Miraçnameler
Miraçnameler; Arapça “urûc”dan (yukarı çıkmak, yükselmek) türetilmiş bir ism-i alet olan “mi’rac” kelimesi, sözlükte merdiven, basamak anlamına gelir. Türkçe’de Miraç şeklini almıştır, İslâmî gelenekte ise Hz. Muhammed’in Allâh’ın daveti üzerine gökleri aşıp Allâh’ın huzuruna çıkması, onunla görüşmesini anlatmak için kullanılagelmiştir. Miraç hadisesi, Hz. Muhammed’in en bilinen mucizelerinden olduğundan her türlü güzel sanat dalında çokça istifade edilen bir kaynak olarak kullanılmıştır. Daima şairler tarafından şiirlere konu edilmiş, zamanla sevgiliye vuslatı anlatan bir mazmun halini almıştır. Bununla beraber sadece Miraç’ı anlatan eserler de kaleme alınmış olup bu eserlere miraciye, miraçname, miraçlama gibi çeşitli isimler verilmiştir.
Araplar arasında Miraç genellikle din ilimleri bağlamında değerlendirilmiştir, edebiyata yansımaları ise ilkin Farslar arasında vuku bulmuştur. “Fars edebiyatında mi’rac edebi eserlerin konusu olarak dikkat çeker. Bunların müstakil olanlarından çok Nizami-i Gencevi’nin Hamse’si. Feridüddin Attar’ın İlahiname ve Esrarname mesnevileri, Molla Cami, Hüseyin Vaiz-i Kâşifi gibi sanatkârların değişik eserlerinin içinde yer alan örnekleri tanınmıştır.”[1] Türk Edebiyatı’nda da Miraç sıkça konu edilmiş, asıl müstakil miraçnameler Türkler arasında ortaya çıkmıştır. Dini konu edinmeyen şiirlerde de Miraç’a yer verilmiş, bu konuda gazeller ve kasideler yazılmış, mesnevilerde Miraç’ı anlatan bölümler kaleme alınmıştır. Ayrıca, birçok şairin mesnevilerinde kaleme aldıkları miraciye kısımları ile müstakil miraçnamelerin derlendiği birçok miraciye mecmuası olup Miraçnameler na’t mecmualarında da sıklıkla yer almışlardır.
Alevî-Bektaşî şairler de bu gelenek doğrultusunda kendine has ufak farklara sahip miraçlamalar yazmışlardır, bu durum Alevî-Bektaşîlerin Miraç’a bakış açılarının daha farklı olmasından kaynaklanır. Alevî-Bektaşîlerin yazdıkları miraçnamelerde, Hz. Ali’nin aslan sûretinde görünmesi, Peygamber’in yüzüğünü aslanın ağzına vermesi, Allâh’ın Hz. Muhammed’e Hz. Ali’nin sesiyle seslenmesi, Miraç’tan sonra Hz. Peygamber’in Kırklar Meclisine katılması, Selman’ın bir anda İran’dan gelmesi, bir üzüm tanesinden yapılan şıradan kırkların içmesi gibi motiflere sıkça rastlanır. Ayrıca miraçlamalarda, Hz. Peygamber’in Kırklar Meclisi’nde; tarikat erkânını ve usulünü vaaz, bugün bilinen libas-ı fahireyi tesis etmiş oldukları sıkça işlenir. Bu, tarikat esasının ve erkânının, sadece maddi değil manevi yönden de Hz. Peygamber’e dayandırıldığını göstermesi bakımından oldukça mühimdir.
Bu tür miraçlamalar, Yûnus’un miraçnamesinden ilhamla yazılmış olmalıdırlar. Muhtelif asırlarda yazılmış bu şiirler; Yûnus’un miraçnamesindeki vezin, dil ve söyleyiş hususiyetlerini önemli ölçüde devam ettirirler. Tüm bunların yanında miraçlamalar; cem ayini sırasında da icra edildikleri için yarı-kutsal bir mahiyet arz ederler.[2]
Çün feyz-i vücûdun ile ey pâk Reşk-i felek oldı arsa-i hâk Dîdârunı görmeği melekler Pâ-bûsuna yetmeği felekler Çoh eyleyüp ıztırâb peydâ Allâh’dan etdiler temennâ Bir yahşı zaman şereflü sâat Ref’oldı duâlara icâbet Cibrîl yetüp yetürdi fermân K’ey serv-i riyâz-ı ilm ü irfân Ey kadri bülend pâdişeh dur Lutf et şem’-i Kadr kadrin artur Hurşîdüni arşa sâye kılgıl Mi’râcı bülend-pâye kılgıl Ref’ eyle hicâb-ı mâsivânı Seyr eyle mekân-ı lâmekânı Müştâk-ı cemâldür melekler Muhtâc-ı visâldür felekler Eyvân-ı sipihrde sitâre Min min göz açupdur intizâra Hoş ol ki minüp Burâka hoş-hâl Buldun derecât-ı izz ü ikbâl Bastun ayağun bu çâr-tâka Çıhtun derecât-ı nüh-revâka Na’leynüne sürdi yüz meh-i nev Hurşîd ruhünden aldı pertev Gösterdi Utârid ihtirâmun Hat verdi ki men senün gulâmun Nahîdün edüp füzûn neşâtın Bezm-i tarab eyledün bisâtın İkbâlün olup karîn-i hurşîd Öğretdi Mesîh’e resm-i tecrîd Tîğunda bulup nizâm eyyâm Ta’lîm-i şecâat aldı Behrâm Bircîs’e müsâid oldı ikbâl Feyz-i kademünden oldı hoş-hâl Keyvân şeb-i Kadrin eyledün rûz Oldun ana şem’-i meclis-efrûz Râyet sâf-ı sâbitâta çekdün Ol mezraa mihr tohmın ekdün Kıldun felek atlasını rengîn Ol mahfile verdün özge âyîn Levh u kalemi müzeyyen etdün Kürsî ile arşı rûşen etdün Cibrîl’i koyup Burâk’ı saldun Tevhîd yolında ferd kaldun Ref’ oldı sana hicâb-ı mâbeyn Nüzhet-gehün oldı kâbe kavseyn Getdün oraya ki getmek olmaz Yetdün oraya ki yetmek olmaz Bizden Hakka arzlar yetürdün Hak’dan bize müjdeler getürdün Lutf etdi sana inâyet-i Hak Tevfîk-ı nefâz-ı emr-i mutlak Hem mahzen-i ma’rifet kilîdi Hem ni’met-i merhamet ümîdi Deryâda olup ganî güherden Zevk ile dönende ol seferden Germ idi henüz hâb-gâhun Cünbişde gubâr-ı hâk-i râhun İnsâf hemîn ola siyâhat Beyle sefer ile istirâhat Oldı sana munca feyz hâsıl Bu vâkıadan zemâne gâfil Gâfilleri eyledün haberdâr Esrâr-ı nihânı etdün izhâr Açdun der-i iltifât u in’âm Verdün gereğince her kime kâm Çün şefkat-i âmun oldı maksûm Lutf eyle meni hem etme mahrûm Bî-çâre Fuzûlî’yem ki zârem Züll-i güneh ile hâk-sârem Tedbîrde süstem ü sebük-rây Sen bir meded etmesen mana vay Ey meş‘ale-i tarîk-ı târîk V’ey râh-nümâ-yı râh-ı bârîk İhsânunı hâdî-i tarîk et Bir feyz-i nazar mana refîk et K’âlâyiş-i ihtilâfdan pâk Pey-revligün eyleyem tarab-nâk Gül-zâr-ı vücûdum ede sîr-âb Bârân-ı rızâ-yı âl ü ashâb
Dinleyin ey ehl-i dîn siz bu görklü mu’cizi Şeb-i İsrâda hikâyât-ı kerâmet-âmizi Cibrîl varıp evvel Muhammed Mustafâ’ya söyledi Rabbenâ halvet etmeklik arşa da’vet eyledi Bak deyip çektim binek firdevs-i â‘lâdan Burâk Ol binek sırtında gör kim yakın oldurtur ırak Hoş cevap kıldı Muhammed okumuşsa Rab bizi Huzûra varmak gerek bekletmeden Rabbimizi Atlanıp ‘aşkın atıyla buldu Ahmet menzili Gördü hem geç kalmadı anda izzet menzili Seng-i kadîmi gördü emr edip ol pâdişâh Söyledi kaf yâ mübârek buyurur sana ol şâh Muallak taş Hakk deyip de koptu yerden ansızın Melekler hayret getirdi aydığına dilsizin Sefâlar verdin kadem bastın felekler dinledi Lebbeyki Ahmet çağırdı tüm melekler inledi Hayrân olup ehl-i semâvât kara sevdâ kıldı tün Söyleyip Allâhu Ekber oldu şeydâ büsbütün Çıktı bir hayl-i münîr vird-i yâ hûyla râha Melâik yoldaş olmuştu merâtibince şâha Her katından göklerin bir el-vedâ söylemişler Gitti mi ol şâh-ı âlem çok ezâ eylemişler Yol üstünde bir heybetli arslana rast gelmiş ol Bir nişân istermiş arslan ver ki yoldan geçmiş ol Çıkarmış vermiş yüzük olsun demiştir ‘alâmet Arslan deyip geç Muhammed açıktır istikâmet Cibrîl dahi ol müntehâda gayrı benden pes demiş Çıkmamıştır bil ki kimse gayrı senden bes demiş El-vedâ ‘azîz deyip râha revân olmuş yine Yakındır bildi mahbûbu şâdân olmuş yine Amed-şûd olmuş Risâlet-Penâhi evednâya Misâl-i vasl oldu bak bu mukarreb etkıyâya Kâbe kavseyn menzilinde yâr ile yâr oldu ol Hem anda mühr-i Süleymân hûb güftâr oldu ol Coştu taştı kabardı bahr-i ihâtâ ol zemân Tûfân-ı ‘aşk içre daldı Ahmed’in keşti hemân Yâ Muhammed Mustafâ yâ essâlât u vesselâm Sana vü âline olsun hem yürekten hem müdâm Hâl-i gül ü gülsitân bülbül hikâyât eylesin Bektaş ahvâlin demiş kim ol şefâ’at eylesin
Muhammed’e bir gece Çalab’dan indi Burak Cebrâil eydür hocam Miraca kıgırdı Hak Urdu Mirac kastına Yürüdü abdestine Secde kıldı dostuna Demedi yakın ırak Gitti yek hazreti Getirdi Burak atı Nurdan indi hilatı Gözü gevher yüzü ak Kadem bir taşa bastı Taş koptu bile vardı Kaf ya mübarek dedi Şöyle kaldı muallak Taş eydür gelesini Bir kadem basasını Resûl eydür gelirem Buyurur ise ol Hakk Göklere haber oldu Yer gök şadılık doldu Eydürler Ahmed geldi Bezendi sekiz uçmak Gör Muhammed neyledi Gökleri seyr eyledi Ümmetini toyladı Arşa hemin varıcak Çün geçti felekleri Ün geldi ki gel beri Kaldırdım perdeleri Hemen cemaline bak Didarım sana ayan Gösterdim belli beyan İn Burak’tan ol yayan Arşıma bas bir ayak Ferişteler geldiler Burak’tan indirdiler Nalını döndürdüler Ol dem yürüdü yayak Üveys yerinden durdu Arşda nalın döndürdü Muhammed onu gördü Visâle döndü firak Çün dost dosta kavuştu Yüz bin kelam danıştı Ümmetiyçün çalıştı Oldur Resûl-ı mutlak Miracdan döndü yine Geri geldi evine Geldi gördü henüz kim Döşeciği ısıcak Nice bin yıllık yola Bir demde vara gele Yûnus eydür kim ola Muhammed’dir ol mutlak
Sebat gönül idrâk edip fehmeyle Kimdir şu cihânın kâim makâmı Muhammed’e eytti Levlâke Levlâk Ali evliyânın hatmi tamâmı Ol gece Muhammed mirâca erdi Erdi de tâlibin yarasın sardı Hakkın kudretinden konukluk gördü İzzet etti dosta döktü taâmı Muhammed taâma aydı bismillâh Bilesince el sundu Hazret-i Şâh Dedi bu el kimin yâ Resûlullâh Buyurdu Ali’nin eli ola mı Ol gecede kabul oldu dilekler Lerzan oldu bütün cem-i felekler Hak katında saf saf durdu melekler Ziyâret ettiler güzel Şâh’ımı Ol demde sohbetin hâli bilindi Allah bir Muhammed Ali denildi Anda seyrettiler levh ü kalemi Görüldü âlemin anda encâmı Ali âlâdır Hak divânında Hak Teâlâ kun buyurdu şânında Yedi kat semâda arslan donunda Hikmette gördüler kerem-kânımı Selmân arşa çıktı eyvallâh eytti Ahmed’den bir üzüm şeydullâh dedi Kırklar ezdi içti eyvallâh eytti Anda danıştılar bin bir kelâmı Doksan bin kelâmı şerh edip buldu Kimin nihân kimin âşikâr kıldı Otuz bini belli şeriat oldu Setr etti bağladı nefs-i avamı Otuz bini tarikat iptida hâli Evvel rehberinden tuttular eli Gösterdi erkânı sürdüler yolu Bekle hoş gönülle postu kıyâmı Otuz bin marifet zat sıfat olmaz Aslı turabda hesaba gelmez Hakikatin künhüne her akıl ermez Danış rehberine bozma nizâmı Sen bu tecelliyi serde görmezsin Bu arada eremezsen ermezsin Aşkın mührünü canda görmezsin Dolaşır gezersin Beyt-i Harâm’ı Kul Himmet’im tecellisin kıldığım El kavşırıp divânında durduğum Günâhım çok gözlerini sevdiğim Mürvet et bağışla gör suçumu
Kün dedi karar eyledi Yeri göğü arşullâhı Çar anasırdan yarattı Âdem Safiyullâh’ı Evvel Âdem Hakk’ı bildi Başına çok haller geldi Alnına bir top nur indi Âdem bildi Nurullâh’ı Velekad keremnâ dedi Melekler secdeye indi İblis lâin etmem dedi Takındı lanetullâhı Âdem’den zürriyet geldi Hak emri dört güruh oldu Dördüne dört ta’at verdi Evvel zikri Zikrullâh’ı Bir katre nutfeden oldu Âdem’den nur Şit’e geldi Ehl-i Hakk tahkik kıldı Ve hem Şit Nebiyullâh’ı Açıldı Haşimî necli Mustafâ Murtazâ nesli Yüz yirmi dört bin nebi İbrâhim Halilullâh’ı Halil’in evladı gelip Abd-ül Muttalip Ebu Talip Ol zaman nur iki olup Bilen bildi Beytullâh’ı Abdullâh’tan nebi zuhur Dü cihanda oldu fâhir Ebu Talip’ten etti zâhir Aliyy’ün Veliyullâh’ı Dü cihan güneşi Ahmed Vahiy geldi oldu irşâd Münkir ne bilsin Ahâd Ol bir nur’u Nurullâhı Hak emretti Cebrâil’e Habibim Miraca gele Önünce delili bile Cebrâil Emirullâh’ı Dostunun selâmın aldı Gönülleri şâdi kıldı Cebrâil rehberi oldu Seyr eyledi Arşullâh’ı Sidret-ül-müntehaya vardı Anda Cebrâil durdu Bundan öte sana dedi Sen görürsün ol Allâh’ı Yetmiş iki perde geçti, Hakk’ın emri ile aştı. Birinci perdey ulaştı, Gördü Hikmetullâhı Arş-ı muazzam’a vardı Anda çok hâller gördü Orda bir nişan verdi Hâtem-i Nebiyullâhı Nalinin çıkarmak ister Hatiften nida dost der Arş-ı Azim’i göster Nalini Habibullâh’ı Uçmak babına vardı Destur Ya Rabbim dedi Gel dedi Rab vird eyledi Uzattı desd-i Yedullâh’ı Azizullâh el uzattı Nûru âlemi bezetti Âlem bu anı gözetti Gördü Hatemin vallâhi Âşık mâşukunu gördü Habib maksuduna erdi Doksan bin kelâm sordu Danıştı Kelamullâh’ı Otuz bini şeriatta Otuz bini tarikatta Otuz bini hakikatte Bilenler bildi vallâhi Olanları bilir bilen Hakikate âşık olan Gördü bir mahbup civan Habib bildi Sırrullâh’ı Kudret lokması geldi Süt elma baldan aldı İkisi de bile tattı Yediler nimetullâhı Gelmek için destur aldı Muhammed ayağa kalktı Mümin’e tevhit verdi Tutmak için illallâhı Kudret hazinesin buldu Üzümü ikiye böldü Engürü bergüzar aldı Secde edip Babullâh’ı Kırklar yolunu gözetti Vardı kırkları bezm etti Oturuben niyâz etti Selman sundu keşküllahı Selman’a bir üzüm verdi Yar yâri ol demde gördü Cümlesi pervane girdi Tutundular arşullâhı Kırklar muradını aldı. Esrar-ı Hak galip oldu Muhammed evine geldi Gördü Ali Keremullâh’ı Ali anda tavaf etti Doksan bin kelâmı vasf etti Hatemi nümayan etti Verdi Şah Emrullâhı Çâr emânet fahri geldi Muhammed Ali’ye verdi Ahir sahibi var dedi Bektaş Kaddesallâh’ı Şah Hasan Hüseyin geldi İmâm Zeynel parelendi İmâm Bâkır şehit oldu Ol sırr-ı Kutbullâhı İmâm Ca‘fer din rehberi Musa Kâzım din serveri Olalım Rızâ çâkeri Veririm canı billahi Takî Nakî Şâh Askerî Onlar birbirinin yâri Mehdî mümin intizarı Tez gele Zamanullâhi Kutb-u Âlem Hünkâr geldi Emanet sahibini buldu Cümle erler nasip aldı Bağlandı rızâullâhi Bendesin almış araya Varınca baki saraya Bu Hasretî bî-çareye Şefaat eder inşallâhi
Mirâc’a okudu Cibrîl Muhammed Mustafâ mâhı Hak emrine oldu kâil Eyledi bir azm-i râhı Gaibten yandı bir çerâğ Çünkü yakın oldu ırak Cebrâil getirdi Burak Bindi ol Habibullâhi Burak kadem bastı arşe Erişti hem fevkü’l-ferşe Hak kadirdir cümle işe Eyledi bir kez nigâhı Bir nidâ erişti Hak’tan Yâ Muhammed in Burak’tan Göz kamaşır şerer-nâktan Müminlerin kıblegâhı Yolda da rast geldi bir şîr Ya nedir bu işe tedbîr Hatemini ağzına ver Sundu iki cihân şâhı Çıktı sidre’l-müntehâya Erişti ilâ-nihâye Kavuştu sırr-ı Hüdâ’ya Seyretti Cemâlullâhı Sordu doksan bin kelâmı Hak ile nik ü nâmı Bir dem eyledi ârâmı Bu ne sırdır yâ İlâhî Gaibten geldi yeşil el Verdi sib şîr engûr asel O demde göründü mahfel Selman’ın şey‘en-lillâhı Ayak üstü kalktı server Oldu gönlü gözü enver Sırr ile oldu münevver Dedi hikmet-i ilâhî Oldu mirâcın mübârek Hak kıldı Kur’an tebârek Şanına levlâke levlâk Padişâhlar padişâhı Vardı kırkların cemine Oturdu Hak makâmına Hû dedi gerçek demine Dembedem Resûlullâhi Buyurdu ol nûr-i vâhid Size armağan bu tevhîd Cümlesi de oldu sâcid Zikretti kelamullâhı Kırklar bir şerbet içtiler Cân ile baştan geçtiler Cezbe-i aşka düştüler Ettiler kırklar semâhı Atâ bahş eyle lütfundan Dûr eyleme rahmetinden Mahrum koyma şefâ‘tinden Gedâ Feyzî pür-günâhı
Kün deyip kalem çalınca Cabbâr Kudret kandiline bir niyâz sundu Nûr olmuş âleme şems ile kamer Şavk vurup cihâna hem ziyâ sundu Ol nûrun şulesi tuttu dünyâyı Yeri göğü arşı kürsi semâyı Zerresinden icat etti aynayı Hakk deyip cemâli cemâle sundu Ve lekad keremnâ dedi Âdem’i Bir kuru balçıktan yoğruldu teni Nice bin yıl yattı kalıpta kevni Alleme’l-esmâ’yı Âdem’e sundu Kırk bin yıl ol demde olunca tamam Üç damla nûr indi ceset buldu can Âdem’e secde etmedi Şeytân O zaman la‘neti Şeytan’a sundu Âdem hayat buldu gözünü açtı Arş yüzünde bir kubbeye ulaştı Açıp da girmeğe hayli dolaştı Şahâdet kelimesin Hakk nida sundu Salavat getirip içeri girdi Bir cânda beş isim bir cânan gördü Uğrayıp hikmete ileri vardı Çektiler perdeyi nihâna sundu Aşka düştü arar cânânı anda Müşkül olup gezdi hayli zamanda Gözün açıp gördü Havva’yı yanda Âdem’in desdine Havva’yı sundu Cennette Havva ü Âdem’de idik Sırr-ı sırr içinde müphemde idik Uyduk envâreye buğdayı yedik Hakk’tan destur oldu dünyâya sundu İstiğfar eyledik isyânımıza Hakk kendi cemalin göstersin bize Müracaat eyledik Sultân’ımıza Sırrından cemâli cemâle sundu Elestüden sürdü ervâhımızı Afv eyledi küllî isyânımızı Nuh ile deryâya gark etti bizi Ol demde gemiyi ummâna sundu Yüz yirmi dört bin nebîye vardık Cümle nebîlerin sırrına erdik İlim tahsil edip salavat verdik Muhammed hatemi aslana sundu Zuhur etti Muhammed geldi meydana Yüz sürüp hateme erdik bu deme Candan ikrâr verdik Şâh-ı Merdân’a Velâyet sûresin Hakk nidâ sundu Tâlip isen gâfil olma gözün aç Sarf eyle malını serden baştan geç Hakk’ı tavaf ettik açıldı Miraç Muhammed destini sultana sundu. Ol zamanda giydik hırkayı tâcı Destur oldu tavaf ettik Miraç’ı Orada dârımıza durdu bir bacı Cebrâil elini erkâna sundu Okundu Yedullah açıldı bir bab Doksan bin kelam yetmiş bin hicap Otuz binin şeriat eyleyip hesap Altmış binini Şâh-ı Merdân’a sundu Ol demde kuruldu şeriat yolu Cümlesi zâhire hak bildi onu Arş yüzüne elin uzattı Ali Hakk fermân eyleyip Vedduhâ sundu On iki târiki tarh edip böldü İsimler bell’olup meydâna geldi Tevhîd’i Kırklar’a hediye aldı Bir üzüm dânesin Selman’a sundu Kırklar kapısına vardı Muhammed Kimsin deyip istediler mûcizat Ben bir fakîrim diye çağırdı o zat Tuttular dâmenin destine sundu Oturdu Muhammed Kırklar postuna Candan aş’na oldu dostu dostuna On’ki erkân kurdu irfân üstüne Tekbîri koç-kuzu kurbana sundu Nûr ile boyandı Kırklar’ın şarı Lahmike kavlinde tuttuk kararı İçinden birisi vurdu neşteri Cümlesi kendini alkana sundu Uyardı çerağı nûr oldu şavkı Uzattı keşkülü Selmân-ı Pâk’i Ol demde Kırklar’a Al(i) oldu Sâkî Halledip engürü meydâna sundu Kırklar Muhammed’in destin tuttular İkrâr verip bir ikrârı güttüler Üryân büryân olup semah ettiler Velâyet sofrayı Kanber’e sundu Erkân hitam buldu sofra serildi Murat hâsıl olup lokma verildi İblis olan o dergâhtan sürüldü Bülbülün arzusun gülşene sundu İsmail Günahkâr delil dediler Üçler Beşler Kırklar ahir Yediler Hünkâr Hacı Bektaş Velî dediler Cümlesi elini Hünkâr’a sundu
[1] UZUN Mustafa İsmet, “Mi‘râciyye” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.:30, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, İstanbul 2005, s.:135.
[2] Cem ayini sırasında miraçlama icrası hakkında bkz.: Halil İbrahim Şahin, Ritüel ve Kutsal Anlatı İlişkisi Bağlamında Balıkesir Çepnilerinin Cem Törenlerindeki “Miraçlama”lar Üzerine Bir Değerlendirme, Millî Folklor, Sayı 105 (2015).