Hak Teala’nın Resulü Muhammed’e (saa) Tavsiye ve Öğütleri – 2
Hak Teala’nın Resulü Muhammed’e (saa) Tavsiye ve Öğütleri – 2 yazımızda Hak Teala şöyle tavsiyelerde bulunmaktadır.
21- “Ya Ahmed, salat kıldığın zaman kimin karşısında durduğunu ve kime doğru (dua amacıyla) elini kaldırdığını bildiği halde uyuklayan, sebze veya başka bir şeyden de olsa günlük yiyeceği olduğu halde yarınını düşünen ve benim ondan razı olup olmadığımı bilmediği halde gülen şu üç (kısım) kulun hali ne gariptir.”
22- “Ya Ahmed, cennette (kerpiçleri) arasında boşluk, birbirine de bitişik olmayan bütünü inciden yapılmış bir saray vardır. Benim seçkin (kullarım) orada olacaklar. Her gün yetmiş defa onlara bakar ve konuşurum. Baktığım her defada onların makam ve mertebesini yetmiş kat artırırım. Cennet ehli yemek ve içmekten lezzet aldıklarında, onlar benim zikrim, konuşmam ve sözümden de lezzet alırlar.”
Resulullah, “Ya Rabbi,” dedi, “Bunların alameti nedir?” Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Onlar dünyada mahpusturlar (yani Allah yolunda zor şartlar ve sıkıntı içerisinde yaşarlar) dillerini sözün ve karınlarını yemeğin fazlasından hapsederler.”
23- “Ya Ahmed, Allah için olan sevgi fakirleri sevmek ve onlara yaklaşmaktır.”
Resulullah, “Bu fakirler kimlerdir ya Rabbi,” dediğinde, Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Onlar aza razı olan, açlığa sabreden, zorluğa şükreden, açlık ve susuzluktan şikayetçi olmayan, dilleriyle yalan konuşmayan, Rablerine karşı hoşnutsuzluk göstermeyen, kaybettikleri şeye kederlenmeyen ve Allah’ın verdiğine sevinip övünmeyen kimselerdir.”
24- “Ya Ahmed, benim muhabbetim fakirler içindir; fakirleri kendine yaklaştır ve senin yakınında oturmalarını sağla ki ben de seni kendime yakınlaştırayım. Zenginleri de kendinden uzaklaştır ve senden uzak oturmalarını sağla. Şüphesiz fakirler benim dostlarımdır.”
25- “Ya Ahmed, elbisenin yumuşağını, yemeğin lezzetlisini ve yatağın yumuşak olanını kendine süs edinme (bunlardan fazla yararlanma). Zira nefis her şerrin barınağı ve her kötülüğe arkadaştır; sen onu Allah’ın itaatine o ise seni Allah’ın masiyetine sevk eder. Sana Allah’a itaat etmede muhalefet, Allah’ın hoşlanmadığını yapmada ise itaat eder. Doyduğunda azar; acıktığında şikayetçi olur. Fakirleştiğinde gazaplanır, zenginleştiğinde kibirlenir. Büyüdüğünde (beni) unutur, (belalardan) güvencede olduğunda da gaflete dalar. O (nefis) Şeytan’ın dostudur. Nefis, çok yiyen ve üzerine yük bırakıldığında uçamayan deve kuşuna ve rengi güzel fakat tadı acı olan defne (veya zakkum) ağacına benzer.”
26- “Ya Ahmed, dünya ve onun ehline buğzet, ahiret ve onun ehlini de sev.”
Resulullah, “Ya Rabbi, kim?” dedi “Bu dünya ehliyle ahiret ehli?” Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
“Dünya ehli, yemesi, gülmesi, uykusu ve gazabı çok, rızası ise az olan kimsedir. Birine kötülük yaptığında özür dilemez, özür dileyenlerin de mazeretini kabul etmez. İtaatte tembel, masiyet zamanı ise cesurdur. Arzusu uzun, ölümü yakındır. Kendisini hesaba çekmez, (halka) yararı az olur ve çok konuşur. Allah’tan korkusu az olur, yemek zamanında ise çok sevinir. İşte dünya ehli zorluklarda bana şükretmez, belalarda sabretmezler. Halkın çok olan şeylerini küçük-az sayarlar, yapmadıkları şeylerle kendilerini överler. Kendilerine ait olmayan bir takım şeylerle iddiada bulunur, arzu ettikleri şeyleri dile getirirler. Ve de onlar halkın kötülüklerini söyler, iyiliklerini gizlerler.”
Resulullah, “Ya Rabbi,” dedi, “Dünya ehlinde bundan başka kusurlar da var mı?” Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
27- “Ya Ahmed, dünya ehlinin kusuru çoktur; cahillik ve ahmaklığı onlarda bulursun. Onlar ilim aldıkları kimselere karşı tevazu göstermezler. Kendilerini akıllı sanırlar ama ariflerin yanında ahmak işte onlardır.”
28- “Ya Ahmed, hayır ve ahiret ehlinin (şanına gelince), onların yüzü ince ve hafif olur, (Allah’a karşı) hayâları çok, ahmaklıkları ise az olur. Faydaları çok, hileleri azdır. Halk onların elinden rahatlıktadırlar ama onlar halkın elinden bir çok zorluğa katlanmaktadırlar. Sözleri ölçü üzeredir. Kendilerini hesaba çeker, nefislerini zahmete düşürürler. Gözleri uyusa da kalpleri uyumaz. Gözleri ağlar, kalpleri zikreder. Halk gafillerden yazıldıklarında onlar zâkirlerden (zikredenlerden) yazılırlar. Nimetin başında hamd, sonunda ise şükrederler. Duaları Allah’ın indinde yücelir, sözleri işitilir. Melekler onlarla övünürler. Onların duası (nuranî) hicapların altında dönüp dolaşır. Anne evladını sevdiği gibi Rableri de onların sözünü duymayı çok sever. Bir an bile bir şey onları Allah’tan alıkoymaz. Yemeğin, sözün ve elbisenin fazlasına ilgi göstermezler. Halk onların gözünde ölüdür ancak Allah’ı Hayy (sağ, diri), Kayyum (koruyan, tutan, gözetleyen) ve Kerim bilirler. Onlara yüz çevirenleri lütuf ile çağırırlar, onlara yönelenlere ise bir çok ihsan ve iyilikte bulunurlar. Artık dünya ve ahiret, onların yanında eşit bir duruma gelmiştir. Halk bir defa ölür ama onların her biri nefisleriyle cihat ettiklerinden, hevâ-heveslerine ve damarlarında dolaşan şeytana muhalefet ettiklerinden, her gün yetmiş defa ölürler. Bir rüzgar estiğinde onları şiddetle ırgalar sarsar; ama benim huzurumda durduklarında sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibidirler. Onların kalbini hiçbir yaratığa meşgul olmuş şekilde görmem.
Kendi izzet ve celâlime ant olsun ki, ruhları bedenlerinden çıktığında onları güzel ve pak bir hayatla diriltirim; ölüm meleğini onlara musallat kılmam; onların ruhunu ancak kendim alırım; göğün bütün kapılarını onların ruhu için açarım; kendimle onun arasında bulunan hicapları kaldırırım; cennetlere süslenmelerini, hurilere bezenmelerini, meleklere dua etmelerini, ağaçlara meyve vermelerini ve cennet meyvelerine eğilmelerini emrederim. Sonra Arş’ın altında bulunan rüzgarlardan birine kâfur ve keskin kokulu miskten olan dağları taşımalarını, onların da ateşsiz yakıt olmalarını ve o kulumun huzuruna varmalarını emrederim. Benimle onun ruhu arasında hiçbir perde kalmaz. Ruhunu aldığımda ona “Merhabalar olsun sana, hoş geldin.” derim, “İzzetli, müjdelenmiş, rahmet ve rızvana erişmiş olarak yücel.” Onlar için, içinde tükenmez nimet bulunan cennetler vardır. Onlar cennetlerde ebedi olarak kalıcıdırlar. Muhakkak ki, en büyük mükafat Allah katında olandır. Keşke meleklerin onun ruhunu nasıl birinin alıp diğerine verdiğini görseydin.”
29- “Ya Ahmed, ahiret ehli Rabb’lerini tanıdıklarından beri yemek onlara lezzet vermemiş, hatalarını tanıdıklarından beri hiç bir musibet onları kendine meşgul etmemiştir. Hatalarına ağlar, (hayır işleri yapmak için) kendilerini zahmete düşürürler ve nefislerine dinlenme fırsatı vermezler. Cennet ehlinin gerçek rahatlığı ölümdedir; âbidlerin dinlenme yeri ancak ahirettir. Yanaklarına dökülen gözyaşlarıyla üns kurar; sağlarında ve sollarında bulunan meleklerle oturup, dururlar ve Arşın üstünde olan Celil Allah ile de razı niyaz ederler. Gerçekten ahiret ehlinin kalplerinin içinde şu yara yerleşmiştir ki: “Ne zaman fena evinden kurtulup beka evine kavuşmakla rahatlayacağız.”
30- “Ya Ahmed, zahitlerin yüzü gündüzleri oruç tutmak ve geceleri (ibadetle geçirme) yorgunluğundan sararır, dilleri ise Allah’ın zikrinden başka bir şeye açılmaz. Sürekli hevâ ve heveslerine karşı çıkmaları sinelerinde yer alan gönüllerini ezik duruma getirir. Çok sustuklarından kendi nefislerini zayıflatırlar ve Allah’ın itaati yolunda durmadan çaba gösterirler. Bunları yapmalarına sebep ise cehennem ateşinin korkusu veya cennetin iştiyakı değildir; onlar göklerin ve yerin melekûtuna baktıklarında ancak Allah-u Teâlâ’nın ibadet ehli olduğunu bilirler (diye ibadete kapanırlar); sanki melekûtun üzerinde olanı görüyorlar!”
Resulullah, “Ya Rabbi,” dedi “Bu makamdan benim ümmetimden birine de verir misin?” Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
31- “Ya Ahmed, bu, peygamberlerin, senin ve diğer peygamberlerin ümmetinden olan doğrularla çeşitli şehid gruplarının mertebesidir.”
Resulullah “Ya Rabbi, benim ümmetimin zahitleri mi, yoksa Beni İsrail’in zahitleri daha çoktur?” diye sorduğunda, Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Beni İsrâil zahitleri senin ümmetinden olan zahitlere nazaran, beyaz inekte bulunan bir siyah tüye benzer!”
Resulullah,”Nasıl böyle olabilir ya Rabbi, halbuki Beni İsrail’in sayısı benim ümmetimin sayısından kat kat çoktur?” dediğinde, Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
“Çünkü onlar inandıktan sonra kuşkulanıp, ikrar ettikten sonra da inkar ettiler.”
Resulullah devamında şöyle buyuruyor: “İşte burada ben Allah’ıma zahitlerden dolayı çok hamd-u senâ ve şükürde bulundum ve onlar hakkında şöyle dua ettim:
“Allah’ım, onları koru ve onlara esirge, acı onlara; onlar için razı olduğun dinlerini koru. Allah’ım, onları müminlere verdiğin hiç bir şüphe ve sapma kabul etmeyen imanla rızıklandır. Onlara öyle bir takva ver ki, dünyaya rağbetleri kalmasın; öyle bir korku ver ki, gafletleri kalmasın. Onları öyle bir ilimle rızıklandır ki, cehalet ve bilgisizlikleri kalmasın. Onlara öyle bir akıl ver ki, ahmaklıkları kalmasın. Onları kendine öyle yakınlaştır ki, uzaklık kalmasın. Onlara öyle bir huşu ver ki, kasavet (taş yüreklilik) kalmasın; öyle bir hakkı hatırlama ver ki, unutmaları olmasın; öyle bir yücelik ver ki, aşağılığı olmasın; öyle bir sabır ver ki, dayanıksızlıkları olmasın; öyle bir hilim ve ağırbaşlılık ver ki, acelecilikleri kalmasın. Kalplerini kendinden utanmakla doldur ki, her zaman senden utansınlar. Dünyanın ve kendi nefislerinin afetlerini ve şeytanın vesveselerini görebilmeleri için onlara basiret ver. Gerçekten sen benim kalbimde olanı bilirsin ve sensin görülmeyenleri (gaybı) bilen.”
Resulullah’ın duası bittikten sonra Allah-u Teâlâ ona hitap ederek şöyle buyurdu:
32- “Ya Ahmed, günahlardan çekin; çünkü günahlardan çekinmek dinin başı, ortası ve sonudur. Şüphesiz insanı Allah’a ancak günahtan çekinmek yakınlaştırır.”
33- “Ya Ahmed, günahtan çekinmek kadının zinet eşyalarının arasındaki küpeye ve yiyecekler arasındaki ekmeğe benzer. Takva, imanın başı ve dinin direğidir. Takva aynen gemiye benzer; nasıl ki denizde fakat gemide bulunanlar kurtulur, hakeza zahitler ancak takva ile kurtulurlar.”
34- “Ya Ahmed, beni tanıyıp, karşımda huşu eden kimseye ben de huşu ederim.”
35- “Ya Ahmed, günahtan çekinmek kulun üzerine ibadet kapılarını açar; onunla halkın yanında aziz olur ve Allah-u Teâlâ’ya ulaşır.”
36- “Ya Ahmed, devamlı sükut üzere ol. Zira kalplerin en mamuru salihlerle susanların kalbidir. Kalplerin en kurağı ise kendilerini ilgilendirmeyen boş sözleri konuşanların kalbidir.”
37- “Ya Ahmed, ibadet on kısımdır; onun dokuzu helal malı kazanmaktır. Yemek ve içmeni (haramdan) temiz tutarsan ben seni korur, kendi himayem altına alırım.”
Resulullah dedi ki, “Ya Rabbi, ibadetin evveli nedir?” Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
“İbadetin evveli susmak ve oruç tutmaktır.”
Resulullah, “Ya Rabbi, oruçtan ne gibi sonuçlar alınır?” diye sorduğunda, Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
“Oruçtan hikmet meydana gelir, hikmet de marifeti, marifet de yakini doğurur. Yakin mertebesine ulaşan kimse ise yaşantısının zorluk veya kolaylık üzere olmasından asla endişe etmez. Ölümü yaklaştığında başı ucunda melekler dururlar… İşte onun ruhu meleklerin arasından göz kırpmaktan daha süratli bir şekilde uçup Allah’a yücelir. Öyle bir yere varır ki, artık onunla Allah’ın arasında hiç bir perde kalmaz ve Allah-u Teâlâ ise ona iştiyak duyar. O kulun ruhu Arş’ta bulunan bir pınarda oturur. Ona “Dünyayı nasıl terk ettin?” diye sorulduğunda şöyle der: “Ey Allah’ım, izzet ve celâline ant olsun ki, benim dünya hakkında hiç bir bilgim olmadı; beni yarattığından beri hep senin korkun içerisindeydim.”
Allah-u Teâlâ, “Doğru konuştun ey kulum, sen yalnız bedeninle dünyada idin; ama ruhun benimleydi. Senin açık ve gizli her şeyinden ben haberdarım; iste benden, bağışta bulunayım sana; dilediğini bildir, ikram edeyim sana. Bu benim cennetimdir; onda uç ve burası benim komşuluğumu edeceğin yerdir; oraya da yerleş.” diye buyurur.
Ruh da şöyle der: “Ey Allah’ım, kendini bana tanıttın; ben de senin marifetinle bütün yaratıklardan müstağni oldum. Kendi izzet ve celâline ant olsun ki, senin rızan, doğranmamda ve halkın öldüğü ölümlerin en zor ölümüyle yetmiş defa ölmemde olursa yine de senin rızanı tercih veririm. Allah’ım, nasıl kendimi beğenebilirim, halbuki sen beni aziz kılmasaydın zelil olurdum; bana yardım etmeseydin mağlup düşerdim; beni kuvvetli kılmasaydın güçsüz olurdum; kendi zikrinle beni diriltmeseydin bir ölüydüm ve günahlarımın üzerine örttüğün perde olmasaydı, ilk yaptığım masiyette rezil ve rüsva olurdum. Ey Allah’ım, senin rızanı nasıl istemeyebilirim? Halbuki aklımı kemale erdirmenle seni tanıdım. Hakeza hakkı batıldan, emri nehiyden ve nuru da zulmetten ayırt ettim.” Allah-u Teâlâ ise ona şöyle buyurur: “Kendi izzetim ve celâlime ant olsun ki, hiçbir zaman seninle kendim arasında bir perde bırakmayacağım. İşte dostlarımı ben böyle mükafatlandırırım.”
38- “Ya Ahmed, hangi yaşayışın daha lezzetli ve hangi hayatın daha kalıcı olduğunu biliyor musun?”
Resulullah, “Hayır” deyince Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Lezzetli yaşayış öyle bir yaşayıştır ki ona sahip olan kimse, benim zikrimden bıkmaz yorulmaz; nimetimi unutmaz, hakkıma cahil olmaz (yani ona farz olan hakkım ne ise yerine getirir) ve gece-gündüz benim rızamı elde etmeğe çalışır. Bâki (ebedî) hayata gelince, ona sahip olan kimse nefsine öyle bir muamelede bulunur ki, artık dünya onun nazarında hakir olur, gözünde küçülür; ahiret ise onun nazarında büyür. Benim isteğimi kendi isteğinden önde tutar; benim rızamı diler, azametime yakışır şekilde bana tazim eder ve ondan habersiz olmadığımı asla unutmaz. Gece-gündüz, karşılaştığı her kötülük ve masiyette beni hatırlar; benden korkar. Kalbini benim hoşlanmadığım şeylerden arındırır; Şeytan ve vesveselerinden ise nefret eder. Kalbine şeytanın musallat olmasına ve yol bulmasına izin vermez. İşte böyle yaptığında kalbine kendi sevgimi yerleştirir ve kalbini kendime has kılarım; onun feragat, meşguliyet, derdini ve konuşmasını mahlukatımdan beni seven kullara verdiğim nimetler türünden kılarım. Kalbiyle duyması ve benim yücelik ve celâlimi görmesi için can gözünü ve kulağını açarım. Dünyayı ona daraltır; onda bulunan bütün lezzetleri ona nefret ettiririm. Koyununu tehlikeli otlaklardan uzaklaştıran çoban gibi, ben de onu dünyadan ve onda bulunan her şeyden kaçındırır, uzaklaştırırım. Böyle olduğunda halktan kaçar, fena evinden beka evine, şeytanî evden rahmanî eve yönelir.”
39- “Ya Ahmed, gerçekten de ben o kulumu azamet ve heybetle zinetlendiririm. İşte lezzetli yaşayış ve bâki hayat budur ve bu ise (Allah’tan) razı olanların makamıdır.
Her kim benim rızam yolunda hareket ederse, ona üç hasleti vermeği lazım kılırım: Ona cehlin karışamayacağı şükür, unutkanlığın giremeyeceği zikir (hatırlama) veririm ve ona öyle bir sevgiyi tattırırım ki, mahlukatın sevgisini benim sevgimden öne geçirmez. Kulum beni sevdiğinde ben de onu severim, can gözünü celâlime doğru açarım, has mahlukatımı (kullarımı) ondan saklamam; mahluklarla haşır-neşir olmaktan ve onlarla konuşmaktan kopması için gece karanlıklarında ve gündüz aydınlığında onunla münacat ederim; kendimin ve meleklerimin kelamını (sözünü) ona işittiririm; halktan gizlediğim sırrımı ona âşikar ederim, bütün halkın ondan utanması için ona hayâ (utanma) libasını giydiririm ve yeryüzünde bağışlanmış olarak yürür. Kalbini geniş ve basiretli kılırım. Ona cennet ve cehennemden hiç bir şeyi gizlemem. Kıyamet günü halkın karşılaşacağı dehşet ve korkuları, alimlerle cahilleri ve fakirlerle zenginleri ne ile hesaba çekeceğimi ona bu dünyada gösteririm. Onu kabrinde uyutur, Nekir ile Münker’i, onu sorguya çekmeleri için yanına gönderirim. Ölüm sarsıntısını (sarhoşluğunu), kabir karanlığını ve kıyamet korkusunu görmez. Kıyamet günü ölçüsünü diker, kitabını açarım. Daha sonra amel defterini sağ eline veririm, onu önüne açılmış bir halde okur. Ve kendimle onun arasında bir tercüman da bırakmayacağım. İşte bu muhiplerin (sevenlerin) alamet ve sıfatıdır.”
40- “Ya Ahmed, hüznünü tek hüzün, dilini tek dil, cismini (bedenini) de diri kıl ki benden gafil olmayasın. Zira benden gafil olan kimsenin hangi vadide helak olmasını önemsemem.”
41- “Ya Ahmed, aklını yitirmeden önce kullan. Zira aklını kullanan kimse ne hataya düşer, ne de azar.”
42- “Ya Ahmed, seni diğer peygamberlere neden üstün kıldığımı biliyor musun?”
Resulullah “Hayır” dedi. Allah-u Teâlâ da şöyle buyurdu:
“Sende olan yakin, güzel ahlak, cömertlik ve halka olan rahmetinle. Yeryüzünün direkleri de ancak bu sıfatlarla yeryüzüne direk olma makamına erişmişler.”
43- “Ya Ahmed, karnı aç olan ve dilini koruyan kula hikmeti öğretirim. Bu hikmet, kâfir olan kula hüccet ve vebal, mümine ise nur, burhan (delil), şifa ve rahmet olur; onunla bilmediğini bilir, görmediğini de görür. Ona ilk olarak başkasının ayıplarından alı kalması için kendi ayıplarını ve şeytanın onu vesvese etmemesi için ilmin dakik noktalarını gösteririm.”
44- “Ya Ahmed, oruç tutmak ve susmak kadar bana sevimli olan bir ibadet yoktur. Oruç tutup da dilini korumayan kimse, salat için kıyam edip kıraatini (Fatiha suresini) okumayan kimseye benzer; ona kıyamın karşılığını verir, âbidlerin sevabını vermem.”
45- “Ya Ahmed, kulun ne zaman âbid olduğunu biliyor musun?”
“Resulullah, “Hayır, ya Rabbi,”. Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
“Onda şu yedi haslet bir arada olursa âbidlerden sayılır. Haramlardan alıkoyacak takva, faydasına olmayan ve onu ilgilendirmeyen sözlerin önünü alacak sükut, günden güne ağlamasını çoğaltacak (ilahî) korku, yalnızlıkta onu benden utandıracak hayâ, zaruret miktarınca yemek, dünyayı benim sevmediğim için sevmemek ve seçkinleri benim sevdiğim için sevmek.”
46- “Ya Ahmed, her “Allah’ı seviyorum.” diyen kimsenin, beni sevdiğini zannetme; beni gerçeğiyle seven ancak günlük yiyeceğine kanaat eden, sade elbise giyen, kıyamını uzatan, bana güvenen (tevekkül eden), çok ağlayan, az gülen, heva ve hevesine tabi olmayan, mescidi kendisine ev, ilmi yoldaş, zühdü hem dem, alimleri dost edinen ve fakirlerle birlikte olan, benim rızamı elde etmeye çalışan, günahkarlardan var gücüyle kaçan, benim zikrimle meşgul olan, daima “Subhanallah” demeyi çoğaltan, vadinde sadık olan, ahdine vefa eden, kalbi temiz olan, salatta yüreği arınmış olan, farzlar hususunda çaba gösterip zahmete düşen, benim indimdeki sevaba rağbet gösteren, azabımdan korkan, benim dostlarımla oturup duran ve onlara yakın olan kimsedir.”
47- “Ya Ahmed, bir kul gök ve yer ehlinin kıldığı salat ve tuttuğu oruç kadar, salat kılıp oruç tutsa, melekler gibi yemeği terk etse ve yoksullar gibi elbise giyinse ama kalbinde zerre kadar dünya sevgisi veya dünya makamına, refahına ve süsüne muhabbeti olduğunu görürsem, onu evimde oturtmam ve muhabbetimi onun kalbinden kazar çıkartırım. Senin üzerine benim selam ve rahmetim olsun. Gerçekten bütün hamdler, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”
Kaynak:
Bu bölümdeki hadislerin hepsi Seyit Hasan Hüseyni’nin derlediği “Kelimetullah” kitabından nakledilmiştir.