Duvazlar (Devazdeh İmaman)
Duvazlar (Devazdeh İmaman); On iki imâmın sırayla, kendilerine has özellikleri ve hayatlarından kesitlerle anlatıldığı; faziletlerinin övüldüğü, Alevî-Bektaşî Edebiyatı’na has şiir türüne “duvaz” yahut duvazimâm denir. Bu isim Farsçada “on iki imâm” demek olan devâzdeh imâmân sözünün bozulmasıyla ortaya çıkmıştır.
Duvazlar; yakarış, mersiye, methiye, çeşitli cem hizmetleri gibi muhtelif konularda yazılmış olup On İki İmâm’ın ismini zikreder ve onları bu yönlerden anlatırlar. Bu nedenle duvazlar münacat, na’t, mersiye, methiye gibi şiir türleri içinde de değerlendirilebilir fakat belirli bir çerçevesinin hatta sıklıkla kullanılmasından ötürü mazmunlaşmış kendine has söz kalıplarının olmasından ötürü duvazları, müstakil bir tür olarak değerlendirmek daha doğru olur. Duvazlar, kendi içinde de kurban duvazı, delil/çerâğ duvazı, darda okunan duvazlar v.s. gibi muhtelif bölümlere ayrılırlar. Duvaz türünün sınırları ve çerçevesi bu yönden henüz, tam anlamıyla belirlenmiş değildir.
Alevî-Bektaşî şiirinin temellerinin atıldığı günden beri yazılmaya devam eden duvazlar hakkında, araştırmacıların birçoğu, bu türün Hatâyî ile başladığını belirtmiş olsalar da XIV. yüzyılda yaşamış, Yedi Ulu Ozan arasında sayılan büyük tasavvuf şairi Nesimî’nin divanında birçok duvaz örneği bulunur. Yine ilk dönem Alevî-Bektaşî şairlerinden olan Kaygusuz Abdal’ın şiirleri arasında da aruz ölçüsü ile yazılmış bir duvaz bulunmaktadır.[1] Seyyid Ali Sultan dergâhında yetişmiş bir şair olan Sâdık Abdal’ın divanı, duvaz türünün XV. yüzyılda yazılmış iki örneğini içerir. XVI. yüzyılda Fuzulî,[2] Pir Sultan Abdal, Hatâyî, Kul Himmet gibi büyük şairlerin hepsi duvaz yazmışlar, duvaz türünün en önemli ve en meşhur örneklerini ortaya koymuşlardır. Alevî-Bektaşî Edebiyatı’nın ilk numunelerinin ortaya çıktığı yüzyıllardan itibaren “duvaz” türünde şiirler söylenmiş olsa da XVI. yüzyıldan sonra duvaz yazmanın bir şair için Alevî-Bektaşî olduğunu göstermenin açık bir ifadesi olduğu görülmektedir. Bu sebeple XVI. yüzyıldan günümüze dek sayısız duvaz yazılmıştır.
Duvazlar daima halk tarafından en çok bilinen ve benimsenen şiir türü olmuştur.[3] Öyle ki bazı yörelerde Alevî-Bektaşîlik ile ilgili tüm şiirlere duvaz dendiği görülür.[4] Bütün imâmların, İslâm’ın tek gerçek otoritesi ve bir sırrın varis ve sahipleri olarak görülmesi[5] dolayısıyla Hz. Ali ve Hz. Hüseyin hariç diğer imâmlar hakkında pek fazla müstakil şiir yazılmamıştır.[6] İmâmlar hakkında söylenmek istenenler çok büyük sıklıkla duvazlarda dile getirilmiştir.
Aslen On İki İmâm’ı anmak ve anlatmak için yazılmış olsalar da duvazların hemen hepsinde Hz. Peygamber (s.a.a) ve Hz. Fatma’dan bahsedildiği görülür. Bununla beraber birçok duvazda Alevî-Bektaşî inancında çok önemli bir yeri olan Selman, Kanber gibi Sâdık sahabelerden, imâmların çocuklarından, Hacı Bektaş Veli, Balım Sultan, Seyyid Ali Sultan gibi tarikat ulularından bahsedilir. Ayrıca imâmların isimlerini bir dörtlükte sayan yahut daha maruf lakapları yerine ilk isimlerini kullanıp o isimde kaç imâm olduğunu gösteren duvazlar da vardır.[7] Duvazlar sıklık sırasıyla gazel, kaside, koşma, murabba, terkib-i bend, terci-i bend, müseddes, muhammes şekillerinde yazılmışlardır.[8]
Duvazlar cem ayini sırasında icra edilmesi bakımından da oldukça önemlidir, birçok yörede cem hizmetleri esnasında o konu üzerinde yazılmış bir duvaz okunur, cemdeki hizmetlerin görülmesinde duvazlar etkilidir. Bazen hizmetin duvaz marifetiyle yapıldığı da olur. Ayrıca duvaz icrasının cem ayininin türüyle paralellik arz ettiği de görülmektedir.[9]
Âlem yüzüne saldı ziyâ Âl-i Muhammed Seyfin çâk edüp geldi yine Âl-i Muhammed Nâdân ne bilir dânâ bilir Âl-i Muhammed Fe salli âlâ seyyidinâ Âl-i Muhammed Sed salli âlâ mürşidinâ Şâh-ı Velâyet Kemter kuluyum ben Ali’nin ol şâh-ı keremdir Hasen başımın tâcı Hüseyn gözümde nemdir İmâm-ı Zeynel-aba Bâkır mihr-i haremdir Fe salli âlâ seyyidinâ Âl-i Muhammed Sed salli âlâ mürşidinâ Şâh-ı Velâyet İmâm-ı Ca‘fer Sâdık gibi bir dahı irfân İmâm-ı Mûsâ Kâzım gibi olmaya sultân Cihân yüzünü görse değer Şâh-ı Horasan Fe salli âlâ seyyidinâ Âl-i Muhammed Sed salli âlâ mürşidinâ Şâh-ı Velâyet İmâm-ı Takî gözlerime ‘ayn-i cilâdır İmâm-ı Nakî sâyesi bol mürg-i hümâdır İmâm Askerî derdimize ‘ayn-ı devadır Fe salli âlâ seyyidinâ Âl-i Muhammed Sed salli âlâ mürşidinâ Şâh-ı Velâyet Çün Mehdî zuhur ede nihân kalmaya perde Şol zâlimleri kesse gerek tîğ ü teberle Seyyîd Nesimî medhin okur şâm ü seherde Fe salli âlâ seyyidinâ Âl-i Muhammed Sed salli âlâ mürşidinâ Şâh-ı Velâyet
Olar kim bende-i Fazl-ı Hüdâdır Muhibb-i hânedân-ı Mustafâ’dır Hakikat kâbesidir kıble-gâhım İmâm-ı pîşüvâmız Murtazâ’dır Hasan’dır ol safâ-i ehl-i cennet Hüseyn şâhım şehid-i Kerbelâ’dır Dün ü gün söylerim kılgıl ibâdet Hüseyn oğlu Ali Zeyne’l-abâdır Muhammed Ca‘fer ü Musi-i Kâzım İmâm-ı heştumin Musa Rızâ’dır Takî vü ba-Nakî ol şâh-ı Asker İmâmım Mehdî-i sahib-livâdır Oku lanet humar u huk ü hırsa Olar kim düşman-ı Âl-i Âbâ’dır Teberrâ kılmayınca yok tevellâ Teberrâsız tevellâlar hatadır Tevellâ kıl ey miskin Nesimî Tevellâ kılmayanlara belâdır
Muhammed bahrine gavvâs olanlar Arayıp isteyip şâhı bulanlar Hüsn-i vechinden özge nesne yokdur Hüsn-i şâh ile yeksân olanlar Çü Zeynel ‘Abidîn mas’ûm-ı pâkdır Ki onlar olmadı değil olanlar Muhammed Bâkır u Ca‘fer-i Sâdık Tarik-i menzilinde pîş olanlar Mûsa-i Kâzım oldu Ali Rızâ Sadef ister iken güher bulanlar Muhammed-i Takî’dir Ali Nakî Hasanü’l-Askerî şâhı sevenler Muhammed Mehdî şâh-ı evliyâya Kim inkâr eyledi üç dengiler Biçâre Kaygusuz şâhın kuludur Hüseynîler durur gerçek erenler
Câna kalmaz bir fedâî cânlaruz Terk-i tecrîdiz fenâî cânlaruz Sûfî-i şeytân şiristin âkiyüz Ehl-i tevhidiz Hüdâî cânlaruz Kıblemizdir vech-i pâki Ahmed’ün Biz Muhammed Mustafâî cânlaruz Ka’bemizdir âstânı Haydar’un Biz Aliyye’l-Murtazâî cânlaruz Biz Hasen ‘aşkında içtik zehr-i gam Biz Hüseyn-i Kerbelâî cânlaruz Cân ile Zeyne’l-‘İbâd’ın abdiyiz Hâsılı Âl-i Âbâî cânlaruz Hâk-i râhıyız Muhammed Bâkır’un Ca‘ferî mezheb sefâî cânlaruz Şâh Takî vü Nakî sultânımız Hem Rızâ-i Muktedâî cânlaruz ‘Askerî’nin askeriyiz askeri Mehdî-i sâhib-livâî cânlaruz Kelbiyiz dergâh-ı Âl-i Haydar’un Biz de bu derde gedâî cânlaruz Kaçma bizden Hayretî bîgâne-vâr Biz de birkaç âşinâî cânlaruz
Sûretâ gerçi ki kâş u göz temâşâsındayuz Zâhidâ ma‘nîde Hakk’ın ‘arş â‘lâsındayuz Secde emrinde mu‘ânnid olmazısak Âdem‘e Biz Hüdâ’nın bilmiş ol firdevs-i â‘lâsındayuz Küfr ile î‘mânı yeksân iden abdallardanuz Gâh mescidde gehi kibrin kilisâsundayuz Şöyle hayrân olmuşuz kim kendimizden geçmişüz Rûzgârın biz ne telhinde ne helvâsındayuz Mest u rüsvâ bengî birkaç harâba kullaruz ‘Âlemin her giz ne sulhün ne gavgâsındayuz Ey birâder ibn-i vaktüz genc-i ‘uzlette bugün Biz ne emr ü zindeyüz dehrin ne ferdâsındayuz Genc-i dil genc-i melâl u gamla mâlâ mâlinin Yine biz sanman menâl u mâl sevdâsındayuz Bulmayalum şeşder gamdan gerekmez bize küşâd Zâr olalum nitekim işbu felek tavlâsındayuz Her kişi bir hisse almışdur bu dünyâdan velî Sehm-i â‘lâ bizdedür kadeh-i mu‘allâsındayuz Zerre nûr kim Mustafâ’nun mihr-i sergerdânuyuz Katreyüz kim Murtazâ’nın ‘ilmi deryâsundayuz Biz Hasen ‘aşkına kıldık zehr-i mihnet ihtiyâr Biz Hüseyn içün henüz kân ağlaruz yâsundayuz Cân ile dilden bugün Zeyne’l-‘İbâd’ın ‘abdiyüz Bu cihânun ne vezîrinde ne pâşâsındayuz İşimiz altun olursa tan mıdır çün her nefes Kimyâ-i himmet-i Bâkır temennâsındayuz Subh gibi yüzümüz ağ olsa tan mıdır bizim Sâdık’ın sıdk ile çün dâim tevellâsındayuz Mûsî-i Kâzım hem ‘Ali Mûsâ Rızâ cân ile Sevmeyen bî-dînlerün dâim teberrâsındayuz Okuruz medhin Takî ile Nakî’nin her zemân ‘Askerî’nün dâima evsâf u imlâsındayuz Gün gibi Sâhib-zemân yâ Rabb kaçan ede tulû‘ İntizâr-ı pertev hem nûr-i tecellâsundayuz Mustafâ’nun ümmetiyüz Murtazâ’nın bendesi Çâker-i Âl-i ‘Abâ’yuz Hayretî tâzandayuz
Mihrini mühr etmişem ben sînem içre Haydar’in Cân ü dilden çâkeriyem sıdk ile ol serverin Nâzil oldu Hel-etâ şânında dahi Lâ fetâ Sahibidir Düldül’ün hem hâcesidir Kanber’in Zülfikâriyle müsehhâr kıldı heft-i kişveri Parmağıyle feth edübdür kapusunu Hayber’in Mustafâ Şems-üd-duhâ hem Murtazâ’dır Vel-kamer Hem emîr-ül-mü’minin hem sâkisidir kevserin Nûr-i çeşmi Ahmed’in hem Murtazâ’nın dîdesi Kurrat-ül-‘ayni Ali’nin âlidir Peygamber’in Bâb-ı Şebpîr ile Şebper’dir Hasan biri Hüseyn Ey mevâlî bil bulardürür imâm ü rehberin Ba’de Zeyn-el-âbidin’dir hem imâm-ı mü’minân Çün Muhammed Bâkırî oldu atası bunların Mûsi-i Kâzım muhit-i mihr-i ilm ü ma’rifet Hem Ali Mûsâ Rızâ’dır Kâ’besi mü’minlerin Keşf ola bâb-ı tarikat hem Takî’nin aşkına Sıdk ile bel bağlayub terk eylegil cân ü serin Hakka kurbet bulasın ger diler isen ey azîz Mezhebinden yüz çevirme ol Nakî vü Asker’in Yâ Muhammed Mehdî-i Sâhib-Zamân ile zuhûr Neslini katl eyle müşrikler ile kâfirlerin Yâ İlâhî Mustafâ vü Murtazâ’nm hakkı üçün Sen duâsın müstecâp et bu Hatâyî kemterin
Hakk Muhammed Ali kurretü’l-aynım Aman yâ Hasen’im meded yâ Hüseyn’im İkrâr ü imanım Şah Hüseyn’im Aman yâ Hasen’im meded yâ Hüseyn’im Ali Zeyne’l-Abâ Bâkır ü Ca‘fer Cennet-i â‘lâ da saki-i Kevser Al-i Muhammed’dir şafi’-i mahşer Aman yâ Hasen’im meded yâ Hüseyn’im Musa-i Kâzım’dır penâh-gânımız Hakka giden Hakk’dır doğru râhımız Biz bendeyiz anlar padişâhımız Aman yâ Hasen’im meded yâ Hüseyn’im Aliyyü’r-Rızâ’dır kıble-i hâcet Muhammed Takî’dir nur-i hidâyet Aliyyü’n-Nakî’dir sahib-keramet Aman yâ Hasen’im meded yâ Hüseyn’im Hasenü’l-Askerî Kâbe-i irfân Muhammed Mehdî’dir sahibü’z-zeman Al-i Muhammed’dir derdlere derman Aman yâ Hasen’im meded yâ Hüseyn’im Fahr-i Risâlet’dir öz dedeleri Hadîcetü’l Kübra hem ceddleri Fatimetü’z-Zehra valideleri Aman yâ Hasen’im meded yâ Hüseyn’im On iki imâma bendeyiz bende Anların aşkıyla gönlümüz zinde Hubb-i Sıbteyn ile olduk ferhunde Aman yâ Hasen’im meded yâ Hüseyn’im Pirim Hacı Bektaş-ı Veli evlad-ı Haydar Al-i Muhammed’den doğdu ol gevher Hilmî Dede Pir’im uşşaka rehber Aman yâ Hasen’im meded yâ Hüseyn’im
Dedim dilber ne söyleyim Dedi şükr-i Hüdâ söyle Dedim mahşerde ümit var mı Dedi Mustafâ’ya söyle Dedim dermanımdır Ali Dedi özde benem beni Dedim Şâh-ı Merdân Ali Dedi müşk-i keşa söyle Dedim Hasan, Hüseyn, Zeynel Dedi Bâkır’dır hem rehber Dedim Ca‘fer gibi ruhsar Dedi ruh-i rika söyler Dedim Kâzım gibi hani Dedi musâhib mürebbin tanı Dedim Şâh-ı Horasanî Dedi Hulk-i Rızâ söyle Dedim Takî Nakî Asker Dedi Mehdî bizi kurtar Şah Hatâyî virdim ezber Daim Yasin Tâhâ söyle
Muhammed Ali’yi candan sevenler Yorulup yollarda kalmaz inşallâh Ol İmâm Hasan’ın yüzün görenler Hüseyin’den mahrum olmaz inşallâh Zeynel Abidin’den bir dolu içtim Muhammed Bâkır’la kaynayıp coştum Ben İmâm Ca‘fer’in izine koştum Andan gayrı yola salmaz inşallâh Musa-i Kâzım’dan kopan erenler Baş can verip bu cemleri görenler Şah İmâm Rızâ’ya ağu verenler Divanda şefaat bulmaz inşallâh Bir gün olur okuturlar defteri Şah Oğlu’nun elindedir teberi Uyanınca Takî Nakî Askerî Açılan gülümüz solmaz inşallâh Şah Hatâyî’m bu pend bize yeter a Özünü katagör ulu divana Mehdî şevki şu cihanı tutar a Şah kuluna sitem olmaz inşallah
Allâh bir Muhammed Ali’dir Ali Onun da ismi cümle âlemde dolu Bu yol da Muhammed Ali’nin yolu Gel Muhammed Ali’min dergâhına gel Arıtıp kalbinin pasın silersen Mahşerde ölmedin Haktan dilersen Eğer Hakka yakın olmak dilersen Gel Muhammed Ali’min dergâhına gel Hiç Hasan’ın ismi gönlümden ayrılmaz Şah Hüseyin’im diyen diller yorulmaz Bu yolda ölen canlara sual olunmaz Gel Muhammed Ali’min dergâhına gel İmâm Zeynel Abidin derler adına Yezit sığmaz oldu yerler kabına Gel on iki imâm sancağının dibine Gel Muhammed Ali’min dergâhına gel Gel varalım İmâm Bâkır oğluna Uymayalım şol Yezit’in feyline Gel uyulım İmâm Ca‘fer kavline Gel Muhammed Ali’min dergâhına gel Musa Rızâ Kâzım ol canlar canı İmâm Rızâ derler ol mürfet kani Yarın da varacağımız hakkın divanı Gel Muhammed Ali’min dergâhına gel Nakî ile Takî iyi bilişir Ali’m de Hasan Askeri’ye karışır Bunlara karışan Hakka ulaşır Gel Muhammed Ali’min dergâhına gel Pir Sultan Abdal’ım hey dur atından Umman budur fetva getir müftüden Meğer aman dilerisen ulu Mehdîd’en Gel Muhammed Ali’min yoluna gel
Kudret kandilinde parlayıp duran Muhammed Ali’nin nurudur vallâh Zuhur edip kâfir leşkerin kıran Elinde Zülfikar Ali’dir billah Elinde Zülfikar altında Düldül Uğrunca Kanber’in dilleri bülbül Hazret-i Fâtıma cennette bir gül Ona bizim dedi Hak Habibu’llah Zuhur etti İmâm Hasan Hüseyin Anların nurundan ziyalandı din Kırk pare bölündü Zeyne’l-Abidin Çekelim yasını hasbetenlillah Muhammed Bâkır’dan Ca‘fer-i Sâdık Şah Musa Kâzım’la hem Rızâ dedik Tarikat abıyla cismimiz yuduk Hak buyurdu mü’min kalbi beytu’llah Takî Nakî İmâmların civanı Hasanü’l-Askerî cismimin canı Elinde hüccetli Sahip-zamanı Vakti tamam olup göndere Allâh Ta ezel ezelden böyle kuruldu Hariciler bu dergâhtan sürüldü Kün deyip yedi kat gök duruldu Bir harf ile bina tuttu arşu’llah Virânî’yim niyâzım var üstaza Elinde Zülfikar hem ehli-i gaza Bin bir dondan baş gösterdi Murtazâ Biz dahi bir bölük tuttuk eyvallâh
Gel dilber ağlatma beni Şâh-ı Merdân aşkına Dü cihanın rehnüması Şir-i Yezdan aşkına Şâhım Hasan Pir Hüseyin Kerbelâ-meydan için Lütfedip bağışla cürmüm Ali sübhan aşkına İmâm Zeynel Abidinin abına yundun ise Arayıp kendi özünde Bakırı buldun ise Ceddin Evlad-ı Muhammed Ca‘fer’i bildin ise Rahma gel ol Şâh-ı Merdân Âl-i İmrân aşkına İmâm Musa-yı Kâzım’dır Ehl-i Beyt’in serveri Cam-ı aşkı nûş edenler müpteladır ekseri Şâh-ı Şehid-i Horasan İmâm Rızâ’dan beri Müptelaya merhamet kıl kalb-i viran aşkına Şah Takî u ba Nakî’nin bend oluban rahına Sâdıkane ver salavat Ehl-i Beyt ervahına Gâfil olma yok vefası dü cihan hublarına Gel feragat eyle gönül kâmil insan aşkına Ey Virânî çıkma yoldan doğru raha gel beri Muhabbet şevkat senindir ey Hasanü’l-Askerî Evliyâlar serfirazi Hacı Bektaş-ı Veli Sen ganisin ver muradım Mehdî devran aşkına
Ağlar gezerim cihanda Ali diye Ali Ali diye Yalvarırım Muhammed’e Ali diye Ali Ali diye Bektaş-i Velide hal var Fatma anada hayal var Gece gündüz Hakka yalvar Ali diye Ali Ali diye Hasan, Hüseyin inleşir Melekler çalar çağrışır Şah yoluna gider bağrışır Ali diye Ali Ali diye İmâm Zeynel semah tutar Bâkır’a Ca‘fer’e yeter Kumru dost dost diye öter Ali diye Ali Ali diye Musa Kâzım’a danıştık İmâm Rızâ’ya ulaştık Şahın sevdasına düştük Ali diye Ali Ali diye Takî, Nakî bu dediler Askeriye hu dediler Mehdî bir Kırklar Yediler Ali diye Ali Ali diye Kul Himmet’im katar katar Gevher almış gevher satar Arşullâhta bir kuş öter Ali diye Ali Ali diye
Sabahtan yönümü Hakka döndürdüm Muhammed Ali’yi göreyim Dünyanın gamından çektim elimi Mürşid-i Kamil’e ereyim deyi Varıp bir kâmile yoldaş olmağa Ahd eyleyip ikrarında durmağa Dört duvarın binasını kurmağa Ararım üstadım bulayım deyi Âşıkım serimi sevdaya saldım Aşkın ateşine tutuldum yandım İmâm eşiğinde peymançe durdum Ali’nin yoluna öleyim deyi Ol İmâm Hasanı canımla sevdim Mazlum Hüseyinin gulamı oldum İmâm Zeynel ile zindanda durdum Kendimi kırk pare böleyim deyi Bir zaman anarım kesemem zikrim İmâm Bâkır’ın adına kurbanım Dünü günü vird eyleyip okurum Ca‘fer’den bir nasip alayım deyi Musa Kâzım dâmenine niyâzım İmâm-ı Rızâya bağlıdır özüm Takî Nakî Askeriyedir sözüm Mehdî ile kılıç çalayım deyi Kul Veli’m de Hakka secde ederim Hakkın buyurduğu yola giderim Dinim haktır Hakk kelamı eyderim On İki İmâma ereyim deyi
Dostum Muhammed’dir hak habîbullâh Söylersen Muhammed Ali’den söyle Cihâna geldiler sırr-ı sırrullâh Söylersen Muhammed Ali’den söyle Hasan Muhammed’dir Hüseyin Ali Şah İmâm Zeynel’e demişiz belî Muhammed Bâkır’ı sevdik ezelî Söylersen Muhammed Ali’den söyle Enbiyâ evliyâ onlara âşık Verdiler ikrârı oldular tanık Hak mezhebi İmâm Ca‘fer-i Sâdık Söylersen Muhammed Ali’den söyle Mûsâ-i Kâzım’dan kuruldu erkân Şah İmâm Rızâ’dır pîr-i Horasan Takî ile Nakî mümine îmân Söylersen Muhammed Ali’den söyle Hasanü’l-Askerî server-i âlem Muhammed Mehdî’dir sâhibu’l kerem Genc Abdâl’ım zikret dilinde her dem Söylersen Muhammed Ali’den söyle
Haktır Allâhım Muhammed Mahım Ali’dir şâhım Allâh eyvallâh Ol Fahrünnisa Hatice Kübra Nur-u Kibriya Allâh eyvallâh Şepperü Şüpper Abidin server Bâkır u Câfer Allâh eyvallâh Mûsâ-yi Kâzım Rızâ imanım Takî’dir daim Allâh eyvallâh Nakî’dir iman Askerî’dir can Mehdî-i devran Allâh eyvallâh Çârdeh-i mâsum Şehid-i mazlum Cümlesi malûm Allâh eyvallâh Aşka bir canım Sırr-ı Rahman’ım Derde dermanım Allâh eyvallâh Kanber ü Selman Pir Balım Sultan Bunlarla ihsan Allâh eyvallâh Yüzümüz yerde Elimiz erde Huzur-i Pir’de Allâh eyvallâh Münîre kemter Sizden ey server İsteği Kevser Allâh eyvallâh
Cuşa geldi bahr-i vahdet iptida Kûn dedi halk oldu mevcut bu bina Nur-i Hak’tan halk olundu enbiya Mümin olan eylediler iktida Hasan hulk-i Rızâ şâh-ı velâyet Hüseyn-i Kerbelâ nûr-i hidâyet Geçmek istersen sıratı selâmet Can ile gel bunlara kıl itaat İmâm Zeynel dest-i gir-i müzniban İmâm Bâkır mülteca-ı ins ü can Tutagör Ca‘fer-i Sâdık’tan daman Kamu müminlere yâr ü mihribân Musa-i Kâzım, Rızâ’dır şâhımız Takî ve ba Nakî şems ü mahımız Hasan-ül Askerî kıblegâhımız Muhammed Mehdî’dir padişâhımız On iki imâm ile on dört masuman Bunlarda bulunur her derde derman Yüzlerini sür Sıdkî çağır el-amân Şefi’ü’l-müznibin, sahibü’l-ferman
Muhammed ‘aşkıyle âhım Gökleri sarar Allâh’ım Dînim cânım kıblegâhım Tek âl-evlâd sevdâsıdır Bir hakîkat dâvâsıdır Zeynep Fâtıma Hatîce Hubb-i mâderden netîce Mev‘â’ya çıkar derîce Tek âl-evlâd sevdâsıdır Bir hakîkat dâvâsıdır Ali’ye salavat başta Hasan’la ağulu aşta Hüseyn safında savaşta Tek âl-evlâd sevdâsıdır Bir hakîkat dâvâsıdır Zeyne’l-Abidin zindânda Muhammed Bâkır irfânda Her biriyle bir zemânda Tek âl-evlâd sevdâsıdır Bir hakîkat dâvâsıdır Ca‘fer de erkânı yazar İmâm Kâzım sırrı düzer Rızâ’yla Meşhed’i gezer Tek âl-evlâd sevdâsıdır Bir hakîkat dâvâsıdır Takvâda pîr bil Takî’yi Özün yuğ da bul Nakî’yi Titretir ‘arş-ı Alî’yi Tek âl-evlâd sevdâsıdır Bir hakîkat dâvâsıdır Askerî’ye miğfer olan Subh u şâm pür-enver olan Dile kend ü şekker olan Tek âl-evlâd sevdâsıdır Bir hakîkat dâvâsıdır Nâhiyetü’l-Mukaddese Anda niyâz eyler İsâ Hâdî tahtta elde âsâ Tek âl-evlâd sevdâsıdır Bir hakîkat dâvâsıdır Ol Kâim Hücceti Allâh Özünden yaratmış billâh İmâm Mehdî’ye eyvallâh Tek âl-evlâd sevdâsıdır Bir hakîkat dâvâsıdır On iki burç nûr-i âlem Andan neş‘et etti Âdem Bektaş esridi dem bu dem Tek âl-evlâd sevdâsıdır Bir hakîkat dâvâsıdır
[1] SEVER Mustafa, Dîvân-ı Kaygusuz Abdal, Helke Yayıncılık, Ankara 2016, s.:150.
[2] FUZÛLÎ, Türkçe Divan (Hazırlayanlar: Kenan Akyüz & Süheyl Belen & Sedit Yüksel, Müjgân Cunbur), İş Bankası Yayınları, Ankara 1958, s.: 35,36.
[3] Eskiden, ezbere dua bilmeyen kimselerin, sabah kalktıklarında yahut gece yatarken duvaz okuduklarını bilmekteyiz. Bu ve buna benzer birçok durum, tanınmış ve kabul görmüş duvazların Alevî-Bektaşîler açısından yarı-kutsal bir mahiyet arz ettiğini göstermektedir.
[4] YÖRÜKAN Yusuf Ziya, Alevî Bektaşî Tahtacı Nefesleri (Hazırlayan: Turhan Yörükan), Ötüken Neşriyat, İstanbul 2011, s.:9.
[5] Bu durum, yayına hazırladığımız elyazması bir mecmuada;
“Kamudaki câna bu cân değil mi
O câna bu cân nişân değil mi
Alan sensin veren sensin kılan sen
Hemân sensin hemân sensin hemân sen
Gelen birdir giden birdir kalan bir
Hemân birdir hemân birdir hemân bir” (OKUYUCU ‘ALİ EFENDİ-ZÂDE AHMED EŞREF EFENDİ, İsnâ-‘aşer İmâmân, 1244, V:16a) denilerek pek veciz bir şekilde ortaya konmuştur.
[6] Bu durumun, Hz. Muhammed ve Hz. Ali için yazılan şiirlerde de geçerli olması bu yargıyı kuvvetlendirmektedir. Hz. Muhammed ve Hz. Ali için yazılmış müstakil şiirlerden çok daha fazla sayıda şiirde Hz. Muhammed ve Hz. Ali müştereken işlenmişlerdir.
[7] Bunlara en güzel örnek Şeyh Galib’in şu dörtlüğüdür:
“Ey mazhâr ü hem muzhîr-i esrâr ‘Ali
İsnâ‘aşerin hayline serdâr ‘Ali
Anlar ki Hüseyn u Mûsî ü Ca‘fer’dir
İki Hasen, üç Muhammed ü çehâr ‘Ali” (NOYAN Bedri, Bütün Yönleriyle Bektaşîlik ve Alevilik (C.3), Ardıç Yayınları, Ankara 2000, s.:122.)
[8] TURAN Fatma Ahsen & KILIÇ Filiz, Türk Edebiyatında Duvazdehler, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri (22-24 Ekim 1998), Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 1999, s.:359.; Duvazların muhteva, şekil vs. yönünden tetkiki için bu makalenin devamına bakınız.
[9] COŞKUN ELÇİ Armağan, Duvazlar/Duvazimâmlar Üzerine Müzikal Bir Çerçeve, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı:57 (2011), s.:133.; Duvazların icrası ve müzikal yapısı hakkında bu makalenin devamına bakınız.