na onunla benzetilmekten yücedir. Çünkü O, latiftir. Her ne zaman vehimler O’nun görülmez mülkünün derinliğine dalmak isterse, düşünceler şeksiz olarak O’nun zatı ilmini idrak etmek için çaba sarf ederse, O’nun sıfatlarının nasıllığını kuşatmak için kalpler O’na doğru kanat çırparsa, kıvrak zekâlıların akılları ilâhî ilme ermek için sıfatların olmadığı başka bir yerden dalarsa yenilmiş olarak geri gönderilirler.
O halde ki gaybın karanlığının derinliği O’nun tarafına halis bir şekilde yüzmekteydi. İstenilen yolun dışında O’nun künhü azametine ulaşılmayacağını itiraf etmiştir. O’nun izzetinin büyüklüğünün ölçüsünü akıl sahiplerinin düşünceleri idrak edemez. Mahlûklarından farklı olduğundan, onlardan hiçbirine benzemediğinden hudutların kudretinden uzaktır. Çünkü her benzer şey dengi olan şeye benzer, O’nun da bir dengi olmadığı için nasıl kendisine eşit olmayan bir şeye benzetilir ki?
O, kendisinden önce bir şeyin olmadığı başlangıç, kendisinden sonra bir şeyin olmayacağı sondur. Görüşler O’nun ceberutunun yüceliğine eremez. Ceberutu perdelerle kapatıldığından görüşler ona nüfuz edemezler. İşlerin O’nun dilemesiyle çıktığı arşın sahibine mahsus olan örtülerin sağlamlığını yırtamazlar. Cebbarların izzeti O’nun azametinin büyüklüğü karşısında hakir kalmış, boyunlar O’nun karşısında eğilmiş, yüzler O’nun korkusundan sıkıntıya düşmüştür. Yoktan var ettiği şeylerin hikmet izleri aşikâr olmuş, yarattığı her şey O’na kanıt ve O’na mensup olmuştur.
Eğer yarattığı sessiz ise Allah’ın ona olan hücceti onunla tedbirle konuşmaktır. Dolayısıyla yaratılan şeyler takdir edilmiş sonra takdiri sağlamlaştırılmıştır. Zarif tedbiriyle tüm şeyleri konulması gereken yerlere koydu. Öyle bir yere yönlendirdi ki dolayısıyla hiçbir şey onun hududunun derecesine ve iradesinin intihasına erişemez. Her ne zaman iradesinin doğrultusunda bir şeyin yapılmasını emrederse zorlaştırmadı. Onların zorluğundan dolayı yorgunluk veya O’nun emrine muhalefet etmesinden kaynaklanan bir belirti yoktur. Yaratmaya başladı ve onlara itaatine mecbur etti. Yaratma sırasında hiçbir bekletilme ve gecikme olmamış ve engel çıkmamıştır.
Her şeyin delâletini belirlemiş ve onların her birinin işaretlerini ortaya koymuştur. Kendi gücüyle onların aralarındaki farklılıkları gidermiş ve onların yakınlığını sağlayacak araçları birbirine bağlamıştır. Onların renkleri arasında farklılıklar meydana getirerek cinslerini ölçü, içgüdü ve şekilde farklı kıldı. Olağanüstü varlıklar yaratarak onları sağlamlaştırdı. İcat ettiğinde dilediği gibi yarattı. İlmi, onların zerrelerinin çeşitliliklerini düzenlemiş, tedbiri güzel bir düzen sağlamıştır.
Ey soruyu soran! Bil ki O öyle bir kudret sahibidir ki vehim ve akıllar O’nun kudretinin derecesini anlamaya çalışsa, vesvese tehlikesinden uzak yüce bilginlerin zekâsı melekût gaybının derinliklerini derk etmek için çabalasa, aşk ve iştiyak dolu kalpler sıfatlarının niteliklerini anlamak için çırpınsa ve akıllar anlatılmaz bir biçimde, oldukça ince yollardan zatının ilmini elde etmek için yürümeye kalksa yine de hepsi eli boş geri döner ve gaybın karanlıklarında kendi kurtuluşları için Allah-u Teâlâ’ya sığınırlar. (Hiç kimse zatının künhüne eremez.) Büyük çaba ve telâşlarına rağmen ümitlerini kesince geri dönerler ve Allah’ı tanımanın künhüne erişilemeyeceğini, beşeri nakıs, akıl ve fikirlerle O’nu idrak edemeyeceklerini ve izzet ve celâlinin bilginlerin kalbinden dahi geçmeyeceğini itiraf ederler: “Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapkınlık içindeymişiz. Çünkü sizi âlemlerin Rabbi seviyesinde tutuyorduk. ” (Şuara, 97-98)
O’nu yarattıklarından birine denk tutan, onu sana eş tutmuş olur; sana eş kosan indirdiğin muhkem ayetleri ve ona şahadet eden apaçık delilleri inkâr etmiş olur. Şüphesiz akıllara sığmayan, dolayısıyla da düşünce esintileriyle nitelendirilemeyen Allah sensin. Hatırlara gelen düşüncelere sığmazsın, bu yüzden varlığına sınır konamaz, akıllar tasarrufta bulunamaz. Eşyanın bütün türlerini; düşünceye dalmadan, vücudunda gizli tabiattan yardım almadan, zamanların hadiselerinden doğan tecrübeden faydalanmadan ve şaşılacak islerini yoktan var ederken ona yardım eden bir ortağı da olmadan yarattı. O’nu (varlık) katmanlarının her bir yerinde olan sıfatlarında mahdut yarattıklarına denk tuttukları zaman; yüce Allah kendisiyle var idi bir aracıyla değil.
Bu nedenle O’nu hakkıyla takdir etmek mümkün olmadı. Ona akran olarak koşulanlardan kendi nefsini tenzih ederek ve kullardan O’nu kıyasla tahdit edip küfre düşenlerin sözlerinden yüce tutarak şöyle buyurdu: “Onlar Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O’nun tasarrufundadır. Gökler O’nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” (Zümer, 7) Kur’an, sana O’nun sıfatlarından neyi anlatıyorsa ona uy, hidayeti gösteren nuru ile ışıklan. Dolayısıyla sana verilen şeyleri al ve şükredenlerden ol; şeytanın bilmeni mükellef kıldığı ama Kitap’ta sana farz kılınmayan, Resûlullah’ın sünnetinde ve hidayet önderlerinde de eseri olmayan şeylerin ilmini şanı yüce olan Allah Azze ve Celle’ye bırak. Allah’ın, üzerindeki nihaî hakkı budur.
Bil ki ilimde derinleşenler; örtülüp gizlenmişleri tefsir etme hususunda bütün bilgisizliklerini ikrar edişleri kendilerini büyük gayb kapılarına girmekten müstağni kıldığı kimselerdir. İlimleriyle kuşatıp kavrayamadıkları şeylerdeki acizliklerini itiraf etmeleri “Biz ‘O’na inandık, tümü Rabbimizin katındandır.’ derler.” (Al-i İmran, 7) sebebiyle Allah da onları övmüştür. Allah, onların künhünden bahsetmekle mükellef kılınmadıkları şeylerde derinleşmemelerini, “ilimde derinleşme” olarak isimlendirir. Sen de bununla yetin ve şanı yüce ve münezzeh olan Allah’ın azametini aklınla ölçmeye kalkışma, sonra helâk olanlardan olursun.”
Kaynak: Tevhid, Muhammed b. Babaveyh, Tevhid ve Teşbihin nefyi babı.