Tarihi Bağlamda Âşûrâ Kavramı

Tarihi Bağlamda Âşûrâ Kavramı; Âşûrâ, Arapça kökenli bir kelimedir ve onuncu gün anlamına gelmektedir. İmam Hüseyin ve yarenleri Muharrem ayının onuncu gününde, Kerbela’da hunharca şehit edildikleri için Ehlibeyt taraftarları onuncu gün anlamına gelen “Âşûrâ” kelimesini İmam Hüseyin’in şehit edildiği gün anlamında kullanmışlardır.

Bu kelime her ayın onuncu günü için değil sadece İmam Hüseyin’in şehit edildiği Muharrem’in onuncu günü için kullanılmıştır. Bu; tarihi ve edebi kaynaklarda, deyiş ve nefeslerde ve en önemlisi İmamlarımızın buyruk ve dualarında çokça görülmektedir. İmam Muhammed Bakır’dan rivayet edilen “Ziyaret-i Âşûrâ” isimli bir ziyaretname vardır. Her Muharrem’in onunda yani Âşûrâ günü, bu duayı ister İmam Hüseyin’in kabrine giderek ister bulunduğu yerden okumak tavsiye edilmiştir. Bu ziyaretname; Miratü’l-Mekasit, Muharremiye gibi Anadolu’da yazılmış Alevî-Bektaşî kaynaklarında sıkça geçen ve bu yazılı kaynaklara göre her Âşûrâ günü, Anadolu’da, Balkanlar’da okunan bir ziyaretnamedir. Hatta Âşûrâ erkanının en başında gelir ve İmam Hüseyin aşı veya lokması niyetiyle pişirilen Aşure yapılırken de bu ziyaretname okunmuştur. Bu ziyaretnamede, İmam Muhammed Bakır “Âşûrâ günü öyle bir gündür ki onu, Ümeyyeoğulları ve ciğer yiyen Hind’in oğlu mübarek saymışlardır.” buyurmuştur. Ayrıca İmam Muhammed Bakır “Allah’ım, Ebu Süfyan’a, Muaviye’ye ve onun oğlu Yezit’e lanet et. Senin lanetin ebediyen onların üzerine olsun. Allah’ım, Âşûrâ günü öyle bir gündür ki İmam Hüseyin’i öldürdükleri için, Ziyâd ve Mervan soyu sevindiler. Şu hâlde lanet ve acı azabını onların üzerine kat kat arttır.” buyurmuştur. İmam Muhammed Bakır’ın mübarek kelamlarından da anlaşıldığı üzere, İmam Hüseyin’i katleden zihniyet o günü mübarek saymıştır ve o gün onların sevinç günü olmuştur. Âşûrâ, Ehlisünnet’in iddia ettiği gibi peygamberlerin kurtuluş günü olsaydı, İmam Bakır bunu belirtirdi zira o Allah’ın verdiği ilimle bunları daha iyi bilmektedirler. Yine araştırıldığında Âşûrâ kelimesinin İslam’dan önce kullanılmadığı görülecektir.

Mah-ı Muharrem oldı şafaktan çıkup hilal
Kılmış ‘aza dutup kadı-i ham gark-ı eşk-i âl (Fuzuli, Öl, 1556)

Gurre-i mah-ı Muharremdür bu
Mevsim-i suziş-i matemdür bu (Ahmed Dede, öl, 1700)

Matem-i mah-ı Muharrem’dir bugün eyle figan
Gözlerimden yaş yerine durmadan kandur akan (Cemali, öl, 1750)

Mah-ı Muharrem oldı meserret haramdır
Matem bugün şir’atta bir ihtiramdır (Giriti Aşki, 18.Yy sonu)

“Mâh-ı matemdir Muharrem dideler kan ağlasın.
Karalar geysün ser-â-pâ ehl-i iman ağlasın. (Aşık Abdi, 1857-1941)

Geldi çün mah-ı Muharrem giyelim kara siyah
Yalınız biz değiliz cümle cihan girye vü ah.
Bugün mah-ı Muharrem’dir yas-ı Âl- Aba evlattır
Hüseyn’in matemidir ağlayacak vak-ü sa’atdir. (Agahi, öl. 1914)

Mah-ı matem geldi dostlar dide kan ağlar bugün
Sanma kim çeşm-i hazinim tende can ağlar bugün (Aşki, 19.yüzyıl)

Bazı Tarihi Kaynaklarda Âşûrâ

Meşhur lügatçi İbn Esir şöyle yazıyor: “Âşûrâ İslami bir isimdir. Yani İslam’dan sonra kullanılmıştır.”[1]

Yine lügatçi İbn Hureys şöyle yazmıştır: “Âşûrâ İslami bir isimdir ve Cahiliye zamanında bilinmiyordu.”[2]

Meşhur filozof ve tarihçi Ebu Reyhan el-Biruni şöyle yazıyor: “Âşûrâ günlerinde yeni elbiseler giyiyor, süsleniyor, sürmeleniyor ve bayram yapıyorlardı. Bugün de ziyafetler verip güzel yemekler ve tatlılar yapıp dağıtıyorlar. Bu onların saltanatları sürecinde devam edip bir gelenek hâline dönüştü ve böylece onlardan sonra Ehlisünnet içerisinde devam etti. Ama Ehlibeyt taraftarları bugün de Hz. Hüseyin’in şehadeti münasebetiyle ağıtlar yakıp ağlıyorlar.”[3]

Meşhur tarihçi Makrizi şöyle yazıyor: “Mısır’daki Ali taraftarı olan Fatımiler Âşûrâ günlerini yas ve hüzün günü olarak kabul edip o günde pazarları tatil ediyorlardı. Onların devletini yıkıp yerlerine Eyyubi sultanları işbaşına geldiklerinde onların tam aksine Âşûrâ günlerini sevinç ve neşe günlerine dönüştürerek bugünde aile ve dostlarına ziyafetler vermeye, hamama gitmeye ve süslenmeye başladılar. Bu vesile ile esasında Şamlıların Haccac-ı Zalim’den itibaren başlayan adetlerini Ali taraftarlarına inat, devam ettirmeyi amaçladılar. Biz kendimiz bizzat Eyyubilerin Âşûrâ günlerinde yaptıkları sevinç gösterilerinin kalıntılarını gözlerimizle gördük.”[4]

Makrizi, kendi şahit olduğu bir olguyu kendinden sonra gelenler için paylaşıyor ve “Eyyubiler tarafından bugünün bayram olarak telakki edildiğini ben kendim müşahede etim.” diyor.

Aktarılan bu üç bilgi dikkatle incelendiğinde, Âşûrâ’yı bayram olarak kutlayanlar ve o günü yas olarak kabul edenlerin varlığı görülecektir. Peki, Ümeyyeoğulları Allah Resulü’nün evladının katledildiği bugünü nasıl ve hangi yöntemleri kullanarak bayrama dönüştürebildi?

Bunu ilk önce Hz. Peygamber’in dilinden çeşitli rivayetler uydurarak yaptılar. Öyle ya Peygamber torunu seçilmiş Hak İmam’ı ailesiyle birlikte bir yudum su vermeden hunharca şehit edenler bu cinayetlerinin üstünü örtmek ve onun şehit edildiği günü de unutturmaya çalışmak kendileri açısından çok önemliydi. Zira İmam Hüseyin’in Kerbela kıyamının hedefi matem ve yas üzerinden kıyamete kadar bu mesajın iletilmesidir. Bu yas geleneği İmam Zeynel Abidin’le başlamış ve kıyamete kadar da devam edecektir. 1382 yıldır bu bir ibadet halini almış ve On İki İmam’ın velayetine inanlar tarafından her Muharrem matem ayı kabul edilmiş ve her yıl Âşûrâ günü programlar yapılmış, yas meclisleri kurulmuştur. Aleviliğin bugüne kadar gelmesinin ve gönlümüzde Hüseyin sevgisinin olmasının nedeni ve Alevilerin Emevi İslam’la Muhammedi-Alevi İslam’ı ayırt etmelerinin sebebi, Âşûrâ gününde Kerbela’da yaşananlar ve İmam Hüseyin’in fedakarlığıdır.

Bugünü unutturup İmam Hüseyin’in mesajının önünü kesmeye çalışanlar birçok Peygamber hakkında rivayetler uydurdular. Bu sözde rivayetlerden birine göre Âşûrâ; “Âdem (a.s) ve Davud’un (a.s) tövbesinin kabul edildiği gün, Yunus’un (a.s) balığın karnından çıktığı gün, Nuh’un (a.s) gemisinin selamete çıktığı gün, Musa’nın (a.s) Firavun’un zulmünden kurtulduğu günmüş! Tüm bu olaylar, Muharrem ayının onuncu günü vuku bulmuş. Bu sebeple mukaddes ve bereketli günlermiş. Bugün bayram gibi kutlanmalıymış vs.!” Bu rivayet sadece Ehlisünnet kaynaklarında vardır Ehlibeyt kaynaklarında yoktur. Yine Anadolu’da yazılmış Alevi kitaplarında, Yedi Ulu Ozan gibi aşıkların nefeslerinde ya da Hünkâr Hacı Bektaş Veli gibi yol önderlerinin sözlerinde yoktur. Eğer bu doğru olsaydı muhakkak ki aşık-ı sadıklarımız, pirlerimiz, ozanlarımız bunu nefeslerde işlerlerdi. Nitekim bu hadis, birçok hadis kaynağında “uydurma” veya “mevzu hadis” olarak geçmektedir.  

Âşûrâ günü hakkında uydurulan bu rivayetten çok daha önce Hz. Ali’nin sır dostlarından olan Meysem-i Tammar’dan kaynaklarda şöyle bir rivayet vardır:

“Allah’a yemin olsun ki bu ümmet kendi peygamberlerinin torununu Muharrem ayının onuncu günü öldürecekler ve Allah’ın düşmanları o günü bereket günü yapacaklar. Bu iş Allah’ın ilminde geçmiş kesin kazalardandır. Hz. Ali’nin bana öğrettiği ilim üzere ben bundan haberdarım. Hz. Ali bana bildirdi ki ‘Tüm yaratıklar hatta çölün yırtıcı hayvanları, denizdeki balıklar ve gökte uçan kuşlar Peygamber’in torununa ağlayacaktır. Güneş, ay, yıldızlar, gök, yer, insan ve cinlerin mümin olanları, göklerdeki tüm melekler, cennetin koruyucusu olan Rıdvan meleği ve cehennemle görevli olan Malik, tüm koruyucu melekler, gök ve arşı koruyan meleklerin hepsi Hüseyin’e ağlayacaklar.’

Sonra Meysem şöyle der:

“Allah’a ortak koşanlara, Yahudi, Hıristiyan ve Mecusilere Allah’ın laneti gerekli olduğu gibi Hz. Hüseyin’i öldürenlere de bu lanet gerekli olmuştur.”

Bu hadisi anlatırken orada bulunan Cebele-i Mekkiyye şöyle sordu: “Meysem, halk Hz. Hüseyin’in şehadet gününü nasıl bereket günü olarak bilecek?” Meysem bu soruya karşılık ağlayarak Hz. Ali’den öğrendiği şu sözleri söyledi:

“Kendilerinin uydurduğu bir hadis gereğince Âşûrâ gününün, Hz. Âdem’in tövbesinin kabul olduğu gün olduğunu söyleyecekler. Oysa Hz. Âdem’in tövbesi Zilhicce ayında kabul olmuştur. Yine onlar Âşûrâ gününde Yüce Allah’ın Hz. Davud’un tövbesini kabul etiğini söyleyecekler. Oysa Davud’un tövbesi de Zilhicce ayında kabul olmuştur. Onlar bugün de Allah’ın Hz. Yunus’u balığın karnından kurtardığını söyleyecekler. Oysa Allah-u Teâla Hz. Yunus’u Zilkade ayında balığın karnından çıkarmıştır. Onlar Âşûrâ gününde Hz. Nuh’un gemisinin sahile yanaştığını söyleyecekler. Oysa bu Zilhicce ayının on sekizinci gününde vuku bulmuştur. Onlar bugünde İsrailoğulları’nın kurtulması için denizin Allah tarafından Hz. Musa’ya yarıldığını söyleyecekler. Oysa bu Rebiyülevvel ayında gerçekleşmiştir.”[5]

Ehlisünnet sadece kendi kaynaklarında yer alan ve kendi hadis kriterlerine göre sahih olmayan bu hadise dayanarak Nuh Peygamber’in gemisinin karaya oturmasından sonra gemide kalan yemişlerden bir aş yapıldığı bunun bereket olduğu gibi şeyler de sözel olarak eklenmiştir. Bunların hepsi Emevi oyunudur. Amaç İmam Hüseyin’in Âşûrâsını unutturmak veya başka yöne çevirmektir. Aynen İsrailoğullarının kendi kitapları olan Tevrat’ı tahrif ettikleri gibi Allah bu konuda Nisa Suresi 46. Ayette şöyle buyurmaktadır: “Onlar kelimeleri tepetaklak etiler ve kelimelerin yerlerini değiştirdiler.”

Âşûrâ kelimesiyle oynadılar yerin ve göğün ağladığı bugünü bir tatlı adına, bir tatlı çeşidine çevirdiler. Oysa bu yapılan “İmam Hüseyin Aşı”dır ve İmam Hüseyin ihsanı veya İmam Hüseyin lokmasıdır. Alevilikte bu sevinç ve bereket için yapılmaz matem için yapılır. Hatta eski kaynaklarda; yapılan bu aşureye az bir miktar Kerbela toprağı serpilmesi, mersiye söylenmesi, aşın karıştırılırken “cifte vav” çizer gibi karıştırılması bir erkana tabidir diye yazar.[6] Âşure aşı pişirilirken en son “Selamullah ve salavatullah alel Hüseyn, lânetullah alel katilil Hüseyn” denilerek, Hüseyn selamlanır, katilleri lânetlenir.[7] Aleviler komşularına bu aşı dağıtırken süslemezler, üzerine çiçek, kurdele gibi şeyler koymazlar ve komşularına verdikleri ve gelene ikram ettikleri zaman “Selam olsun Hüseyin’e, lanet olsun Yezit’e” derler. Bu aş olsa olsa adını Âşûrâ gününden almış, Aşure olmuştur ve bu aş Âşûrâ günü olanları hatırlatan bir lokma olmuştur. Birlik ve beraberlik Peygamber torunu ve seçilmiş imam olan İmam Hüseyin’in mesajı olan, Emevi İslam ve Muhammedi İslam’ın anlaşılmasında yatmaktadır. Aşure aşının içinde değil. Kardeşlik ve adil insan olabilmek Yezit’i ve onun zihniyetini tanıyıp ona karşı cephe almakta yatmaktadır. Buğdayın, nohutun, fasulyenin yan yana olmasında değil. Onları kazana koyan bir eldir, bizleri de varlık alemine getiren, yaratılışta hepimizi eşit kılan ve insan yapan da bir eldir. İşte bu el ve bu elin insanlığa sunduğu program ve yol anlaşılırsa bizler zaten İmam Ali’nin buyurduğu gibi yaratılışta eşitiz. İmam’ın bu buyruğuna binaen bütün bir insanlıkla barışız. Ama barışı bozan Yezit’e ve Yezidî düşünceye karşı da saflarımız bellidir.

Kim ne yaparsa yapsın Alevi yolu güçlü ve temelleri olan akli ve nakli delilere dayanan, yedi ulu ozan gibi aşık-ı sadıkların bulunduğu bir yoldur. Ve kim ne yaparsa yapsın İmam Hüseyin’in Âşûrâsı unutulmayacak ve İmam’ın mesajı çağları aşarak kıyamete kadar devam edecektir. Bizlerin üstüne düşen asıl mesele budur: Sorumlu olduğumuz asıl mesele, İmam Hüseyin aşını dağıtmak değil, İmam Hüseyin’i ve mesajını tanımak ve onun mesajını bizlerden sonraki nesillere ulaştırmaktır. Selam olsun Hüseyin’e lanet olsun Yezit’e.   

                                                                                    Hazırlayan: Tarık Çimen


Dipnotlar:

[1] El-Bidaye ve’n Nihaye, İbn-i Esir, c. 3, s. 240.

[2] El-Cemeletu fi Lugati’l Arab, c. 4, s. 212.

[3] El-Kuna ve’l Elkab, c. 1, s. 431.

[4] El-Hutat, c.1, s. 490.

[5] Mefatihu’l Cinan, s. 622-623; Ayrıca Şeyh Saduk kendi senediyle “İlelü’ş-Şerayi” ve “Emali” kitaplarında Cebele-i Mekkiyye’den nakletmiştir.

[6] Muharremiye, Dört Kapı Yayınevi, s. 13.

[7] Prof. Dr. Belkıs (Temren) Menemencioğlu, Bektaşî ve Alevî Geleneklerinde “Muharrem”, s. 9.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir