İmam Musa Kazım’ın Hayatına Kısa Bir Bakış
İmam Musa Kazım’ın Hayatına Kısa Bir Bakış; İmam Musa Kazım (Arapça: موسى بن جعفر الكاظم), El-Kazım (Öfkesini, hırsını yenebilen) lakabı ile bilinir, cömertlik onun adıyla eş anlamlıdır ve kapısından eli boş dönen hiç bir dilenci yoktur. Şehit olduktan sonra bile, Allah’ın her zaman bahşettiği dua ve dileklerle mukaddes kabrine gelenlere karşı cömert ve lütufkâr olmaya devam etti. Bu nedenle, unvanlarından biri de “Bab el-Hevaic’dir” (ihtiyaçların karşılanmasına açılan kapı). O, babası İmam Sadık’tan sonra yedinci İmamdır. Sünniler tarafından ünlü bir bilgin olarak kabul edilir ve Abbasi halifeleri, Mansur ve Harun Reşid ile çağdaştı. En sonunda Bağdat’ta zehirlenerek zindanda şehit oluncaya kadar çok zor zamanlarda yaşadı. Sekizinci İmam Rıza ve Hz. Fatıma Masume çocuklarının birkaçıdır.
İmam Musa Kazım’ın Medine Yakınlarında Doğumu
İmam Musa Kazım MS 745’te (Hicri 127 Zilhicce) Mekke ile Medine arasındaki Abva’da doğdu. Emeviler ve Abbasiler arasındaki mücadele sırasında doğdu ve ilk Abbasi Halifesi tahta çıktığı döneme denk gelmektedir.
Annesi Hz. Hamide Hanım, aslen babası İmam Sadık tarafından cariye olarak alınan ve İmam Sadık tarafından eğitilen bir hanımdı. Altı erkek ve dokuz kız kardeş ile İmam Kazım geniş bir ailede büyüdü. Kutsal babasının zarif himayesi altında yaşamının yirmi yılını geçirdi. Onun doğuştan gelen dehası ve yetenekli erdemleri, İmam Sadık’ın aydınlanmış rehberliği ve eğitimi ile birleştiğinde, gelecekteki kişiliğinin tezahüründe kendini gösterdi.
Ehl-i Sünnet’in mezhep imamlarından olan Ebu Hanife şöyle diyor: “Hz. Cafer Sadık’ın zamanında hacca gittim. Medine’ye varınca İmam Sadık’ın evine gittim. Salonda oturup içeriye giriş iznini bekliyordum. Bu esnada yeni yürümeye başlayan bir çocuk dışarı çıktı. Ona: “Ey çocuk, sizin şehrinizde yabancı birisi nerede dışarı çıkabilir?” dedim.
Çocuk bana: “Müsaadenizle” dedi. Daha sonra duvara yaslanarak oturdu ve şöyle dedi: “Nehir kıyılarından, ağaçların meyvesinin döküldüğü yerden, mescitlerin avlusundan ve caddenin ortasından sakın; bir duvarın arkasına saklan, elbiseni yukarı toplu yukarı topla, yüzün ve arkan kıbleye doğru olmasın da artık istediğin yere otur.”
Çocuğun sözleri beni şaşırttı. “(Bunun üzerine) ismin nedir?” diye sordum. “Ben, Musa ibn Cafer ibn Muhammed ibn Ali ibn Hüseyin, İbn Ali ibn Ebi Talib’im” dedi.
Ona: “Ey çocuk, günah kimdendir?” dediğimde de şöyle dedi: “Günah üç durumdan hariç değildir. Ya Allah’tandır, oysaki O’ndan değildir. Çünkü yaratıcının, kula yapmadığı bir işten dolayı azap etmesi O’na yakışmaz veya Allah’tandır, hem de kuldan oysaki böyle de değildir. Çünkü güçlü ortağın, güçsüz ortağa zulüm yapması yakışmaz. Ya da kuldandır doğrusu da budur. Eğer Allah affederse, O’nun kerem ve bağışlamasındandır. Ama cezalandırırsa, kulun günah ve suçundan dolayıdır.”
Ebu Hanife diyor ki: “Artık Hz. İmam Cafer Sadık ile görüşmeden geri döndüm ve bununla yetindim.” [1]
İbn Hacer el-Heysemi, onun ahlakı ve ahlâkî mükemmelliği konusunda şöyle der: “İmam Musa Kazım’ın sabrı ve tahammülü öyleydi ki, kendisine el-Kazım (öfkesini yutan kimse) unvanı verildi. Erdem ve cömertliğin vücut bulmuş haliydi. Gecelerini Allah’ın ibadetine, günlerini oruç tutmaya adadı. Kendisine yanlış yapanları her zaman affederdi. İnsanlara karşı müşfik ve cömert tavrı, Medine’nin fakir ve muhtaçlarını himaye eder, onlara yardım eder, onlara gizlice para, yiyecek, giyecek ve diğer ihtiyaçlarını verirdi. Hediyeleri alanlar için velinimetinin kim olduğu, İmam’ın yaşamı boyunca bir bilmece olmaya devam etti, ancak sır, şehadetinden sonraya kadar ortaya çıkmadı. İnsanlar İmam Musa Kazım’ın şehit olduğu günlerden sonra ihtiyaçlarını gideren kişi gelmeyince anladılar ki ihtiyaçlarını gideren kişi İmam Musa Kazım’dır.
İmam Musa Kazım’ın İmameti
İmamların tarihi genellikle onların zulme karşı sürekli mücadelelerini gösterir, bazen takiyye yapmayı da içerir (takiyye kişinin gerçek fikirlerini ifşa ederek kendini veya başkalarını can tehlikesine atmaması durumudur). İmam Musa Kazım, zalim yönetimleriyle damgalanan despot Abbasi halifelerinin ve rejiminin en can alıcı dönemlerinde yaşadı.
İmam Kazım’a gelince, altıncı imam olan babası zehirlendiğinde, Abbasi halifesi Mansur imamet meselesine son vermek istedi ve Medine valisine bir mektup yazarak ona, ölen imamın evine ailesine başsağlığı dilemek ve imamın vasiyetini isteyip okumak bahanesiyle gitmesini emretti. Buradaki maksat ise İmam Sadık’ın yerine geçecek İmamın tespit edilerek şehit edilmesi olacaktı. İmamın kendinden sonraki halefini tanıtacağı toplantıda İmam Musa Kazım’la birlikte dört kişiyi seçerek valinin kafasının karışmasına neden oldu ve İmam Musa Kazım’ın canı böylece korunarak İmamet devam etti.
İmam, Medine valisinin olduğu yerde Abdullah el-Aftah (İmam Musa Kazım’ın büyük oğlu) ve küçük oğlu Musa Kazımı da seçti. Buna göre Mansur’un komplosu başarısız oldu. Bununla birlikte, Medine’de açıkça öğretebildiği elverişli bir iklimde yaşayan babasının aksine, İmam Musa Kazım, Mansur ve Harun Reşid gibi Abbasi halifeleri tarafından kendisine uygulanan şiddetli kısıtlamalarla yaşadı. İmamet dönemi otuz beş yıl sürmüştür.
İmam Sadık’ın şehadetinden sonra, Alevilerin çoğunluğu oğlu İmam Musa Kazım’ı takip ederken, bir başka grup da İmam Sadık’ın şehit olurken ölen büyük oğlu İsmail’i takip etti. (Babası İmam Cafer Sadık hala hayatta iken) Bu son grup İsmaililer olarak tanındı. Bazıları da İmam Sadık’ın oğlu olan Abdullah el-Aftah veya Muhammed’i imam olarak kabul etti. Sonunda başka bir grup altıncı imamın kendisiyle birlikte oldu ve onu İmam olarak kabul etti.
İmam Kazım’ın çoğu hayatı Abbasi halifesi tarafından hapishanelerde geçti. İlk hapis, dönemin halifesi Harun Reşid’in onu tutuklatıp Bağdat’a getirttiği zamandı. İmam Kazım’ı daha kolay öldürmek için hapse attı ama ne zaman yapmaya karar verse bir şey oldu ve planını tamamlayamadı. Sonra İmam Kazım’ı serbest bıraktı ama İmam gözetim altındaydı.
İkinci hapis, İmam’dan tekrar şüphe ve hoşnutsuzluğa maruz kaldıkları zaman meydana geldi. İmam Kazım, ışıksız, yiyecek ve su olmayan bir zindanda tutuluyor ve her gün işkence görüyor, ancak sürekli dua ediyor ve Allah’ı övüyordu. İmam Kazım tutuklandı ve ardından birkaç kez serbest bırakıldı.
Ehl-i Beyt’e yönelik kötülük ve kıskançlık ateşi Harun Reşid’in kalbinde yakıldığından, İmam’ın oradaki insanlar arasında sahip olduğu büyük etki ve popülerliği görünce İmamı, Hz. Peygamber’in mescidinde salat ettirirken tutuklattı ve yaklaşık dört yıl Bağdat’ta hapiste tuttu.
İmam Musa Kazım’ın Şehadeti
MS 799’da (Hicri 25 Receb 183) İmam’ı zehirlenerek şehit oldu. El-Fahri; Harun Reşid, İmam’ın öldürülmesi için emir gönderdiğinde Rakka’daydı. Daha sonra, adli tabip olarak hareket etmeleri ve doğal bir ölümle öldüğünü alenen ifade etmeleri için toplumda birkaç saygın adamı Kark’a getirdiler. İnsanlara İmamın doğal ölümle öldüğü söylendi. Daha sonra Bağdat’ın güneyindeki Kureyş mezarlığına defnedildi. Gömüldüğü yer bir mezarlıktı, ancak kısa süre sonra İmam’ın kabri ziyaretin odak noktası oldu. Mezarlığın çevresinde bir şehir büyüdü. Şehrin adı Kazımiye oldu, (İmam Kazım’ın kasabası) Burada, dünyanın her yerinden birçok öğrenci için hâlâ bir öğrenme kaynağı olan bir ilahiyat okulu kuruldu.
İmam Musa Kazım’ın şehadetinden sonra Alevi Müslümanlar, oğlu ve halefi İmam Rıza’yı takip ederken, bazıları yedinci İmamda durdu ve Vakıfiye olarak tanındı. Sadece gerçek Alevi Müslümanlar, sekizinci İmam’dan son ve vaat edilen İmam Mehdi’ye kadar olan On İki İmam’a inanırlar. Bunlara İsna Aşeriyye (On İki İmamcılar) denir.

İmam Musa Kazım’ın Hayatından Birkaç Olay
İmam ve Bişri el-Hafi
Bişri el-Hafi’nin gecelerini ve günlerini Allah’a karşı küstahça geçiriyordu ve bir keresinde gürültü, içki, müzik ve amaçsız bir hayatın ortasındayken İmam Musa el-Kazım Bağdat’ta Bişr’in evinin önünden geçer. Bu sırada İmam Kazım, Bişrin evinden bir hizmetçi (cariye) kadının elinde bir şeyler süpürerek çıktığını görür. Kadına dönerek, “Bu evin sahibi hür (özgür) mü yoksa kul mudur?” diye sordu.
“O hürdür (özgürdür) !” diye yanıtladı.
İmam Musa Kazım, “Haklısınız!” dedi, “Kul olsaydı Rabbinden korkardı.”
Bişir şarap (içki) masasındayken kadın eve girdi ve ona: “Seni ne geciktirdi?” diye sordu. İmam ile aralarında geçenleri ona anlattı.
Bişr hızla ayağa fırlar ve yalın ayakla kapıya yönelir, ancak o adamın çoktan ayrıldığı söylenir. İmam Musa Kazım’ın peşinden gider ve nihayet ona yetiştiğinde sözlerini tekrar etmesini ister. Bişr İmam Musa Kazım’ın sözlerine o kadar hüzünlenir ki yere düşer ve ağlamaya başlar.
“Hayır ben bir kulum, ben bir kulum.” O andan itibaren ayakkabısız yürümeye başlar ve insanlar ona Bişri el-Haafi (çıplak ayaklı) demeye başlar. Neden ayakkabı giymediği sorulduğunda, “Efendim olan Allah bana yalın ayakken hidayet verdi ve ben ölünceye kadar bu halde kalacağım.” cevabını verirdi.
Kaynaklar:
1- Tuhefu’l-Ukul, İmam Musa Kazım bölümü, sayfa 403-404, Kevser Yayınları.