TEVFİK BABA’NIN KERBELÂ DESTÂNI

Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ Vuku’âtı[1]

 Nûr-i Muhammed’i bünyâd eyledi
 Halk etti cihânı Bâri Te’alâ
 Arşı kürsü levhi icâd eyledi
 “Kün” dedi vâr oldu âlem-i dünyâ
 Hâlî durdu kevn ü mekân bir zamân
 Âdem’e bu âlem oldu âşiyân
 Ab ü nâr ü bâd ü hâk ile Sübhân
 Yarattı Âdem’i yoktan ibtidâ
 Sücûd emrin hitâb idüb zebânı
 Sıydı[2] Şeytân lâ’in nutk-i Yezdân’ı
 Didârından sordu o dem Şeytân’ı
 Celâl ismin ana kıldı tecellâ
 Âdem’den Havvâ’yı halk etti Bâri
 Cennet içre olub yüce mıkdârı
 Seyrederken bir gün bâğ ü gülzârı
 Göründü âşikâr meyve-i Tûbâ
 Bir vesile oldu Tûbâ Âdem’e
 Akıllar serveri sırr-ı ekreme
 Yenildi o demde nefs-i mülhime
 Âdem’le Havvâ’ya eyledi iğdâ
 Takdir-i İlâhi oldu mukadder
 Takdire ne çâre olmaz muzaffer
 İsm-i Celâline düşünce mazhar
 Sürüldü Cennet’ten Âdem’le Havvâ
 Gam diyârın Âdem eyledi mesken
 Havvâ ile varup zâr ü dil-fiken
 Bunlardır âlemde derd ü gam çeken
 Hasret bucağında derd ile belâ
 Çok zaman gezdiler böyle serseri
 Yaslandılar hayli Kûh-i Hacer’i
 Şikâyet kimedir, Hakk’ın kaderi
 Mevla sevdiğine edermiş cefâ
 Âdem’in efkârı şâm u sehergâh
 “Rabbenâ zalemnâ” estağfirullâh
 Günâhından geçüp affetti İlâh
 Âdemoğlu dâim etmekte hatâ
 Nûh Nebi gelüb erdi tûfâna
 Sığındı o demde sırr-ı Sübhân’a
 Erişmedi güzer ehl-i îmâna
 Yer üstüne geldi büsbütün deryâ
 Vech-i pâk-i Bâri eyledi arzû
 Maksûdu yâr ile gelsin rûberû
 “Len terâni sümme hattâ tenfiku”
 Hakk buyurdu dedi böyle yâ Müsâ
 Tecellîyi Tûr’da kıldı Müsâ’ya
 Nazar kıldı hayrân nûr u ziyâya
 “Rabbi erni” deyüb nâz ü du’âya
 Sücûd edüb Hakk’a eyledi ricâ
 Bi-peder geldi Mesîhâ âşikâr
 Hakk emrini halka eyledi izhâr
 Nebi-i zişânı ettiler inkâr
 Berdâr etti anı kavm-ı Nasârâ
 Gülşen-i Meryem’in erdi hazânı
 Derd ehli sinede açtı hicrânı
 Böyle imiş ezel emr-i Rabbânî
 Hak dostuna düşman oldu Yehûdâ
 Beride az hemân Hazret-i Ya’kub
 Yusf’u kendine eyleyüb mahbûb
 Perde-i bâtından Settârü’l-uyûb
 Eyledi Yusuf’u Ya’kub’dan cüdâ
 Mahbûb-i Hüdâ-i Melik ü Celîl
 Cümleden birisi İbrâhim Halîl
 Vâsıl Hüdâ’ya delÎl Cebrail
 Aşk oduna cânını kıldı fedâ
 Ateş-i Nemrûd’u gülzâr eyledi
 Hak sırrını ana izhâr eyledi
 Halîl’in çevresin envâr eyledi
 Cemâl-i Hüdâ-i nûr-i mücellâ
 Vasf-ı Muhammed’i edelim beyân
 Medhinde âcizdir bu halk-ı cihân
 Cümle enbiyâya sertâc-ı zîşân
 Bir geldi cihâna Şâh-ı enbiyâ
 Şânına buyruldu “Levlâke levlâk”
 Hak ded ki “Lemmâ halaktu’l-eflâk”
 Etmez bu menzili akıllar idrâk
 Oldur hakikatte Kâ’be-i mânâ
 Macerâ-i aşkı beyân edelim
 Zümre-i uşşâkı hayrân edelim
 Dâğ-ı derûn dîde al kan edelim
 Nûş eylesün ehl-i derd sağar sahbâ
 Bağ-ı nübüvvetin bir gonca-teri
 Deryâ-i hikmetin dürr ü gevheri
 Ol Pâkize Muhammed’in duhteri
 Cümleden eşreftir ol Hayrü’n-nisâ
 Damâd-ı Mustafâ Haydar-ı Kerrâr
 Zevc-i Fâtıma’dır Sâhib-Zü’l-fikâr
 İki nûr onlardan oldu âşikâr
 Saadet burcundan şems ü mâh-âsâ
 Hasanü’l-Müctebâ evlâd-ı ekber
 Şehîd-i Kerbelâ Hüseyin asgar
 Bunların pederi İmâm-ı Haydar
 İbn-i Ebû Tâlib amm-i Mustafâ
 Evc-i felek üzre mihr ü kamer-vâr
 Hüseyn ile Hasan ederdi reftâr
 Gülşen-i nübüvvet eder iftihâr
 Sallanub gezdikçe nev-nihâl-âsâ
 İki yüzden bilen Hak âyînesi
 Bunlar Muhammed’in nûr-i dîdesi
 Sırr-ı hakikatin dürr gencînesi
 Deryâdan çıkarmış ol yed-i beyzâ
 Emredüb Mustafâ bir gün ashâba
 Tekye kılub hazır oldu mihrâba
 Vedâ ü vasiyyet etti ahbâba
 Gûş edenler dedi sem’an ve tâ’â
 Hâzır olub anda Hasan ü Hüseyn
 Buyurdu anlara Resûl-i kevneyn
 Şehâdet peyâmın Cibrîl-i Emîn
 Dedi senin ümmetindir eşkiyâ
 Nihayet terk idüb dünyâyı Ahmed
 Arz eyleyüb gitti Mevlâ’yı Ahmed
 İhtiyâr eyledi ukbâyı Ahmed
 Bıraktı cihanda vâh-ı vâveylâ
 Medîne şehrine düştü gulgule
 Kâinât mümkinât kıldı velvele
 Felek yüz vermedi evlâd-ı âle
 Bunlardır âleme bir ibret-nümâ
 Bir müddet geçmeden oldu nâ-mizac
 Bulmadı Fâtıma derdine ilâc
 Cümlesin yanından eyledi ihrâc
 Hâzır olub ol Vasiyyü’l-müctebâ
 El kaldırub dedi Haydar-i Kerrâr
 Eyle yâ Rab bunun derdine tîmâr
 Medet senden kerem senden yâ Gaffar
 Acı yetimlere kalmasun hebâ
 Göz açub Fâtıma Şîr-i Yezdân’a
 Vasiyyet eyledi Şâh-ı Merdân’a
 İki şehzâdeyi Zât-ı Sübhân’a
 Teslim edüb cânın eyledi fedâ
 Medine şehrini terk edüb âhir
 Kûfe hilâfetin sürdü bir vâfir
 Şehadet câmına olmuştu hâzır
 Bekler idi bir kale-i musaffa
 Bir sabah namâzı Haydar-ı Kerrâr
 Cami-i Kûfe’ye kıldı ihtiyâr
 İbn-i Mülcem Abdurrahmân nâbekâr
 Kasd-i merdân içün anda müheyyâ
 Edâ-i farz içün mescide girdi
 Tekbîr edüb Ali namâza durdu
 Özü Hakk’da sözü Kur’ân okurdu
 Kasd etti Şâhıma hınzır bed-likâ
 Söyündü o demde dînin çerâğı
 Açıldı sînede gül gibi dâğı
 Kurb-u İlâhî’dir anın durağı
 Hakk vuslatı içün arz etti bekâ
 Mülcem oğlu kâfir girdi kanına
 Müjde gitti Şâh’ın baş düşmanına
 Ba’is olan şahsın la’net cânına
 Nükte vardır bunda eylerim ihfâ
 Vefât-ı Murtazâ geçti bir müddet
 Perişân-hâl olub o dem cem’iyyet
 Hârici münâfık bulunca fırsat
 Fitne dâmın kurar ehl-i teberrâ
 Hasan ile Hüseyn bir hayli müddet
 Oldular belâ-i Kûfe ikâmet
 Ba’de Medîne’ye kıldılar avdet
 Fırka-i müfsidden oldular rehâ
 Halvetgeh-i Hak’da olub subh u şâm
 Hasanü’l-Mücteba eylerdi ârâm
 Bozuldu o hengâm âlemde nizâm
 Fesad ehli dâim cem’ olub peydâ
 Hasan hâzır olub bir kâse câma
 Bu mânâ çıkmıştır ehl-i İslâm’a
 Yezîd-i münâfık kasd-i İmâm’a
 İrsâl etti Şâm’dan zehr-i bî-deva
 Nûş edüb ol cânı İmâm-ı Hasen
 Kan ağladı o dem bu hâli gören
 Gül-cemâli oldu misâl-i çemen
 Rûzigâr-i zehr-i gam kâr etti ana
 Biraderi Hüseyn gördü bu hâli
 Cem’ etti bir yere ashâb-ı âli
 Ca’de aşuftenin neyse ef’âli
 Destres olmadı kahbe kahkaha
 Şehâdet câmına kıldı ita’ât
 Menzilgâhı anın burc-i saadet
 Hasan nihân oldu gözden nihâyet
 Eylemişti Hak’tan tahsil-i rızâ
 Mesned-i hilâfet geldi Hüseyn’e
 Biat edüb ana ehl-i Medîne
 Hakikat İmâm’dır rûy-i zemîne
 Şehâdet eyledi arz ile semâ
 Velîd ibn-i Atbe olmuştu hâkim
 Medîne şehrinde hükmeder dâim
 Yezîd menzilinde Şam içre kâim
 Bir nâme gönderdi Velîd’e isrâ
 Bu ahkâmla yazub Yezîd fermânı
 Biate isterdi ehl-i îmânı
 Hüseyn ibn-i Ali Şîr-i Yezdânî
 Kasdi husûsunda eylerdi îmâ
 Muhibb-i Ali’dir ol hâkim Velîd
 İkdâm edüb yazar ol kahbe Yezîd
 Etsünler o anda Hüseyn’i şehîd
 Rızâ vermez buna hâkim-i kazâ
 Velîd ibn-i Atbe dedi “Yâ Hüseyn”
 Bilir bendenizim Rabbü’l-âlemîn
 Yezîd tutmuş sana gayet kibr ü kîn
 İhfâ etmem senden bu sırrı aslâ”
 Hüseyn eydür benim ehl-i beyt-i Hak
 Ehl-i beyt olur mu Yezîd’e mülhak
 Ol Yezîd-i pelîd kâfir muhakkak
 Düşmân-ı hânedân-ı Âl-i abâ
 Mahasal etmeyüb anda ikâmet
 Ravza-i Resûl’ü kıldı ziyâret
 Elvedâ eyleyüb ana nihâyet
 Dedi kerem senden ey sâhib-’atâ
 Evlâd ü ensâbın cümlesi bile
 Revâ değil hânedâna bu çile
 Semt-i Mekke deyüb düştüler yola
 Çekti askerini ol sâhib-livâ
 Yaklaştı Mekke’ye İmâm-ı zamân
 İstikbâle çıktı eşrâf ü âyân
 Kudûmundan cümle oldular handân
 Dediler hoş geldin Şâh-ı evliyâ
 Bir zamân Mekke’de oldu arâm-sâz
 Bir yere cem’ oldu hep ehl-i Hicâz
 Huzûr-i İmâm’a kıldılar niyâz
 Bildiler ki budur nüshâ-i kübrâ
 Cânib-i Kûfe’de isteyüb biat
 İmâm-ı Hüseyn’i kıldılar dâvet
 Ol diyâra Müslim edüb azîmet
 Peyâm-ı Hüseyn’i eyledi inşâ
 Hâkim-i Kûfe'dir Nu'mân-ı Beşir
 Yezîd olub ana her dem destigîr
 Ömer ibn-i Sa'd o kâfir u hınzır
 Emîr-i Müslim'e ettiler ezâ
 Serasker-i Yezîd Abdullah Ziyâd
 Hânedâna düşmen o kâfir cellâd
 Büthâne-i dili eyledi bünyâd
 Âl-i Muhammed'den kalmadı ziyâ
 Nihâyet Müslim'i kıldılar şehîd
 Süfyânî şakîdir hânedân sa’îd
 Bu emr-i habîse mübâşir Yezîd
 Sevk etti askerin Kûfe'den yana
 Ol cenâb-ı Hüseyn Mekke'den hemân
 Kûfe tarîkine oldular revân
 Mekke'den berâber yüz bin Müslümân
 İmâm-ı Hüseyn'e muhib zâhirâ
 Dedi “Hakk'ı bulan gelsün özünde
 Hazret-i İmâm'ın encâm sözünde
 Cihân varı olan düşsün gözünde
 Dost sûretin verüb etmesün riyâ”
 Bu nutku gûş edüb ol Kâbe ehli
 Temevvüce gelüb deryâ-i cehli
 Leşkerin kalmadı binde bir misli
 Bunların cümlesi ehl-i mâsivâ
 “Elestü Rabbiküm” deminden kanık
 Teşne-i şehâdet dîdâra âşık
 Yetmiş iki adet muhibb-i sâdık
 Bunlar oldu şâh-ı cihâna gedâ
 Şehâdet-i Müslim olundu beyân
 Kûfe azîmetin terk idüb hemân
 Kerbelâ semtine İmâm-ı zemân
 Çevirdi yüzünü “Ve’ş-şemsü’d-duhâ”
 Vâsıl olub ol dem semt-i belâya
 Erişmez akıllar sırr-ı mevlâya
 Na ‘ra-i ehl-i beyt arz ü semâya
 Yerden göğe çıktı mânend-i tûbâ
 Gökten yere indi feleğin mâhı
 Kuruldu imâmın gör haymegâhı
 Harem-i ismetin pişt ü penâhı
 Sâyebânı onun arş-ı muallâ
 Leşker-i Yezîd’e karşı ol imâm
 Buyurdu o demde salât u selâm
 Dedi bugün benim serdâr-ı imâm
 Benim ceddim Res’ul salli te’alâ
 karşu durub kıldı hayli nasihât
 Ezelden bunlarda yoktu hamiyyet
 Hürr ibn-i Riyâhî eyledi bi‘ât
 Kusurun avfını eyledi ricâ
 Hürr ibn-i Riyâhî ol pehlivan er
 Hânedân içinde oldu mu‘teber
 İbtidâ leşkere ol çekti teber
 Merd-i meydân olub havf etmez aslâ
 Cenâb-ı Hüseyn’e eden ita‘at
 Muhammed Murtazâ eder şefa‘ât
 Hürr ibn-i Riyâhî kıldı şehâdet
 Menzilgâhı oldu Cennetü’l-me‘vâ
 Bu hâli görünce Hürr’ün kardeşi
 Akıttı dideden kan ile yaşı
 Evlâd-ı Hürr ile koydular başı
 Oldular Hüseyn’e onlar hâk-i pâ
 Elli üç ashâb-ı yâr-i vefâdâr
 Bunlarda velâyet gün gib(i) âşikâr
 Şâh-ı Kerbelâ’ya ettiler ikrâr
 Cânân içün cânın kıldılar i‘tâ
 Her biri Resûle hem-dem olmuştu
 Esrâr-ı Hüdâ’ya mahrem olmuştu
 Yâre-i Hüseyn’e merhem olmuştu
 Bahş-i cân eyleyüb ettiler devâ
 Tahammül edemez bu hâli gören
 Abdullâh Kâsım evlâd-ı Hasen
 Yeryüz(ü) olub misâl-i çemen
 Reng-i gülfâm oldu gerçi serâpâ
 Ol Abbâs ü Bekir Ömer Abdullâh
 Avn ü Osman Güvenç bir devr-i ilâh
 Bir’ader-i Hüseyn pederi ol şâh
 Aldı bunları da girdâb-ı belâ
 Ali Ekber durur ibn-i Hüseyn
 Ali Asgar durur hafîd-i kevneyn
 Anlardır evlâd-ı Şâhü’s-Sakaleyn
 Bunlara âh zulüm sitem ne revâ
 Gülzâr-ı nübüvvet hazâna erdi
 Gülşenden bağıbân goncalar verdi
 Bu gaddâr felek de çok kana girdi
 Esince muhalif ol bâd-ı hevâ
 Nevbet-i şehâdet Hüseyn’e erdi
 Haymegâh-ı ismet-serâya girdi
 Âl-i evlâdına nasihat verdi
 Dedi Zeyne’l-‘Abîdin’sin rehnümâ
 Cümle emâneti teslîm eyledi
 İmâm-ı Zeynel’i takdîm eyledi
 La‘l-i gevherbârın taksîm eyledi
 Nisâr etti gözden lü‘lü‘ ü lâlâ
 Zü’l-cenâh esbiyle elde Zü’l-fikâr
 Şâh-ı Murtazâ’dan kaldı yâdigâr
 Emânet-i Resûl başında destâr
 Bir elinde hazır âsâ-i Mûsâ
 Havf etmezdi aslâ ol şîr-i Yezdân
 Tahammül mülkünü etiiler vîrân
 Ol cenâb-ı Emîr oldu nâtüvân
 Erişti zevâle gör şem‘-i ziyâ
 Yüz tuttu harâba şer‘in binâsı
 Yıkıldı ayaktan dînin esâsı
 Hânedân-ı Ehl-i Beyt’in sedâsı
 Çığrıştılar meded meded Hüseynâ
 Şehâdet câmına Şâh-ı Şehîdân
 Akıttı sîneden çeşme-i revân
 Reng-i şafak oldu o dem kızıl kan
 Kan ağladı ‘âşık hâl-i Kerbelâ
 katl-i Hüseyn içün oldu mübâşir
 Simr-i Zü’l-cevşen o hınzır ü kâfir
 Şehâdet câmını nûş etti Emîr
 Yed-i Mustafâ’dan bâde-i sahrâ
 Destâr-ı Mustafâ kana boyandı
 Feryâd-ı Ehl-i Beyt kana boyandı
 Zümre-i Hânedân kara kuşandı
 Revâ değil Hânedân’a bu cefâ
 Mevcûd-i kâinât eyledi efgân
 Kan ağladı gökten yere asumân
 Esbâb-ı felek bir aksine devrân
 Dönmektedir o dem bu demde hâlâ
 Kerbelâ’dan yola oldular revân
 Nîzeler üstünde ser-i şehîdân
 Leşker-i Yezîd eylediler handân
 Şam’ın halkı çıkub etti temâşâ
 Ehl-i Şam bu hâli görünce hemân
 Dediler Yezîd’e “Ey kâfir düşmân
 Kâil olmaz buna Hallak u Yezdân
 Bu emir eylemez kâfi mutlakâ”
 Nâdim olup Yezîd inkâr eyledi
 Halkın sitemini efkâr eyledi
 Ol Şimr-i lâ‘ini berdâr eyledi
 Zeyne’l-Abidîn’e kıldı ilticâ
 Ba‘de Medîne’ye ettiler avdet
 Perişan hâl eden harem-i ismet
 Karşı çıkıp sordular cümle ashâb
 Dediler kandedir şâh-ı evliyâ
 Vak‘a-i Kerbelâ olundu beyân
 Muhibb-i âşinâ oldular giryân
 Medîne şehrinde koptu bir figân
 Urûc edip arşa nâle-i hedâ
 Esbâb-ı seferle naleye âgâz
 Gubâr-ı veçhine kıldılar niyâz
 Ravza-i Resûl’de edâ-i namâz
 Rûh-i enbiyâya ettiler şekvâ
 Merkad-i Ahmed’den geldi bir sedâ
 “Gam çekmeyin” dedi râzıdır Hüdâ
 Gûş edip nidâyı Âl-i Murtazâ
 Eyvallâh dediler Şefi-i Hüdâ
 Emretti anlara Habîb-i Ekrem
 Zümre-i Kerbelâ eyledi mâtem
 Karalar kuşandı cihân-ı âlem
 Cihân-ı âlemde bu bir mâcerâ
 Vak ‘a-i hicrânı tefsir edemez
 Zamân-ı hâl ile tağyir edemez
 Binde bir evsâfın tahrir edemez
 Âciz kalır bunda ehl-i şu‘arâ
 Hamdülillâh bendegân-ı Hayder’im
 Âl ü evlâdına ezel çâkerim
 Pâyinde el bağlı miskin kemterim
 Kemter-i gulâmım derinde hâlâ
 Kûşe-i mihnette bir gamküsârım
 Âl-i Muhammed’e vardır ikrârım
 Rûz u şeb dilimde vird-i ezkârım
 Nûr-i Muhammed’le sırr-ı lâ fetâ
 Hamdülillâh tamâm oldu destânı
 La‘ne bâis oldu Âl-i Süfyân’ı
 Mükedder eyledi ehl-i îmânı
 Âh eder âşıklar tâ rûz u cezâ
 Ağla Tevfik geldi mâh-ı Muharrem
 Oldukça vakiti geçiren hürrem
 Çâk edip girîbân kan ağla her dem
 Eşk-i çeşmin olsun mânend-i deryâ 

[1] Noyan, Bedri. (2000). Bütün Yönleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik. Ankara: Ardıç Yayınları. s.: 174-186.

[2] Metinde “Sandı” yazılmış idi, cümlenin anlamına göre “Sıydı” olmalıdır.


  • İslâm’da Mesih İnancı
    Bu makalede, İslam’ın iki kurtarıcı kahramanından ilki olan Hz. İsa hakkındaki inançlara ve bu inançların kaynaklarda nasıl yer aldığına değinilecektir. Ayrıca İslami kaynaklarda verilen farklı bilgiler ve Müslümanların bu konudaki farklı görüşleri de aktarılacaktır. Kur’an’da Mesih İnancı İslam’ın Mesih algısı, temelde Yahudilik ve Hıristiyanlığın algısıyla uyuşsa da çok önemli farklılıklar içermektedir. Öncelikle İslam’a göre İhlas
  • Kul Himmet’in Hayatı ve Eserleri
    Kul Himmet’in Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Varzıl/Görümlü köyünde doğduğu bilinmektedir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Tekke-tasavvuf edebiyatında Alevi-Bektaşi inancıyla ortaya konulmuş pek çok şiiri bulunan Kul Himmet’in XVI. yüzyılın ikinci yarısı ile XVII. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin edilmektedir. ‘Menâkıb ül Esrar Behcet ül Ahrâr’ adlı eserde bazı şiirleri kayıtlı olduğuna göre, 16. asırda yaşadığı kuvvetle söylenebilir. İnancından dolayı
  • Yemînî’nin Hayatı ve Eserleri
    16. yüzyıl tekke şairlerinden olan Yeminî’nin hayatı hakkında eski ve yeni kaynaklarda çok az bilgiye rastlanılmakta ve bu nedenle şairin doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir şey söylenilememektedir. Şairin hayatıyla ilgili son derece kısıtlı bilgiler, ancak onun bilinen tek eseri olan Fazilet-nâme’den hareketle verilebilmektedir. Eserindeki ifadelerden anlaşıldığına göre, asıl adı Muhammed’dir; Hafız oğlu ve İbn
  • Virânî’nin Hayatı ve Eserleri
    Vîrânî hakkındaki bilgilere ulaşıbilen en eski ve bilinen tek kaynak 1129/1716’da yazılan Demir Baba Velâyet-nâmesi’dir. Demir Baba ise velâyet-nâmenin yazılışından yaklaşık 50 yıl önce yani 17. yüzyıl ortalarında vefat etmiştir. Demir Baba, velâyet-nâmede geçtiğine göre yaşlılığı döneminde otuz yaşındaki Vîrânî ile karşılaşmıştır. Bu durumda Vîrânî’nin söylenegeldiği gibi 16. yüzyıl değil 17. yüzyıl şairi olduğu kabul edilmelidir. Bu
  • Pir Sultan Abdal’ın Hayatı ve Eserleri
    Şairin hayatı ile ilgili bilgilerin büyük bir kısmı, çeşitli halk rivayetleri ile başta olmak üzere bazı araştırıcıların, Pir Sultan Abdal mahlaslı şiirlerden elde ettikleri çıkarımlardan ve yorumlardan ibarettir. Bu yapılırken âşığın yaşadığı kabul edilen 16. yüzyılda gelişen olaylar ve bu olayların şiirlerdeki yansımalarından hareket edilmiştir. Bu çıkarımlara göre âşığın adı Haydar’dır ve köken olarak Yemenli’dir.
  • Fuzûlî’nin Hayatı ve Eserleri
    Asıl adı Mehmed, babasının adı ise Süleyman’dır. Başkalarının tercih etmeyeceğini düşündüğü ve olumlu anlamıyla kendisini tanımlayıcı bulduğu için “fuzûlî” sözcüğünü mahlas olarak almıştır. Türkmenlerin Bayat boyundandır. Kaynakların bir kısmı, Fuzûlî’nin doğum yeri gibi doğum tarihi de tam olarak bilinmemektedir. İlk eğitimini, kaynaklarda Hille müftüsü olduğuna dair rivayetlerle anılan babasından almış olması muhtemeldir. Daha sonra Rahmetullah

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir