Miraçnameler

Miraçnameler; Arapça “urûc”dan (yukarı çıkmak, yükselmek) türetilmiş bir ism-i alet olan “mi’rac” kelimesi, sözlükte merdiven, basamak anlamına gelir. Türkçe’de Miraç şeklini almıştır, İslâmî gelenekte ise Hz. Muhammed’in Allâh’ın daveti üzerine gökleri aşıp Allâh’ın huzuruna çıkması, onunla görüşmesini anlatmak için kullanılagelmiştir. Miraç hadisesi, Hz. Muhammed’in en bilinen mucizelerinden olduğundan her türlü güzel sanat dalında çokça istifade edilen bir kaynak olarak kullanılmıştır. Daima şairler tarafından şiirlere konu edilmiş, zamanla sevgiliye vuslatı anlatan bir mazmun halini almıştır. Bununla beraber sadece Miraç’ı anlatan eserler de kaleme alınmış olup bu eserlere miraciye, miraçname, miraçlama gibi çeşitli isimler verilmiştir.

Araplar arasında Miraç genellikle din ilimleri bağlamında değerlendirilmiştir, edebiyata yansımaları ise ilkin Farslar arasında vuku bulmuştur. “Fars edebiyatında mi’rac edebi eserlerin konusu olarak dikkat çeker. Bunların müstakil olanlarından çok Nizami-i Gencevi’nin Hamse’si. Feridüddin Attar’ın İlahiname ve Esrarname mesnevileri, Molla Cami, Hüseyin Vaiz-i Kâşifi gibi sanatkârların değişik eserlerinin içinde yer alan örnekleri tanınmıştır.”[1] Türk Edebiyatı’nda da Miraç sıkça konu edilmiş, asıl müstakil miraçnameler Türkler arasında ortaya çıkmıştır. Dini konu edinmeyen şiirlerde de Miraç’a yer verilmiş, bu konuda gazeller ve kasideler yazılmış, mesnevilerde Miraç’ı anlatan bölümler kaleme alınmıştır. Ayrıca, birçok şairin mesnevilerinde kaleme aldıkları miraciye kısımları ile müstakil miraçnamelerin derlendiği birçok miraciye mecmuası olup Miraçnameler na’t mecmualarında da sıklıkla yer almışlardır.

Alevî-Bektaşî şairler de bu gelenek doğrultusunda kendine has ufak farklara sahip miraçlamalar yazmışlardır, bu durum Alevî-Bektaşîlerin Miraç’a bakış açılarının daha farklı olmasından kaynaklanır. Alevî-Bektaşîlerin yazdıkları miraçnamelerde, Hz. Ali’nin aslan sûretinde görünmesi, Peygamber’in yüzüğünü aslanın ağzına vermesi, Allâh’ın Hz. Muhammed’e Hz. Ali’nin sesiyle seslenmesi, Miraç’tan sonra Hz. Peygamber’in Kırklar Meclisine katılması, Selman’ın bir anda İran’dan gelmesi, bir üzüm tanesinden yapılan şıradan kırkların içmesi gibi motiflere sıkça rastlanır. Ayrıca miraçlamalarda, Hz. Peygamber’in Kırklar Meclisi’nde; tarikat erkânını ve usulünü vaaz, bugün bilinen libas-ı fahireyi tesis etmiş oldukları sıkça işlenir. Bu,  tarikat esasının ve erkânının, sadece maddi değil manevi yönden de Hz. Peygamber’e dayandırıldığını göstermesi bakımından oldukça mühimdir. 

Bu tür miraçlamalar, Yûnus’un miraçnamesinden ilhamla yazılmış olmalıdırlar. Muhtelif asırlarda yazılmış bu şiirler; Yûnus’un miraçnamesindeki vezin, dil ve söyleyiş hususiyetlerini önemli ölçüde devam ettirirler. Tüm bunların yanında miraçlamalar; cem ayini sırasında da icra edildikleri için yarı-kutsal bir mahiyet arz ederler.[2]

Çün feyz-i vücûdun ile ey pâk 
Reşk-i felek oldı arsa-i hâk 

Dîdârunı görmeği melekler 
Pâ-bûsuna yetmeği felekler 

Çoh eyleyüp ıztırâb peydâ 
Allâh’dan etdiler temennâ 

Bir yahşı zaman şereflü sâat 
Ref’oldı duâlara icâbet 

Cibrîl yetüp yetürdi fermân 
K’ey serv-i riyâz-ı ilm ü irfân 

Ey kadri bülend pâdişeh dur 
Lutf et şem’-i Kadr kadrin artur

Hurşîdüni arşa sâye kılgıl 
Mi’râcı bülend-pâye kılgıl 

Ref’ eyle hicâb-ı mâsivânı
Seyr eyle mekân-ı lâmekânı 

Müştâk-ı cemâldür melekler 
Muhtâc-ı visâldür felekler 

Eyvân-ı sipihrde sitâre 
Min min göz açupdur intizâra 

Hoş ol ki minüp Burâka hoş-hâl 
Buldun derecât-ı izz ü ikbâl 

Bastun ayağun bu çâr-tâka 
Çıhtun derecât-ı nüh-revâka 

Na’leynüne sürdi yüz meh-i nev 
Hurşîd ruhünden aldı pertev 

Gösterdi Utârid ihtirâmun 
Hat verdi ki men senün gulâmun 

Nahîdün edüp füzûn neşâtın 
Bezm-i tarab eyledün bisâtın 

İkbâlün olup karîn-i hurşîd 
Öğretdi Mesîh’e resm-i tecrîd 

Tîğunda bulup nizâm eyyâm 
Ta’lîm-i şecâat aldı Behrâm 

Bircîs’e müsâid oldı ikbâl 
Feyz-i kademünden oldı hoş-hâl 

Keyvân şeb-i Kadrin eyledün rûz 
Oldun ana şem’-i meclis-efrûz 

Râyet sâf-ı sâbitâta çekdün 
Ol mezraa mihr tohmın ekdün 

Kıldun felek atlasını rengîn 
Ol mahfile verdün özge âyîn 

Levh u kalemi müzeyyen etdün 
Kürsî ile arşı rûşen etdün 

Cibrîl’i koyup Burâk’ı saldun 
Tevhîd yolında ferd kaldun

Ref’ oldı sana hicâb-ı mâbeyn 
Nüzhet-gehün oldı kâbe kavseyn 

Getdün oraya ki getmek olmaz 
Yetdün oraya ki yetmek olmaz 

Bizden Hakka arzlar yetürdün 
Hak’dan bize müjdeler getürdün 

Lutf etdi sana inâyet-i Hak 
Tevfîk-ı nefâz-ı emr-i mutlak 

Hem mahzen-i ma’rifet kilîdi 
Hem ni’met-i merhamet ümîdi 

Deryâda olup ganî güherden 
Zevk ile dönende ol seferden 

Germ idi henüz hâb-gâhun 
Cünbişde gubâr-ı hâk-i râhun 

İnsâf hemîn ola siyâhat 
Beyle sefer ile istirâhat 

Oldı sana munca feyz hâsıl 
Bu vâkıadan zemâne gâfil

Gâfilleri eyledün haberdâr 
Esrâr-ı nihânı etdün izhâr 

Açdun der-i iltifât u in’âm 
Verdün gereğince her kime kâm 

Çün şefkat-i âmun oldı maksûm 
Lutf eyle meni hem etme mahrûm 

Bî-çâre Fuzûlî’yem ki zârem 
Züll-i güneh ile hâk-sârem

Tedbîrde süstem ü sebük-rây
Sen bir meded etmesen mana vay

Ey meş‘ale-i tarîk-ı târîk
V’ey râh-nümâ-yı râh-ı bârîk

İhsânunı hâdî-i tarîk et
Bir feyz-i nazar mana refîk et

K’âlâyiş-i ihtilâfdan pâk 
Pey-revligün eyleyem tarab-nâk

Gül-zâr-ı vücûdum ede sîr-âb
Bârân-ı rızâ-yı âl ü ashâb

Dinleyin ey ehl-i dîn siz bu görklü mu’cizi
Şeb-i İsrâda hikâyât-ı kerâmet-âmizi

Cibrîl varıp evvel Muhammed Mustafâ’ya söyledi
Rabbenâ halvet etmeklik arşa da’vet eyledi

Bak deyip çektim binek firdevs-i â‘lâdan Burâk
Ol binek sırtında gör kim yakın oldurtur ırak

Hoş cevap kıldı Muhammed okumuşsa Rab bizi
Huzûra varmak gerek bekletmeden Rabbimizi

Atlanıp ‘aşkın atıyla buldu Ahmet menzili
Gördü hem geç kalmadı anda izzet menzili

Seng-i kadîmi gördü emr edip ol pâdişâh
Söyledi kaf yâ mübârek buyurur sana ol şâh 

Muallak taş Hakk deyip de koptu yerden ansızın
Melekler hayret getirdi aydığına dilsizin

Sefâlar verdin kadem bastın felekler dinledi
Lebbeyki Ahmet çağırdı tüm melekler inledi

Hayrân olup ehl-i semâvât kara sevdâ kıldı tün
Söyleyip Allâhu Ekber oldu şeydâ büsbütün

Çıktı bir hayl-i münîr vird-i yâ hûyla râha
Melâik yoldaş olmuştu merâtibince şâha

Her katından göklerin bir el-vedâ söylemişler
Gitti mi ol şâh-ı âlem çok ezâ eylemişler

Yol üstünde bir heybetli arslana rast gelmiş ol
Bir nişân istermiş arslan ver ki yoldan geçmiş ol

Çıkarmış vermiş yüzük olsun demiştir ‘alâmet
Arslan deyip geç Muhammed açıktır istikâmet

Cibrîl dahi ol müntehâda gayrı benden pes demiş
Çıkmamıştır bil ki kimse gayrı senden bes demiş

El-vedâ ‘azîz deyip râha revân olmuş yine
Yakındır bildi mahbûbu şâdân olmuş yine

Amed-şûd olmuş Risâlet-Penâhi evednâya
Misâl-i vasl oldu bak bu mukarreb etkıyâya

Kâbe kavseyn menzilinde yâr ile yâr oldu ol
Hem anda mühr-i Süleymân hûb güftâr oldu ol

Coştu taştı kabardı bahr-i ihâtâ ol zemân 
Tûfân-ı ‘aşk içre daldı Ahmed’in keşti hemân

Yâ Muhammed Mustafâ yâ essâlât u vesselâm
Sana vü âline olsun hem yürekten hem müdâm

Hâl-i gül ü gülsitân bülbül hikâyât eylesin
Bektaş ahvâlin demiş kim ol şefâ’at eylesin

Muhammed’e bir gece
Çalab’dan indi Burak
Cebrâil eydür hocam
Miraca kıgırdı Hak

Urdu Mirac kastına
Yürüdü abdestine
Secde kıldı dostuna
Demedi yakın ırak

Gitti yek hazreti
Getirdi Burak atı
Nurdan indi hilatı
Gözü gevher yüzü ak

Kadem bir taşa bastı
Taş koptu bile vardı
Kaf ya mübarek dedi
Şöyle kaldı muallak

Taş eydür gelesini
Bir kadem basasını
Resûl eydür gelirem
Buyurur ise ol Hakk

Göklere haber oldu
Yer gök şadılık doldu
Eydürler Ahmed geldi
Bezendi sekiz uçmak

Gör Muhammed neyledi
Gökleri seyr eyledi
Ümmetini toyladı
Arşa hemin varıcak

Çün geçti felekleri
Ün geldi ki gel beri
Kaldırdım perdeleri
Hemen cemaline bak

Didarım sana ayan
Gösterdim belli beyan
İn Burak’tan ol yayan
Arşıma bas bir ayak

Ferişteler geldiler
Burak’tan indirdiler
Nalını döndürdüler
Ol dem yürüdü yayak

Üveys yerinden durdu
Arşda nalın döndürdü
Muhammed onu gördü
Visâle döndü firak

Çün dost dosta kavuştu
Yüz bin kelam danıştı
Ümmetiyçün çalıştı
Oldur Resûl-ı mutlak

Miracdan döndü yine
Geri geldi evine
Geldi gördü henüz kim
Döşeciği ısıcak

Nice bin yıllık yola
Bir demde vara gele
Yûnus eydür kim ola
Muhammed’dir ol mutlak

Sebat gönül idrâk edip fehmeyle
Kimdir şu cihânın kâim makâmı
Muhammed’e eytti Levlâke Levlâk
Ali evliyânın hatmi tamâmı

Ol gece Muhammed mirâca erdi
Erdi de tâlibin yarasın sardı
Hakkın kudretinden konukluk gördü
İzzet etti dosta döktü taâmı

Muhammed taâma aydı bismillâh
Bilesince el sundu Hazret-i Şâh
Dedi bu el kimin yâ Resûlullâh
Buyurdu Ali’nin eli ola mı

Ol gecede kabul oldu dilekler
Lerzan oldu bütün cem-i felekler
Hak katında saf saf durdu melekler
Ziyâret ettiler güzel Şâh’ımı

Ol demde sohbetin hâli bilindi
Allah bir Muhammed Ali denildi
Anda seyrettiler levh ü kalemi
Görüldü âlemin anda encâmı

Ali âlâdır Hak divânında
Hak Teâlâ kun buyurdu şânında
Yedi kat semâda arslan donunda
Hikmette gördüler kerem-kânımı

Selmân arşa çıktı eyvallâh eytti
Ahmed’den bir üzüm şeydullâh dedi
Kırklar ezdi içti eyvallâh eytti
Anda danıştılar bin bir kelâmı

Doksan bin kelâmı şerh edip buldu
Kimin nihân kimin âşikâr kıldı
Otuz bini belli şeriat oldu
Setr etti bağladı nefs-i avamı

Otuz bini tarikat iptida hâli
Evvel rehberinden tuttular eli
Gösterdi erkânı sürdüler yolu
Bekle hoş gönülle postu kıyâmı

Otuz bin marifet zat sıfat olmaz
Aslı turabda hesaba gelmez
Hakikatin künhüne her akıl ermez
Danış rehberine bozma nizâmı

Sen bu tecelliyi serde görmezsin
Bu arada eremezsen ermezsin
Aşkın mührünü canda görmezsin
Dolaşır gezersin Beyt-i Harâm’ı

Kul Himmet’im tecellisin kıldığım
El kavşırıp divânında durduğum
Günâhım çok gözlerini sevdiğim
Mürvet et bağışla gör suçumu

Kün dedi karar eyledi
Yeri göğü arşullâhı
Çar anasırdan yarattı
Âdem Safiyullâh’ı

Evvel Âdem Hakk’ı bildi
Başına çok haller geldi
Alnına bir top nur indi
Âdem bildi Nurullâh’ı

Velekad keremnâ dedi
Melekler secdeye indi
İblis lâin etmem dedi
Takındı lanetullâhı

Âdem’den zürriyet geldi
Hak emri dört güruh oldu
Dördüne dört ta’at verdi
Evvel zikri Zikrullâh’ı

Bir katre nutfeden oldu
Âdem’den nur Şit’e geldi
Ehl-i Hakk tahkik kıldı
Ve hem Şit Nebiyullâh’ı

Açıldı Haşimî necli
Mustafâ Murtazâ nesli
Yüz yirmi dört bin nebi
İbrâhim Halilullâh’ı

Halil’in evladı gelip
Abd-ül Muttalip Ebu Talip
Ol zaman nur iki olup
Bilen bildi Beytullâh’ı

Abdullâh’tan nebi zuhur
Dü cihanda oldu fâhir
Ebu Talip’ten etti zâhir
Aliyy’ün Veliyullâh’ı

Dü cihan güneşi Ahmed
Vahiy geldi oldu irşâd
Münkir ne bilsin Ahâd
Ol bir nur’u Nurullâhı

Hak emretti Cebrâil’e
Habibim Miraca gele
Önünce delili bile
Cebrâil Emirullâh’ı

Dostunun selâmın aldı
Gönülleri şâdi kıldı
Cebrâil rehberi oldu
Seyr eyledi Arşullâh’ı

Sidret-ül-müntehaya vardı
Anda Cebrâil durdu
Bundan öte sana dedi
Sen görürsün ol Allâh’ı

Yetmiş iki perde geçti,
Hakk’ın emri ile aştı.
Birinci perdey ulaştı,
Gördü Hikmetullâhı

Arş-ı muazzam’a vardı
Anda çok hâller gördü
Orda bir nişan verdi
Hâtem-i Nebiyullâhı

Nalinin çıkarmak ister
Hatiften nida dost der
Arş-ı Azim’i göster
Nalini Habibullâh’ı

Uçmak babına vardı
Destur Ya Rabbim dedi
Gel dedi Rab vird eyledi
Uzattı desd-i Yedullâh’ı

Azizullâh el uzattı
Nûru âlemi bezetti
Âlem bu anı gözetti
Gördü Hatemin vallâhi

Âşık mâşukunu gördü
Habib maksuduna erdi
Doksan bin kelâm sordu
Danıştı Kelamullâh’ı

Otuz bini şeriatta
Otuz bini tarikatta
Otuz bini hakikatte
Bilenler bildi vallâhi

Olanları bilir bilen
Hakikate âşık olan
Gördü bir mahbup civan
Habib bildi Sırrullâh’ı

Kudret lokması geldi
Süt elma baldan aldı
İkisi de bile tattı
Yediler nimetullâhı

Gelmek için destur aldı
Muhammed ayağa kalktı
Mümin’e tevhit verdi
Tutmak için illallâhı

Kudret hazinesin buldu
Üzümü ikiye böldü
Engürü bergüzar aldı
Secde edip Babullâh’ı

Kırklar yolunu gözetti
Vardı kırkları bezm etti
Oturuben niyâz etti
Selman sundu keşküllahı

Selman’a bir üzüm verdi
Yar yâri ol demde gördü
Cümlesi pervane girdi
Tutundular arşullâhı

Kırklar muradını aldı.
Esrar-ı Hak galip oldu
Muhammed evine geldi
Gördü Ali Keremullâh’ı

Ali anda tavaf etti
Doksan bin kelâmı vasf etti
Hatemi nümayan etti
Verdi Şah Emrullâhı

Çâr emânet fahri geldi
Muhammed Ali’ye verdi
Ahir sahibi var dedi
Bektaş  Kaddesallâh’ı

Şah Hasan Hüseyin geldi
İmâm Zeynel parelendi
İmâm Bâkır şehit oldu
Ol sırr-ı Kutbullâhı

İmâm Ca‘fer din rehberi
Musa Kâzım din serveri
Olalım Rızâ çâkeri
Veririm canı billahi

Takî Nakî Şâh Askerî
Onlar birbirinin yâri
Mehdî mümin intizarı
Tez gele Zamanullâhi

Kutb-u Âlem Hünkâr geldi
Emanet sahibini buldu
Cümle erler nasip aldı
Bağlandı rızâullâhi

Bendesin almış araya
Varınca baki saraya
Bu Hasretî bî-çareye
Şefaat eder inşallâhi
Mirâc’a okudu Cibrîl
Muhammed Mustafâ mâhı
Hak emrine oldu kâil
Eyledi bir azm-i râhı

Gaibten yandı bir çerâğ
Çünkü yakın oldu ırak
Cebrâil getirdi Burak
Bindi ol Habibullâhi

Burak kadem bastı arşe
Erişti hem fevkü’l-ferşe
Hak kadirdir cümle işe
Eyledi bir kez nigâhı

Bir nidâ erişti Hak’tan
Yâ Muhammed in Burak’tan
Göz kamaşır şerer-nâktan
Müminlerin kıblegâhı

Yolda da rast geldi bir şîr
Ya nedir bu işe tedbîr
Hatemini ağzına ver
Sundu iki cihân şâhı

Çıktı sidre’l-müntehâya
Erişti ilâ-nihâye
Kavuştu sırr-ı Hüdâ’ya
Seyretti Cemâlullâhı

Sordu doksan bin kelâmı
Hak ile nik ü nâmı
Bir dem eyledi ârâmı
Bu ne sırdır yâ İlâhî

Gaibten geldi yeşil el
Verdi sib şîr engûr asel
O demde göründü mahfel
Selman’ın şey‘en-lillâhı

Ayak üstü kalktı server
Oldu gönlü gözü enver
Sırr ile oldu münevver
Dedi hikmet-i ilâhî

Oldu mirâcın mübârek
Hak kıldı Kur’an tebârek
Şanına levlâke levlâk
Padişâhlar padişâhı

Vardı kırkların cemine
Oturdu Hak makâmına
Hû dedi gerçek demine
Dembedem Resûlullâhi

Buyurdu ol nûr-i vâhid
Size armağan bu tevhîd
Cümlesi de oldu sâcid
Zikretti kelamullâhı

Kırklar bir şerbet içtiler
Cân ile baştan geçtiler
Cezbe-i aşka düştüler
Ettiler kırklar semâhı

Atâ bahş eyle lütfundan
Dûr eyleme rahmetinden
Mahrum koyma şefâ‘tinden
Gedâ Feyzî pür-günâhı
Kün deyip kalem çalınca Cabbâr
Kudret kandiline bir niyâz sundu
Nûr olmuş âleme şems ile kamer
Şavk vurup cihâna hem ziyâ sundu

Ol nûrun şulesi tuttu dünyâyı
Yeri göğü arşı kürsi semâyı
Zerresinden icat etti aynayı
Hakk deyip cemâli cemâle sundu

Ve lekad keremnâ dedi Âdem’i
Bir kuru balçıktan yoğruldu teni
Nice bin yıl yattı kalıpta kevni
Alleme’l-esmâ’yı Âdem’e sundu

Kırk bin yıl ol demde olunca tamam
Üç damla nûr indi ceset buldu can
Âdem’e secde etmedi Şeytân
O zaman la‘neti Şeytan’a sundu

Âdem hayat buldu gözünü açtı
Arş yüzünde bir kubbeye ulaştı
Açıp da girmeğe hayli dolaştı
Şahâdet kelimesin Hakk nida sundu

Salavat getirip içeri girdi
Bir cânda beş isim bir cânan gördü
Uğrayıp hikmete ileri vardı
Çektiler perdeyi nihâna sundu

Aşka düştü arar cânânı anda
Müşkül olup gezdi hayli zamanda
Gözün açıp gördü Havva’yı yanda
Âdem’in desdine Havva’yı sundu

Cennette Havva ü Âdem’de idik
Sırr-ı sırr içinde müphemde idik
Uyduk envâreye buğdayı yedik
Hakk’tan destur oldu dünyâya sundu

İstiğfar eyledik isyânımıza
Hakk kendi cemalin göstersin bize
Müracaat eyledik Sultân’ımıza
Sırrından cemâli cemâle sundu
Elestüden sürdü ervâhımızı
Afv eyledi küllî isyânımızı
Nuh ile deryâya gark etti bizi
Ol demde gemiyi ummâna sundu

Yüz yirmi dört bin nebîye vardık
Cümle nebîlerin sırrına erdik
İlim tahsil edip salavat verdik
Muhammed hatemi aslana sundu

Zuhur etti Muhammed geldi meydana
Yüz sürüp hateme erdik bu deme
Candan ikrâr verdik Şâh-ı Merdân’a
Velâyet sûresin Hakk nidâ sundu

Tâlip isen gâfil olma gözün aç
Sarf eyle malını serden baştan geç
Hakk’ı tavaf ettik açıldı Miraç
Muhammed destini sultana sundu.

Ol zamanda giydik hırkayı tâcı
Destur oldu tavaf ettik Miraç’ı
Orada dârımıza durdu bir bacı
Cebrâil elini erkâna sundu

Okundu Yedullah açıldı bir bab
Doksan bin kelam yetmiş bin hicap
Otuz binin şeriat eyleyip hesap
Altmış binini Şâh-ı Merdân’a sundu

Ol demde kuruldu şeriat yolu
Cümlesi zâhire hak bildi onu
Arş yüzüne elin uzattı Ali
Hakk fermân eyleyip Vedduhâ sundu

On iki târiki tarh edip böldü
İsimler bell’olup meydâna geldi
Tevhîd’i Kırklar’a hediye aldı
Bir üzüm dânesin Selman’a sundu

Kırklar kapısına vardı Muhammed
Kimsin deyip istediler mûcizat
Ben bir fakîrim diye çağırdı o zat
Tuttular dâmenin destine sundu

Oturdu Muhammed Kırklar postuna
Candan aş’na oldu dostu dostuna
On’ki erkân kurdu irfân üstüne
Tekbîri koç-kuzu kurbana sundu

Nûr ile boyandı Kırklar’ın şarı
Lahmike kavlinde tuttuk kararı
İçinden birisi vurdu neşteri
Cümlesi kendini alkana sundu

Uyardı çerağı nûr oldu şavkı
Uzattı keşkülü Selmân-ı Pâk’i
Ol demde Kırklar’a Al(i) oldu Sâkî
Halledip engürü meydâna sundu

Kırklar Muhammed’in destin tuttular
İkrâr verip bir ikrârı güttüler
Üryân büryân olup semah ettiler
Velâyet sofrayı Kanber’e sundu

Erkân hitam buldu sofra serildi
Murat hâsıl olup lokma verildi
İblis olan o dergâhtan sürüldü
Bülbülün arzusun gülşene sundu

İsmail Günahkâr delil dediler
Üçler Beşler Kırklar ahir Yediler
Hünkâr Hacı Bektaş Velî dediler
Cümlesi elini Hünkâr’a sundu

[1] UZUN Mustafa İsmet, “Mi‘râciyye” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.:30, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, İstanbul 2005, s.:135.

[2] Cem ayini sırasında miraçlama icrası hakkında bkz.: Halil İbrahim Şahin, Ritüel ve Kutsal Anlatı İlişkisi Bağlamında Balıkesir Çepnilerinin Cem Törenlerindeki “Miraçlama”lar Üzerine Bir Değerlendirme, Millî Folklor, Sayı 105 (2015).


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir