Hz. İmam Mehdi ile İlgili Nefesler

Hz. İmam Mehdi ile İlgili Nefesler; On İki İmâm’ın sonuncusu ve İmâm Hasan Askerî’nin oğlu olan İmâm Muhammed Mehdî, 15 Şâban 255 (29 Temmuz 869)[1] günü, Samarra’da dünyaya geldi.

On İki İmâmcılık’ın son imâmı olarak kabul edilir. Abbasî zulmü yüzünden küçük yaşlarda iken gaybete çekilmiştir,[2] ahir zamanda zuhur edeceğine ve dünyayı adaletle doldurup “Rızâ Şehri“ ismiyle anılan ideal devleti kuracağına inanılır.[3]  Künyesi ve ismi -diğer tüm imâmlarda da olduğu gibi- Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından önceden bildirilmiştir.

On İki İmâmcılık’ın Mehdî anlayışının birçok mezhebi ve dini etkilediği, siyâsi ve toplumsal manada bir kurtarıcı bekleyen ezilen toplumlar için bu fikrin daima bir umut ışığı olduğu görülmektedir. İslâm’ın diğer yorumlarında ve birçok dünya dininde de izlerine rastlanan “Mehdeviyet“ kavramı her dinî zümre tarafından farklı bir şekilde ele alınmıştır. Mehdî’nin geleceği günü beklemek, tüm mazlumların ahını onun alacağına yürekten inanmak her zaman Alevî-Bektaşîler için zorbalık ve zulüm karşısında duydukları kini ve bu zorluklara dayanma kudretini ifade etmenin bir aracı olmuştur. Alevî-Bektaşîler, insanlığı, doğru yola iletecek olanın, İmâm Mehdî olduğuna, hakikate sadece onun hidâyetiyle vakıf olunacağına inanmışlardır.[4] Onun dönüşünü, adil ve masum (günahsız) bir yönetici olarak ideal devleti kurup yönetmesini beklemek Alevî-Bektaşîler’in özellikleri arasında zikredilmiştir hatta Osmanlı döneminde “Kızılbaşlar ve Işıklar”[5] tarafından işlenmiş suçlar hakkında yazılmış bazı fermanlarda, bu güruhun işledikleri suçlardan birinin de “Mehdî-i zaman gelecek” [6] demek olduğu kayıtlıdır. Hz. Peygamber’in (s.a.a) “Zamanın imâmını tanımayan cahiliye ölümüyle ölür” buyruğu, İmâm Mehdî’nin Alevî-Bektaşîler açısından neden bu denli önemli olduğunu özlü bir şekilde ortaya koymaktadır.

İnanç içinde bu denli öneme sahip bir şahsın, kendini şiirle ifâde eden bir topluluğun edebiyatında işlenmemiş olması düşünülemezdi. Hakkında birçok müstakil şiir yazıldığı gibi düvazlarda genellikle “Hüccet“, “Sahib-livâ”, “Mehdî-devrân”, “Kaim“, “Sahib-zaman”, “Mehdî Dedem“[7], “Muntazır“ “Mehdî-resûl“[8] lakaplarıyla anılmıştır.[9] Alevî-Bektaşî Şiiri’nde, zulmün ve karşısında direncin anlatıldığı; şairin siyasetle ilgili görüşlerine yer verdiği şiirlerde, İmâm Mehdî’nin sıkça anıldığını ve zuhuruna sık sık işaret edildiğini görüyoruz. Ayrıca Mehdî’nin gaybeti hakkında yazılmış bir mesnevinin metni, Bedri Noyan’ın eserinde yer almıştır. (NOYAN Bedri, Bütün Yönleriyle Bektaşîlik ve Alevilik (C.7), Ardıç Yayınları, Ankara 2006, s.:98-101.)

Her giden gelmiş benim bir gûlizârım gelmemiş
Gönlümü sad-âbâd eyler ser-mi‘mârım gelmemiş

Gittiği gün yaktı yıktı virân eyletti yurdu
Mülke mâlik pâdişâhım u serdârım gelmemiş

On değildir yüz değildir yolundan yüz sürdüğüm
‘Aşk atıyla çekti gitti şehsüvârım gelmemiş

Yüz sürüp gözden öpüp toprakların sardım nice
Bir mezâr toprak hani bir tek gubârım gelmemiş

Od tüter bağrım üstünden bahtımın hiç kârı yok
Çarşı ve bâzâr içinde de attârım gelmemiş

Gözgüye düşmüş aksiyle balkıyan billûr ise
Sırr olmuş ardında kim çeşm-i nizârım gelmemiş

Kan döküp çeşm-i nizârım gitti yârin ardına
Ben kalıp Ya‘kûb tek Yûsuf-i zârım gelmemiş

Düldül gibi yol ettim âhın şehr-i Kûfe’sinde ben
Tîğ-i Mülcem vurmuş kaşı Zülfikâr’ım gelmemiş

Gayb olup şol kâre tün elbet çıkar Eş-şems tanı 
Uyurmuş bir inde kim özge-humârım gelmemiş

Şimdi lâl-i leb-i yârden sâkiyâ doldur kadeh
Bak garîb meyhânemiz çün ki sâgârım gelmemiş

Şöyle sarhoş eydür eyvâh Bektaş ellerde şimdi
Hâ bugün hâ yarın olmuş güzel yârim gelmemiş
Yürüdü eyledi Urum üstüne
Ali nesli güzel imâm geliyor
İnip temenna eyledim destine
Ali nesli güzel imâm geliyor

Doluları adım adım dağıdır
Tavlasında küheylanlar bağlıdır
Aslını sorarsan Şah’ın oğludur
Ali nesli güzel imâm geliyor

Tarlaları adım adım çizili
Rakibin elinden ciğer sızılı
Al yeşil giyinmiş gerçek gazili
Ali nesli güzel imâm geliyor

Mağripten çıkar görünü görünü
Kimse bilmez evliyânın sırrını
Koca Haydar, Şâh-ı Cihan torunu
Ali nesli güzel imâm geliyor

Pir Sultan Abdal’ım görsem şunları
Yüzüm sürsem boyun eğip yalvarı
Evvel başlar on’ki imâm serveri
Ali nesli güzel imâm geliyor

Hazret-i Ali’nin devri yürüye
Ali kim olduğu bilinmelidir
Alay alay gelen gaziler ile
İmâmların öcü alınmalıdır

Kendini teslim et bu ser çeşmeye
Er odur ki yarın senden şaşmaya
Bir gaziye bin münâfık düşmeye
Din aşkına kılıç çalınmalıdır

Çağırırlar filan oğlu filana
Kılıcı arştadır doğru gelene
Ne itibar Yezit kavli yalana
Ya ser verip ya ser alınmalıdır

Yeryüzünü kızıl taçlar bürüye
Münâfık olanın bağrı eriye
Sahib-i zamanın emri yürüye
Mehdî kim olduğu bilinmelidir

Pir Sultan’ım eydür ey derde derman
Kendini çevir de andan gel hemân
İstanbul şehrinde ol Sâhib-zamân
Tâc-ı devlet ile salınmalıdır
 
Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim

Gönül çıkmak ister Şah’ın köşküne
Can boyanmak ister Ali müşküne
Pirim Ali On ik’imâm aşkına
Açılın kapılar Şah’a gidelim

Her nereye gitsem yolum dumandır
Bizi böyle kılan ahd ü amandır
Zincir boynum sıktı hayli zamandır
Açılın kapılar Şah’a gidelim

Yaz selleri gibi akar çağlarım
Hançer ile ciğerciğim dağlarım
Garip kaldım şu arada ağlarım
Açılın kapılar Şah’a gidelim

Ilgıt ılgıt eser seher yelleri
Yâre selam eylen Urum elleri
Bize Peyik geldi Şah bülbülleri
Açılın kapılar Şah’a gidelim

Pir Sultan’ım eydür mürvetli şâhım
Yaram baş verdi sızlar ciğergahım
Arşa direk direk olmuştur ahım
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Hak’tan inâyet olursa
Şah Urum’a gele bir gün
Gazada bu Zülfikâr’ı
Kâfirlere çala bir gün

Hep devşire gele iller
Şah’a köle ola kullar
Rum’da ağlayan sefiller
Şad ola da güle bir gün

Çeke sancağı götüre
Şah İstanbul’da otura 
Firenk’ten yesir getire
Horasan’a sala bir gün 

Devşire beyi paşayı
Zapteyleye dört köşeyi
Husrev ede temâşâyı
Ali divan kura bir gün

Gülü Şah’ın doğdu deyi 
Bol ırahmet yağdı deyi
Kutlu günler doğdu deyi
Şu âlem şad ola bir gün

Mehdî Dedem gelse gerek
Ali divan kursa gerek
Haksızları kırsa gerek
İntikamın ala bir gün

Pir Sultan’ın işi ahtır
İntizarım güzel Şâh’tır 
Mülk iyesi padişahtır
Mülke sahip ola bir gün
Gece gündüz intizârım pîrime
On İk’imam seher vakti gel yetiş
Kanım kaynar Ehl-i Beyt’in yoluna
On İk’imam seher vakti gel yetiş

Kimin umudu var kimin akçası
Kimi şalvar giyer yoktur bohçası
Bu garip gönlümün bağı bahçesi
On İk’imam seher vakti gel yetiş

Bizi ilettiler Mansur dârına
İmân ikrâr getir derler pîrine
La‘net olsun münâfıklar cânına
On İk’imam seher vakti gel yetiş

Tavus kuşu cevlân kılar bu demde
Çekmişler Mansur’u dâra meydânda
Nice sefillerin boynu urganda
On İk’imam seher vakti gel yetiş

Kul Himmet der Kulhuvallâhu Ehad
Cesedimde cân kalmadı bu saat
Dün ü gün virdim Mehdî-Muhammed
On İk’imam seher vakti gel yetiş
Hey Yezit yanına kalır mı sandın
Nice intikamlar alınsa gerek
Mehdî çıkar ise nicolur halin
Heybetli kuşları çalınsa gerek

Gazi Mehdî bir gün Urum’a çıkar
Yezit kalasını hem burcun yıkar
On İki İmâm’ın sancağın çeker
Kırmızı taç ile salınsa gerek

Sanma ki Osmanlı yanına kalır
Tanrı’nın arslanı Şah oğlu gelir
Darb ile elinden tahtını alır
Harabende erkân sürülse gerek

Yezit göze almış ol güzel Şah’ı
Muhammed Ali’dir onun yardağı
Ali’m bu dünyaya gelir bir dahi
İşiten Yezitler yerinse gerek

Bir gün bu dünyanın sahibi gelir
On İki İmâm’ın hakkını alır
Yezitler arada hep telef olur
Müminlerin hali sorulsa gerek

Pir Ali der Mehdî ciğer yanığı
Kırmızıdır donu yeşil sancağı
Düzelim koşalım bahçeyi bağı
Yezitler aradan sürülse gerek
Kıble tarafından bir yeşil sancak
Seksen bin er ile Şâm’a gelecek
Çıkıp minâreye selâ verecek
Şad olup da cümle âlem duyacak

Kâbe’nin Beytullâh’ın yolunu açar
Sivas kalesinde çok kanlar saçar
Vezirler mansûbun terk eder kaçar
Öğlen vakti Kayseri’yi alacak

Hünkâr Hacı Bektaş Veli’m de mihmân
Ol zaman medh olur ol şâh-ı hûbân
Emeksiz sofuyu vur deyi fermân
Hatay kulu hemen yazıp salacak

Al yeşil sancaklar parlar meydânda
Ehl-i îmân olan dirilir anda
Aliyye’n-velîyullâh okunur künde
Şad olup da mümin kullar gülecek

Kuşlukda Ankara’ya uğradır yolu
İzmir’de çağırdır adını Ali
Figâna koyuldu İstanbul eli
Dünyâ yedi kerre ırgalanacak

Melekler de anda seyre çıkacak
Ay ile gün hicâbını çekecek
Kâfirlerin kalesini bozacak
Orda Acem şâhı karşı gelecek

Dil bilmez âsîler deryâya kaçar
Haktan lütuf olur deryâya saçar
Kâh yerden yürüyüp kâh gökten uçar
Yetmiş gün Urum’da kılıç çalacak

İşte o zamanda şeri‘âtı dizecek
Kâfirlerin icâdını bozacak
Mağrib maşrık İsfahân’ı gezecek
Dünyâ yedi kerre hem dolanacak

Yeniden kuracak erkânı yolu
Yolu bed-ter eden şeytânın kulu
Sakın gâfil olma ey Sefil Ali
Vallâhi billâhi böyle olacak
Ala gözlü güzel Şâh’ım
Gelir mihmân olur bir gün
Haklıyı haksızı seçer
Herkes suçun bilir bir gün

Kim çeker İmâm sancağın
Gerçek bilir n’olacağın
Mat eder Urum sancağın
Şah Urum’u alır bir gün

Mehdî çıkınca minbere
İsa gökten iner yere
Mümin olan durur dâre
Hakka secde kılar bir gün

Görür münkirin işini
Seyret gözünün yaşını
Yer tutar anın başını
Yüz üstüne kalır bir gün

Mehdî’nin bir oğlu olur
İsmine Kasım çağrılır
İsrâfil sûru üfürür
Hep vademiz yeter bir gün

Yolcu adımı atamaz
Ağzından lokma yutamaz
Herkes dediğin edemez
Hep sınılır kalır bir gün

Yecüc Mecüc asker çeker
Dabbetü’l-arz yerden çıkar
Ak üstünden kara kalkar
Halk imansız kalır bir gün

Gör ne yazılmıştır serde
Nazar kılmış iki nurda
Şenlik bulunmaz her yerde
Kırk yıl ıssız kalır bir gün

Âleme bir yıldız doğar
Şulesi cümleye çavar
Gece gündüz yağmur yağar
Âlem su kesilir bir gün

İsrâfil sûru üfürür
Canlara derman verilir
İnsan hep kalkar derilir
Hak divana gelir bir gün

Kara yel eser cihana
Dağ taş tutulur Tufan’a
Mağripten ulu divana
Maşrıkta düzülür bir gün

Hak çıkar kürsü üstüne
Gel der çağırır dostuna
Yedi tamunun üstüne
De mizan kurulur bir gün

Kaynar katıran kazanı
Atarlar yoldan azanı
Mikâil tutar mizanı
Günahlar tartılır bir gün

Kazdırır cehennem damın
Yakarlar münkirin canın
Akrebe sokturur tenin
Azaplar verilir bir gün

Kızgın sacı da kızdırır
Münkire namaz kıldırır
Oddan kamçıyı çaldırır
Günahlar sorulur bir gün

Kul Hüseyn’im güzel Şâh’ım
Dağdan taştan çok günahım
Şâh’dürür elim ayağım
Hak cevabım verir bir gün
Gelince cihana Muhammed Mehdî
Devran bizim olur gam çekme gönül
Bir gün Harici’den alırız ahdi
Seyran bizim olur gam çekme gönül

Âl-evlâda garaz eder Ma’viya
Biat eylemezler Âl-i Abaya
Irkı bozuk olan yunmaz bu suya
Umman bizim olur gam çekme gönül

Çok sözlerim vardır amma söylenmez
Cahil olan âl-evlâda bağlanmaz
Mahşere dek bu yaralar sağlanmaz
Cihan bizim olur gam çekme gönül

Sinemizde vardır Hüseyn’in derdi
Biz de fark eyledik merd oğlu merdi
Koymayın meydana her kalbi kartı
İrfan bizim olur gam çekme gönül

Sefil Sıdkî bu yârenin emi var
Şu gönlümde Kerbelâ’nın gamı var
Bir gün olur müminlerin Cemi var
Meydan bizim olur gam çekme gönül

[1] GÖLPINARLI Abdülbaki, Oniki İmâm, Der Yayınevi, İstanbul 1979, s.:199.

[2] Giritli Ali Resmî Baba tarafından kaleme alınmış olan Uyûnu’l-Hidâye’nin muhtasarı niteliğindeki Melce-i Âl-i Âbâ isimli yazmada; İmam Mehdî’nin doğumu ve gaybeti hakkında daha maruf olan doğum tarihi yerine başka bir tarih belirtilmekle beraber “İmâm Hasanü’l-‘Askerî hazretlerinin, İmâm Muhammed Mehdîden gayrı evlâdı olmayub hemân on ikinci imâmdır ve künyeleri Ebu’l-Kâsım ve lakabları İmâmiyye kavlince; Hüccet ve Kâim ve Mehdî ve Müntazır ve Sâhibü’z-Zamândır ve Hatîme-i Eimme-i İsnâ’aşerdir. Velâdet-i şerîfleri Sürremenreayda hicretin iki yüz elli sekizinci Ramazânın yiğirmi üçünci güni vâki’ olub ve iki yüz altmış bir tarîhinde aktâb-ı tal’atleri sehâb-ı ‘inâyet-i rabbânîde tîr-i dilândan muhtefî olub ne burcda gurûb ideceğinden kimesne haberdâr olmadı.” (HASANÜ’L-BERÂTÎ, Melce-i Âl-i Âbâ, 1311, V:39b-40a.) sözlerine yer verilmiştir

[3] Alevî-Bektaşîler için bir yönetimin idealliği, başında masum imâmın bulunup bulunmaması ile alakalıdır. Alevî-Bektaşîlik’e göre, İmam Mehdî de diğer imâmlar gibi masum (günahsız) olup zamanımızın imâmı o olduğundan şu anda sadece o ideal bir yönetici olabilir. Sadece onun yönetiminde ideal devletten bahsedilebilir. Bu sebeple ideal bir düzenin kurulmasını isteyen bireyler, İmam Mehdî’nin zuhuru için çaba sarf etmelidirler.

[4] Melce-i Âl-i Âbâ isimli yazmada, bu durum “Hak subhâne ve te’âlâ hazretleri, bir kuluna ‘inâyet nazarıyla nazar eylese ol kul Kur’ânın ve Muhammed’in ve ‘âlemin ve âdemin hakîkatine ve kendinin hakîkatine ve sırrına vâkıf olur ve Mehdînin hidâyetine mazhar olur. Ol vakt Mehdî mezhebinden ve (ümmetinden) olur ve izhâr ideceği hakîkat ehlinden olur.” (HASANÜ’L-BERÂTÎ, Melce-i Âl-i Âbâ, 1311, V:25b-26a) denerek açıklanmıştır.

[5] “Kızılbaş teriminin ilk defa Osmanlı Sultanı II. Bayazıd tarafından kullanıldığını ve bundan sonra dönemin arşiv kaynaklarına girdiğini söyleyebiliriz. II. Bayazıd 1501 yılında vuku bulan Şarur savaşından önce Elvend Akkoyunlu ve Kürt Emir Hacı Rüstem’e göndermiş olduğu mektuplarda ‘taife-i bağiyye-i kızılbaşe hazzelehumullâh’ ve ‘cerriat-ı kızılbaş’ ifadelerini kulanmaktadır. Sultan Bayezid’ın bu mektubunda daha çok Şah İsmail ve taraftarlanın kasdettiği açıktır… Hiç şüphesiz bu terimlerden en çok kullanılan ‘Kızılbaş’ terimidir. ‘Işık’ ve ‘Kalender’ terimleri ise özellikle XVI. yüzyılın ortalarında ve sonlarına doğru sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Bunun sebebi Kalender zümrelerin Safevi propagandaları sonucunda Kızılbaşlığa teveccüh etmeleridir. Bu sebeple muhtemelen Kalender kökenli Kızılbaşlara işaret etmek üzere Işık ve Kalender terimleri kullanılmakta olduğunu tespit edebiliyoruz.” TEBER Ömer Faruk, Osmanlı Belgelerinde Alevilik İçin Kullanılan Dinî-Siyasî Tanımlamalar, Dinî Araştırmalar, Cilt: 10, Sayı: 28 (Mayıs-Ağustos 2007), s.:28,29.

[6] AHMET REFİK, Onaltıncı Asırda Râfızîlik ve Bektâşîlik (Sadeleştiren: Mehmet Yaman), 1994, s.:86.

[7] Bu lakap Alevî-Bektaşîlerin, İmam Mehdî’nin ölmediği Allâh’ın onu gaybete çektiği, zuhur edecek olan Mehdî’nin kim olduğu konusundaki inanç ve görüşlerini açıklamaktadır. Genellikle Hz. Peygamber’in (s.a.a) soyundan gelen şairler İmam Mehdî’den “Dedem” diye bahsederler. Bu durum onların ahir zamanda zuhur edecek Mehdî’nin gaybete çekilen, Hz. Peygamber (s.a.a) soyundan gelen, İmam Hasan Askerî’nin oğlu olan; on ikinci imâm olduğuna dair inançlarını bir yönden daha belgeler niteliktedir.

[8] Risâlete ve hidâyete çağıran anlamına gelir, peygamberlik anlamındaki “Resûllük” ile karıştırılmamalıdır.

[9] Bu lakaplar, Mehdî’nin Alevî-Bektaşîlik’teki yerini ve bu toplumdaki “mehdeviyet” anlayışının çerçevelerini ortaya koyması bakımından teolojik açıdan da oldukça değerlidir.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir