TEVFİK BABA’NIN KERBELÂ DESTÂNI
Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ Vuku’âtı[1]
Nûr-i Muhammed’i bünyâd eyledi Halk etti cihânı Bâri Te’alâ Arşı kürsü levhi icâd eyledi “Kün” dedi vâr oldu âlem-i dünyâ Hâlî durdu kevn ü mekân bir zamân Âdem’e bu âlem oldu âşiyân Ab ü nâr ü bâd ü hâk ile Sübhân Yarattı Âdem’i yoktan ibtidâ Sücûd emrin hitâb idüb zebânı Sıydı[2] Şeytân lâ’in nutk-i Yezdân’ı Didârından sordu o dem Şeytân’ı Celâl ismin ana kıldı tecellâ Âdem’den Havvâ’yı halk etti Bâri Cennet içre olub yüce mıkdârı Seyrederken bir gün bâğ ü gülzârı Göründü âşikâr meyve-i Tûbâ Bir vesile oldu Tûbâ Âdem’e Akıllar serveri sırr-ı ekreme Yenildi o demde nefs-i mülhime Âdem’le Havvâ’ya eyledi iğdâ Takdir-i İlâhi oldu mukadder Takdire ne çâre olmaz muzaffer İsm-i Celâline düşünce mazhar Sürüldü Cennet’ten Âdem’le Havvâ Gam diyârın Âdem eyledi mesken Havvâ ile varup zâr ü dil-fiken Bunlardır âlemde derd ü gam çeken Hasret bucağında derd ile belâ Çok zaman gezdiler böyle serseri Yaslandılar hayli Kûh-i Hacer’i Şikâyet kimedir, Hakk’ın kaderi Mevla sevdiğine edermiş cefâ Âdem’in efkârı şâm u sehergâh “Rabbenâ zalemnâ” estağfirullâh Günâhından geçüp affetti İlâh Âdemoğlu dâim etmekte hatâ Nûh Nebi gelüb erdi tûfâna Sığındı o demde sırr-ı Sübhân’a Erişmedi güzer ehl-i îmâna Yer üstüne geldi büsbütün deryâ Vech-i pâk-i Bâri eyledi arzû Maksûdu yâr ile gelsin rûberû “Len terâni sümme hattâ tenfiku” Hakk buyurdu dedi böyle yâ Müsâ Tecellîyi Tûr’da kıldı Müsâ’ya Nazar kıldı hayrân nûr u ziyâya “Rabbi erni” deyüb nâz ü du’âya Sücûd edüb Hakk’a eyledi ricâ Bi-peder geldi Mesîhâ âşikâr Hakk emrini halka eyledi izhâr Nebi-i zişânı ettiler inkâr Berdâr etti anı kavm-ı Nasârâ Gülşen-i Meryem’in erdi hazânı Derd ehli sinede açtı hicrânı Böyle imiş ezel emr-i Rabbânî Hak dostuna düşman oldu Yehûdâ Beride az hemân Hazret-i Ya’kub Yusf’u kendine eyleyüb mahbûb Perde-i bâtından Settârü’l-uyûb Eyledi Yusuf’u Ya’kub’dan cüdâ Mahbûb-i Hüdâ-i Melik ü Celîl Cümleden birisi İbrâhim Halîl Vâsıl Hüdâ’ya delÎl Cebrail Aşk oduna cânını kıldı fedâ Ateş-i Nemrûd’u gülzâr eyledi Hak sırrını ana izhâr eyledi Halîl’in çevresin envâr eyledi Cemâl-i Hüdâ-i nûr-i mücellâ Vasf-ı Muhammed’i edelim beyân Medhinde âcizdir bu halk-ı cihân Cümle enbiyâya sertâc-ı zîşân Bir geldi cihâna Şâh-ı enbiyâ Şânına buyruldu “Levlâke levlâk” Hak ded ki “Lemmâ halaktu’l-eflâk” Etmez bu menzili akıllar idrâk Oldur hakikatte Kâ’be-i mânâ Macerâ-i aşkı beyân edelim Zümre-i uşşâkı hayrân edelim Dâğ-ı derûn dîde al kan edelim Nûş eylesün ehl-i derd sağar sahbâ Bağ-ı nübüvvetin bir gonca-teri Deryâ-i hikmetin dürr ü gevheri Ol Pâkize Muhammed’in duhteri Cümleden eşreftir ol Hayrü’n-nisâ Damâd-ı Mustafâ Haydar-ı Kerrâr Zevc-i Fâtıma’dır Sâhib-Zü’l-fikâr İki nûr onlardan oldu âşikâr Saadet burcundan şems ü mâh-âsâ Hasanü’l-Müctebâ evlâd-ı ekber Şehîd-i Kerbelâ Hüseyin asgar Bunların pederi İmâm-ı Haydar İbn-i Ebû Tâlib amm-i Mustafâ Evc-i felek üzre mihr ü kamer-vâr Hüseyn ile Hasan ederdi reftâr Gülşen-i nübüvvet eder iftihâr Sallanub gezdikçe nev-nihâl-âsâ İki yüzden bilen Hak âyînesi Bunlar Muhammed’in nûr-i dîdesi Sırr-ı hakikatin dürr gencînesi Deryâdan çıkarmış ol yed-i beyzâ Emredüb Mustafâ bir gün ashâba Tekye kılub hazır oldu mihrâba Vedâ ü vasiyyet etti ahbâba Gûş edenler dedi sem’an ve tâ’â Hâzır olub anda Hasan ü Hüseyn Buyurdu anlara Resûl-i kevneyn Şehâdet peyâmın Cibrîl-i Emîn Dedi senin ümmetindir eşkiyâ Nihayet terk idüb dünyâyı Ahmed Arz eyleyüb gitti Mevlâ’yı Ahmed İhtiyâr eyledi ukbâyı Ahmed Bıraktı cihanda vâh-ı vâveylâ Medîne şehrine düştü gulgule Kâinât mümkinât kıldı velvele Felek yüz vermedi evlâd-ı âle Bunlardır âleme bir ibret-nümâ Bir müddet geçmeden oldu nâ-mizac Bulmadı Fâtıma derdine ilâc Cümlesin yanından eyledi ihrâc Hâzır olub ol Vasiyyü’l-müctebâ El kaldırub dedi Haydar-i Kerrâr Eyle yâ Rab bunun derdine tîmâr Medet senden kerem senden yâ Gaffar Acı yetimlere kalmasun hebâ Göz açub Fâtıma Şîr-i Yezdân’a Vasiyyet eyledi Şâh-ı Merdân’a İki şehzâdeyi Zât-ı Sübhân’a Teslim edüb cânın eyledi fedâ Medine şehrini terk edüb âhir Kûfe hilâfetin sürdü bir vâfir Şehadet câmına olmuştu hâzır Bekler idi bir kale-i musaffa Bir sabah namâzı Haydar-ı Kerrâr Cami-i Kûfe’ye kıldı ihtiyâr İbn-i Mülcem Abdurrahmân nâbekâr Kasd-i merdân içün anda müheyyâ Edâ-i farz içün mescide girdi Tekbîr edüb Ali namâza durdu Özü Hakk’da sözü Kur’ân okurdu Kasd etti Şâhıma hınzır bed-likâ Söyündü o demde dînin çerâğı Açıldı sînede gül gibi dâğı Kurb-u İlâhî’dir anın durağı Hakk vuslatı içün arz etti bekâ Mülcem oğlu kâfir girdi kanına Müjde gitti Şâh’ın baş düşmanına Ba’is olan şahsın la’net cânına Nükte vardır bunda eylerim ihfâ Vefât-ı Murtazâ geçti bir müddet Perişân-hâl olub o dem cem’iyyet Hârici münâfık bulunca fırsat Fitne dâmın kurar ehl-i teberrâ Hasan ile Hüseyn bir hayli müddet Oldular belâ-i Kûfe ikâmet Ba’de Medîne’ye kıldılar avdet Fırka-i müfsidden oldular rehâ Halvetgeh-i Hak’da olub subh u şâm Hasanü’l-Mücteba eylerdi ârâm Bozuldu o hengâm âlemde nizâm Fesad ehli dâim cem’ olub peydâ Hasan hâzır olub bir kâse câma Bu mânâ çıkmıştır ehl-i İslâm’a Yezîd-i münâfık kasd-i İmâm’a İrsâl etti Şâm’dan zehr-i bî-deva Nûş edüb ol cânı İmâm-ı Hasen Kan ağladı o dem bu hâli gören Gül-cemâli oldu misâl-i çemen Rûzigâr-i zehr-i gam kâr etti ana Biraderi Hüseyn gördü bu hâli Cem’ etti bir yere ashâb-ı âli Ca’de aşuftenin neyse ef’âli Destres olmadı kahbe kahkaha Şehâdet câmına kıldı ita’ât Menzilgâhı anın burc-i saadet Hasan nihân oldu gözden nihâyet Eylemişti Hak’tan tahsil-i rızâ Mesned-i hilâfet geldi Hüseyn’e Biat edüb ana ehl-i Medîne Hakikat İmâm’dır rûy-i zemîne Şehâdet eyledi arz ile semâ Velîd ibn-i Atbe olmuştu hâkim Medîne şehrinde hükmeder dâim Yezîd menzilinde Şam içre kâim Bir nâme gönderdi Velîd’e isrâ Bu ahkâmla yazub Yezîd fermânı Biate isterdi ehl-i îmânı Hüseyn ibn-i Ali Şîr-i Yezdânî Kasdi husûsunda eylerdi îmâ Muhibb-i Ali’dir ol hâkim Velîd İkdâm edüb yazar ol kahbe Yezîd Etsünler o anda Hüseyn’i şehîd Rızâ vermez buna hâkim-i kazâ Velîd ibn-i Atbe dedi “Yâ Hüseyn” Bilir bendenizim Rabbü’l-âlemîn Yezîd tutmuş sana gayet kibr ü kîn İhfâ etmem senden bu sırrı aslâ” Hüseyn eydür benim ehl-i beyt-i Hak Ehl-i beyt olur mu Yezîd’e mülhak Ol Yezîd-i pelîd kâfir muhakkak Düşmân-ı hânedân-ı Âl-i abâ Mahasal etmeyüb anda ikâmet Ravza-i Resûl’ü kıldı ziyâret Elvedâ eyleyüb ana nihâyet Dedi kerem senden ey sâhib-’atâ Evlâd ü ensâbın cümlesi bile Revâ değil hânedâna bu çile Semt-i Mekke deyüb düştüler yola Çekti askerini ol sâhib-livâ Yaklaştı Mekke’ye İmâm-ı zamân İstikbâle çıktı eşrâf ü âyân Kudûmundan cümle oldular handân Dediler hoş geldin Şâh-ı evliyâ Bir zamân Mekke’de oldu arâm-sâz Bir yere cem’ oldu hep ehl-i Hicâz Huzûr-i İmâm’a kıldılar niyâz Bildiler ki budur nüshâ-i kübrâ Cânib-i Kûfe’de isteyüb biat İmâm-ı Hüseyn’i kıldılar dâvet Ol diyâra Müslim edüb azîmet Peyâm-ı Hüseyn’i eyledi inşâ Hâkim-i Kûfe'dir Nu'mân-ı Beşir Yezîd olub ana her dem destigîr Ömer ibn-i Sa'd o kâfir u hınzır Emîr-i Müslim'e ettiler ezâ Serasker-i Yezîd Abdullah Ziyâd Hânedâna düşmen o kâfir cellâd Büthâne-i dili eyledi bünyâd Âl-i Muhammed'den kalmadı ziyâ Nihâyet Müslim'i kıldılar şehîd Süfyânî şakîdir hânedân sa’îd Bu emr-i habîse mübâşir Yezîd Sevk etti askerin Kûfe'den yana Ol cenâb-ı Hüseyn Mekke'den hemân Kûfe tarîkine oldular revân Mekke'den berâber yüz bin Müslümân İmâm-ı Hüseyn'e muhib zâhirâ Dedi “Hakk'ı bulan gelsün özünde Hazret-i İmâm'ın encâm sözünde Cihân varı olan düşsün gözünde Dost sûretin verüb etmesün riyâ” Bu nutku gûş edüb ol Kâbe ehli Temevvüce gelüb deryâ-i cehli Leşkerin kalmadı binde bir misli Bunların cümlesi ehl-i mâsivâ “Elestü Rabbiküm” deminden kanık Teşne-i şehâdet dîdâra âşık Yetmiş iki adet muhibb-i sâdık Bunlar oldu şâh-ı cihâna gedâ Şehâdet-i Müslim olundu beyân Kûfe azîmetin terk idüb hemân Kerbelâ semtine İmâm-ı zemân Çevirdi yüzünü “Ve’ş-şemsü’d-duhâ” Vâsıl olub ol dem semt-i belâya Erişmez akıllar sırr-ı mevlâya Na ‘ra-i ehl-i beyt arz ü semâya Yerden göğe çıktı mânend-i tûbâ Gökten yere indi feleğin mâhı Kuruldu imâmın gör haymegâhı Harem-i ismetin pişt ü penâhı Sâyebânı onun arş-ı muallâ Leşker-i Yezîd’e karşı ol imâm Buyurdu o demde salât u selâm Dedi bugün benim serdâr-ı imâm Benim ceddim Res’ul salli te’alâ karşu durub kıldı hayli nasihât Ezelden bunlarda yoktu hamiyyet Hürr ibn-i Riyâhî eyledi bi‘ât Kusurun avfını eyledi ricâ Hürr ibn-i Riyâhî ol pehlivan er Hânedân içinde oldu mu‘teber İbtidâ leşkere ol çekti teber Merd-i meydân olub havf etmez aslâ Cenâb-ı Hüseyn’e eden ita‘at Muhammed Murtazâ eder şefa‘ât Hürr ibn-i Riyâhî kıldı şehâdet Menzilgâhı oldu Cennetü’l-me‘vâ Bu hâli görünce Hürr’ün kardeşi Akıttı dideden kan ile yaşı Evlâd-ı Hürr ile koydular başı Oldular Hüseyn’e onlar hâk-i pâ Elli üç ashâb-ı yâr-i vefâdâr Bunlarda velâyet gün gib(i) âşikâr Şâh-ı Kerbelâ’ya ettiler ikrâr Cânân içün cânın kıldılar i‘tâ Her biri Resûle hem-dem olmuştu Esrâr-ı Hüdâ’ya mahrem olmuştu Yâre-i Hüseyn’e merhem olmuştu Bahş-i cân eyleyüb ettiler devâ Tahammül edemez bu hâli gören Abdullâh Kâsım evlâd-ı Hasen Yeryüz(ü) olub misâl-i çemen Reng-i gülfâm oldu gerçi serâpâ Ol Abbâs ü Bekir Ömer Abdullâh Avn ü Osman Güvenç bir devr-i ilâh Bir’ader-i Hüseyn pederi ol şâh Aldı bunları da girdâb-ı belâ Ali Ekber durur ibn-i Hüseyn Ali Asgar durur hafîd-i kevneyn Anlardır evlâd-ı Şâhü’s-Sakaleyn Bunlara âh zulüm sitem ne revâ Gülzâr-ı nübüvvet hazâna erdi Gülşenden bağıbân goncalar verdi Bu gaddâr felek de çok kana girdi Esince muhalif ol bâd-ı hevâ Nevbet-i şehâdet Hüseyn’e erdi Haymegâh-ı ismet-serâya girdi Âl-i evlâdına nasihat verdi Dedi Zeyne’l-‘Abîdin’sin rehnümâ Cümle emâneti teslîm eyledi İmâm-ı Zeynel’i takdîm eyledi La‘l-i gevherbârın taksîm eyledi Nisâr etti gözden lü‘lü‘ ü lâlâ Zü’l-cenâh esbiyle elde Zü’l-fikâr Şâh-ı Murtazâ’dan kaldı yâdigâr Emânet-i Resûl başında destâr Bir elinde hazır âsâ-i Mûsâ Havf etmezdi aslâ ol şîr-i Yezdân Tahammül mülkünü etiiler vîrân Ol cenâb-ı Emîr oldu nâtüvân Erişti zevâle gör şem‘-i ziyâ Yüz tuttu harâba şer‘in binâsı Yıkıldı ayaktan dînin esâsı Hânedân-ı Ehl-i Beyt’in sedâsı Çığrıştılar meded meded Hüseynâ Şehâdet câmına Şâh-ı Şehîdân Akıttı sîneden çeşme-i revân Reng-i şafak oldu o dem kızıl kan Kan ağladı ‘âşık hâl-i Kerbelâ katl-i Hüseyn içün oldu mübâşir Simr-i Zü’l-cevşen o hınzır ü kâfir Şehâdet câmını nûş etti Emîr Yed-i Mustafâ’dan bâde-i sahrâ Destâr-ı Mustafâ kana boyandı Feryâd-ı Ehl-i Beyt kana boyandı Zümre-i Hânedân kara kuşandı Revâ değil Hânedân’a bu cefâ Mevcûd-i kâinât eyledi efgân Kan ağladı gökten yere asumân Esbâb-ı felek bir aksine devrân Dönmektedir o dem bu demde hâlâ Kerbelâ’dan yola oldular revân Nîzeler üstünde ser-i şehîdân Leşker-i Yezîd eylediler handân Şam’ın halkı çıkub etti temâşâ Ehl-i Şam bu hâli görünce hemân Dediler Yezîd’e “Ey kâfir düşmân Kâil olmaz buna Hallak u Yezdân Bu emir eylemez kâfi mutlakâ” Nâdim olup Yezîd inkâr eyledi Halkın sitemini efkâr eyledi Ol Şimr-i lâ‘ini berdâr eyledi Zeyne’l-Abidîn’e kıldı ilticâ Ba‘de Medîne’ye ettiler avdet Perişan hâl eden harem-i ismet Karşı çıkıp sordular cümle ashâb Dediler kandedir şâh-ı evliyâ Vak‘a-i Kerbelâ olundu beyân Muhibb-i âşinâ oldular giryân Medîne şehrinde koptu bir figân Urûc edip arşa nâle-i hedâ Esbâb-ı seferle naleye âgâz Gubâr-ı veçhine kıldılar niyâz Ravza-i Resûl’de edâ-i namâz Rûh-i enbiyâya ettiler şekvâ Merkad-i Ahmed’den geldi bir sedâ “Gam çekmeyin” dedi râzıdır Hüdâ Gûş edip nidâyı Âl-i Murtazâ Eyvallâh dediler Şefi-i Hüdâ Emretti anlara Habîb-i Ekrem Zümre-i Kerbelâ eyledi mâtem Karalar kuşandı cihân-ı âlem Cihân-ı âlemde bu bir mâcerâ Vak ‘a-i hicrânı tefsir edemez Zamân-ı hâl ile tağyir edemez Binde bir evsâfın tahrir edemez Âciz kalır bunda ehl-i şu‘arâ Hamdülillâh bendegân-ı Hayder’im Âl ü evlâdına ezel çâkerim Pâyinde el bağlı miskin kemterim Kemter-i gulâmım derinde hâlâ Kûşe-i mihnette bir gamküsârım Âl-i Muhammed’e vardır ikrârım Rûz u şeb dilimde vird-i ezkârım Nûr-i Muhammed’le sırr-ı lâ fetâ Hamdülillâh tamâm oldu destânı La‘ne bâis oldu Âl-i Süfyân’ı Mükedder eyledi ehl-i îmânı Âh eder âşıklar tâ rûz u cezâ Ağla Tevfik geldi mâh-ı Muharrem Oldukça vakiti geçiren hürrem Çâk edip girîbân kan ağla her dem Eşk-i çeşmin olsun mânend-i deryâ
[1] Noyan, Bedri. (2000). Bütün Yönleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik. Ankara: Ardıç Yayınları. s.: 174-186.
[2] Metinde “Sandı” yazılmış idi, cümlenin anlamına göre “Sıydı” olmalıdır.
- İslâm’da Mesih İnancıBu makalede, İslam’ın iki kurtarıcı kahramanından ilki olan Hz. İsa hakkındaki inançlara ve bu inançların kaynaklarda nasıl yer aldığına değinilecektir. Ayrıca İslami kaynaklarda verilen farklı bilgiler ve Müslümanların bu konudaki farklı görüşleri de aktarılacaktır. Kur’an’da Mesih İnancı İslam’ın Mesih algısı, temelde Yahudilik ve Hıristiyanlığın algısıyla uyuşsa da çok önemli farklılıklar içermektedir. Öncelikle İslam’a göre İhlas
- Kul Himmet’in Hayatı ve EserleriKul Himmet’in Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Varzıl/Görümlü köyünde doğduğu bilinmektedir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Tekke-tasavvuf edebiyatında Alevi-Bektaşi inancıyla ortaya konulmuş pek çok şiiri bulunan Kul Himmet’in XVI. yüzyılın ikinci yarısı ile XVII. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin edilmektedir. ‘Menâkıb ül Esrar Behcet ül Ahrâr’ adlı eserde bazı şiirleri kayıtlı olduğuna göre, 16. asırda yaşadığı kuvvetle söylenebilir. İnancından dolayı
- Yemînî’nin Hayatı ve Eserleri16. yüzyıl tekke şairlerinden olan Yeminî’nin hayatı hakkında eski ve yeni kaynaklarda çok az bilgiye rastlanılmakta ve bu nedenle şairin doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir şey söylenilememektedir. Şairin hayatıyla ilgili son derece kısıtlı bilgiler, ancak onun bilinen tek eseri olan Fazilet-nâme’den hareketle verilebilmektedir. Eserindeki ifadelerden anlaşıldığına göre, asıl adı Muhammed’dir; Hafız oğlu ve İbn
- Virânî’nin Hayatı ve EserleriVîrânî hakkındaki bilgilere ulaşıbilen en eski ve bilinen tek kaynak 1129/1716’da yazılan Demir Baba Velâyet-nâmesi’dir. Demir Baba ise velâyet-nâmenin yazılışından yaklaşık 50 yıl önce yani 17. yüzyıl ortalarında vefat etmiştir. Demir Baba, velâyet-nâmede geçtiğine göre yaşlılığı döneminde otuz yaşındaki Vîrânî ile karşılaşmıştır. Bu durumda Vîrânî’nin söylenegeldiği gibi 16. yüzyıl değil 17. yüzyıl şairi olduğu kabul edilmelidir. Bu
- Pir Sultan Abdal’ın Hayatı ve EserleriŞairin hayatı ile ilgili bilgilerin büyük bir kısmı, çeşitli halk rivayetleri ile başta olmak üzere bazı araştırıcıların, Pir Sultan Abdal mahlaslı şiirlerden elde ettikleri çıkarımlardan ve yorumlardan ibarettir. Bu yapılırken âşığın yaşadığı kabul edilen 16. yüzyılda gelişen olaylar ve bu olayların şiirlerdeki yansımalarından hareket edilmiştir. Bu çıkarımlara göre âşığın adı Haydar’dır ve köken olarak Yemenli’dir.
- Fuzûlî’nin Hayatı ve EserleriAsıl adı Mehmed, babasının adı ise Süleyman’dır. Başkalarının tercih etmeyeceğini düşündüğü ve olumlu anlamıyla kendisini tanımlayıcı bulduğu için “fuzûlî” sözcüğünü mahlas olarak almıştır. Türkmenlerin Bayat boyundandır. Kaynakların bir kısmı, Fuzûlî’nin doğum yeri gibi doğum tarihi de tam olarak bilinmemektedir. İlk eğitimini, kaynaklarda Hille müftüsü olduğuna dair rivayetlerle anılan babasından almış olması muhtemeldir. Daha sonra Rahmetullah