ALEVÎ-BEKTAŞÎLİKTE MUHARREM AYİNLERİ VE GELENEKLERİNE DAİR
…Kerbelâ bugüne kadar nasıl hakkıyla anlaşılamamışsa, bugünden sonra da ta ki Hz. Mehdi’nin zuhuruna kadar tam manasıyla anlaşılmayacaktır. Bu sebepledir ki her yıl yeniden anlamak, anmak ve anlatmakla vazifeliyiz…
İmam Hüseyin doğduğu gün dedesi Hz. Peygamber’in kucağına verildiğinde, Resulullah (s.a.a) ağlamaya başlamıştı. Bu ağlayış bir sevinç gösterisi değil, aksine hüzün ve matemin ta kendisiydi. Hz. Peygamber’e o gün niye ağladığı sorulduğunda, “Benim ümmetim bu evladımı susuz ve yalnız bir şekilde katledecek.”[1]buyurmuştu. Hz. Peygamber’in bunu sahabelerine farklı zamanlarda hatırlattığı ve hep birlikte gözyaşı döktükleri kaydedilmiştir.[2] Yine böyle bir rivayetin sonunda Allah Resulü ağlayan sahabelerine dönerek: “Size ne oluyor ki ağlıyorsunuz da ona sahip çıkmıyorsunuz?” buyurmuştur.[3]
“Onlar işlerini kendi aralarında farklı hiziplere ayırdılar/böldüler. Her bir grup kendi ellerinde olanla sevinip dururlar. Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak.”[4]
Allah, varlık âlemi için bir düzen koymuş ve yarattığı varlıklar içerisinde insana özel bir değer vermiştir. İnsanın hayatını düzene sokabilmesi için birtakım düzenlemeler yapmıştır, bu düzenlemelerin tümüne “din”, detaylarından sorumlu olan kişiye “peygamber” denir. Dinin Allah’ın seçtiği kişi eliyle icra edilmesine de “Meşru Otorite” denmektedir.
“Sizin örneğiniz, yün veya pamuktan zahmet çekerek ip eğiren sonra oturup pek çok zahmetle ipi açıp tekrar yün veya pamuğa dönüştüren kimse gibidir.” Hz. Zeynep
Hz. Peygamber’in (s.a.a) Hakk’a yürümesinden sonra dini liderliğin kimin elinde olması gerektiğiyle ilgili -aslen Peygamber tarafından açıkça belirtilmesine ve ayetlerle sabit olmasına rağmen- tartışmalar çıkmıştır. Günümüzde Müslümanların ayrıştığı en temel noktalardan birisi hala dini liderliğin yani dini icra edecek meşru otoritenin kimde olduğu sorunudur. “İmam Hüseyin Kerbelâ’da değil, Sakife’de şehit edildi.” sözü dinin gerçek icracılarıyla bu hakkı gayrimeşru yollardan elde etmek isteyenler arasındaki savaşın nerede başladığı hakkında en güzel tanımı yapmıştır.
Hz. İmam Hasan’la veliaht tayin etmemek şartıyla barış yapan Muaviye, anlaşmanın kuralına karşı gelerek oğlu Yezit’i veliaht tayin etti. Muaviye öldüğünde Yezit, Peygamberimizin “Şehitlerin Serdarı ve Cennet Gençlerinin Efendisi”[5] hitabına mazhar olmuş İmam Hüseyin’den biat istemekteydi. İmam Hüseyin bu durum karşısında meşhur ifadesiyle “Benim gibi birisi, senin gibi birine biat edecek öyle mi? Eğer ben sana biat edersem, Resulullah’ın dininin Fatiha’sı okunur.”[6] buyurmuştur.
“Şüphesiz Hüseyin’in katlinden dolayı, müminlerin kalbinde asla soğumayacak bir sıcaklık vardır.” Hz. Muhammed (s.a.a)[7]
Kerbelâ hadisenin üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen Alevî-Bektaşîler hâlâ her Muharrem ayında cem olup İmam Hüseyin’in yasına otururlar. Her türlü dini zümrede inananları etkileyen bu denli büyük olaylar, yıllar içinde verilen tepkilerin bir gelenek oluşturmasıyla birtakım ayinlerin doğmasına sebep olur. Alevî-Bektaşî inancı içinde önemli bir konuma sahip olan Kerbelâ’yı anmak için yapılanlar zamanla bu şekilde gelenekselleşerek kurallı “erkân”lar haline gelmiştir. İncelediğimiz yazma, bu erkânlar sırasında okunacak dua ve mersiyelerin kaydından ibarettir. Bu yazmayı layıkıyla incelemek için yas geleneğine, geleneği anlayabilmek için muteber Alevî-Bektaşî kaynaklarına müracaat etmek gerekir. Son dönemin sayılı ariflerinden Bedri Noyan Dedebaba’nın “Bütün Yönleriyle Bektaşîlik ve Alevîlik” isimli dokuz ciltlik dev eseri, bu bağlamdaki eserler arasında en derli toplusu olduğu için başta bu esere müracaat ettik.
Alevîlik-Bektaşîlik Geleneğinde Muharrem
“Allah’a hamdolsun ki insanlar içinde, bize yönelen, bizi metheden ve bizim için mersiye okuyan kimseleri var etmiştir.”[8] İmam Cafer Sadık
Melce-i Âl-i Âbâ[9] isimli eserde Kerbelâ hakkında “Kerbelâ Vak’asından mukaddem sabah kızıllığı olmazdı (…) İmam Hüseyn hazretlerinin kanının kızıllığıdır.”[10] denilmektedir. Eserde bu ifadenin Uyûnu’r-Rıza, Şevâhidü’n-Nübüvve, Ravzatü’ş-Şüheda ve Hadikatu’s-Süeda geçtiği kaydedilmiştir.[11] Eserde bu ifade şu şekilde şiirleştirilmiştir:
“Subh-i ‘âlem münşî-i hikmetten açmıştır felek
Hamret-i hûn-i şehidândan işârettir şafak”[12]
Kerbelâ’nın ateşiyle daima yanan Alevî-Bektaşîler her su içişlerinde İmam Hüseyin’e selam, Yezit ve ona tabi olanlara ise lanet ederler, aynı şekilde Mehmed Ali Hilmi Dedebaba erkannamesinde de “Selamullah ‘ale’l-Hüseyin la’netullah ‘alâ kâtili’l-Hüseyin” sözlerinin su tercümanı[13] adı altında su içerken okunacağının belirtilmiş olması bu davranışın sadece geleneksel ve ferdi bir davranış olmayıp bir yol gerekliliği olduğunu ortaya koyar.[14] Bu durum İmam Cafer’in “Ben her soğuk su içişimde Hüseyin’i anıyorum.” ve “Kim su içerken Hüseyin’i yâd eder ve düşmanlarına lânet ederse ona bin sevap yazılır ve bin günahının üstü çizilir” (Şeyh Saduk, Emâli, s. 122) buyrukları çerçevesinde değerlendirilince büyük bir anlam kazanmaktadır. Ayrıca Refik Engin Amucalar’da[15] Kerbelâ şehitlerinden olan Hürr bin Yezid Riyâhî’nin aziz hatırası için “Hür Gazi Pilavı” ve “Hür Gazi Helvası” adı altında yemek pişirilip dağıtıldığını kaydeder.[16]
Alevî-Bektaşîler arasında sözlü ve yazılı kültürde çok yaygın olan bu tip ifade ve davranış biçimleri İmam Hüseyin için duyulan acının herkes için daha ruhani bir hüviyet kazanmasını sağlarken Kerbelâ’nın onlar için ne denli önemli olduğunu açıkça ortaya koyar. Bu türden ifade ve davranış biçimleri Alevî-Bektaşîler arasında Muharrem ve yas geleneğinin gelişmesinde çok etkili olmuştur.
Belkıs Temren, Bedri Noyan Dedebaba’yı kaynak gösterdiği yazısında Bektaşîlerin Muharrem gelenekleri hakkında şunları söylüyor: “Bektaşîlerde oruca niyet, pilav, helva, oruç açma ve aşure için ayrı ayrı erkân uygulanır. Bu erkânların içerikleri birbirine benzemekle beraber bazı farklılıkları da içerir. Erkânların içeriğinde, selamnâmeler, mersiyeler, Âyete’l-Kürsî ve ilgili gülbanklar bulunur. Mersiyeler (ağıtlar) genellikle makâm eşliğinde (çoğunlukla Sabâ makamında) ayakta okunur. Beraberce okunabildiği gibi, bir kişi okuyup diğerleri dinleyebilir de. Bu durumda, iki yanında iki derviş veya muhib ayakta durur. Akşam ise, ellerinde birer uyandırılmış çerağ (mum) bulunur. Oruca niyet sırasında alınan suyun, daha sonraki erkânlarda da sırasıyla, hazırlanan pilavın, helvanın ve aşurenin hazırlanışı sırasında kullanılması, bunlara, az miktarda Kerbelâ toprağı serpilmesi gelenek gereğidir. Bu serpme ve karıştırma sırasında “çifte vav” çizer gibi karıştırırlar. Çifte vav “Ebced” hesabına göre, “Allah” vurgulamasını vermektedir. Bu nedenle Allah’ı zikretmek anlamına gelir. Bu sırada üç kez, “Selamullah ve salavatullah alel Hüseyn, lânetullah alel katilil Hüseyn” denilerek, Hüseyn selamlanır, katilleri lânetlenir.”[17]
“İmam Hüseyin için yaslı olsunlar, ağlasınlar ve ev halkına da İmam için ağlamalarını buyursunlar. Evlerinde matem için cem olup onun musibetine duydukları üzüntüyü izhar etsinler…”[18] İmam Muhammed Bakır
Bektaşîler ve Alevîler matem süresince Fuzûlî’nin on bölümden oluşan Hadikatü’s-Süeda’sını[19] her gün birer bölüm olmak üzere okurlar, yazmalarda Muharrem matemi boyunca her gündüz ve gece salavat ile “Bism-i Şah, Allah, Allah! Es-selamu aleyke, ya şemsü’l-kamer. Es-selamu aleyke, ya Bedrü’d-düca. Es-selamu aleyke, ya Muhammed ya Ali… Ya seyyid Musa-er-Rıza. Ve rahmetullahi ve berekatuh. Es-selamu aleyke, ya Sahibü’z-zaman. Es-selamu aleyke, ya Halifetü’r-rahman. Es-selam ya ‘ya insün ve la cannün’. Ve rahmetullahi ve berekatuh, eyvallah…” tercümanının okunacağı belirtilir. Bedri Noyan eserinde on Muharrem sabahında yazmalarda münacat ismiyle kaydedilen bir tercüman okunduğunu da kaydediyor.[20]
Bedri Noyan Dedebaba Alevî-Bektaşîlerin Muharrem ayı ve yasa ilişkin davranış ve ritüelleri hakkında şöyle diyor: “Türkiye’de ve dünyada yaşayan bütün Bektaşî ve Alevîler Muharrem ayının birinci gününden onuncu günü öğle vaktine kadar su orucu tutarlar. Onuncu gün öğleyin oruç biterse de matem, on ikinci günü sabahına kadar sürer. Bu Muharrem Orucu’nu sadece su için değil de tam oruç olarak tutanlar da vardır. Fakat on gün devamlı olarak gece gündüz su içilmez. Sulu gıdalar alınabilir. Bu orucu on ikinci veya on yedinci gecesine kadar tutanlar da vardır. Muharrem matemi içinde sakallar tıraş edilmez, şehadet gününe kadar eğlence yapılmaz, karı-kocalık ilişkileri kesilir, hatta banyo bile yapılmaz. Eskiden dergâhlarda, Muharrem ayının birinci gününden on ikinci gününe değin yere yalnız sofra bezleri serilirdi. Bunun üzerine sofra tahtası konulmadan sofraya çatal, bıçak, kaşık getirilmeden lokma edilirdi. Muharrem ayında matem günlerinde Bektaşîler birbirlerine rastlayınca, birbirlerini ziyarete gidince karşılıklı niyaz etmezler. Bir Bektaşî karşılaştığı yol kardeşini “Ya İmam” diye selamlar, selamlanan da bu selama “Ya Hüseyn” diye karşılık verir.”[21]
Bu yasın aslına uygun ve bilinçli bir şekilde yaşanmaya devam etmesi için Muharrem ayında özellikle Âşura gününde birçok iyi olayın hatta mucizelerin yaşandığı, peygamberlerin bugünde başlarına gelen musibetlerden kurtuldukları ile ilgili söylentilerin tamamen uydurma olduğuna da değinmek istiyoruz. Âşûrâ günündeki vahşetin failleri bugünde yaptıklarını unutturmak çabasıyla Muharrem’de güzel şeylerin yaşandığı yalanını ortaya atmışlardır. Bu olaydan yıllar önce İmam Ali sırdaşı Meysem-i Tammar’a hakikati açıklamıştır. Şeyh Saduk kendi senediyle İlelu’ş–Şerayi ve Emâli kitaplarında Cibille-i Mekkiye, Meysem kanalıyla İmam Ali’den şöyle nakleder: “Kendileri uydurdukları bir hadis gereğince Âşûrâ gününün Hz. Âdem’in tövbesinin kabul olduğu gün olduğunu söyleyecekler; oysa Hz. Âdem’in tövbesi Zilhicce ayında kabul olunmuştur. Yine onlar Âşûrâ gününde Yüce Allah’ın Hz. Davud’un tövbesini kabul ettiğini söyleyecekler; oysa Davud’un tövbesi de Zilhicce ayında kabul olmuştur. Onlar bugünde Allah’ın Hz. Yunus’u balığın karnından kurtardığını söyleyecekler; oysa Allah Teâla Hz. Yunus’u Zilkade ayında balığın karnından çıkarmıştır. Onlar Âşûrâ gününde Hz. Nuh’un gemisinin sahile yanaştığını söyleyecekler; oysa bu Zilhicce ayının 18. günü vuku bulmuştur. Onlar bugünde Beni İsrail’in (İsrailoğulları) kurtulması için denizin Allah tarafından Hz. Musa (a.s) için yarıldığını söyleyecekler; oysa bu Rebiyülevvel ayında gerçekleşmiştir.”
Alevî-Bektaşîler, İmam Hüseyin’in şehit edilişinden ötürü duydukları hüznü göstermek, ona yapılan eziyetleri bir nebze de olsa anlayabilmek için Muharrem ayının ilk on gününü oruçlu geçirirler. Yüzyıllardır İmam Hüseyin’in yasını ilk günkü gibi taze ve derinden hisseden Alevî-Bektaşîler bu oruç boyunca suyu direkt içmezler. Hayati ihtiyaçlarını karşılayacak kadar suyu ya sulu gıdalardan alırlar ya da suyu kül veya Kerbelâ toprağı karıştırarak içerler. Alevî-Bektaşîler içinde Muharrem Orucu’nun detayları ile ilgili bazı yöresel farklılıklar olsa dahi esas itibariyle tüm uygulamalar İmam Hüseyin’i anmak, onun başına gelenleri idrak etmek ve yasın gerekliliklerini yerine getirmek üzerine kuruludur.
Yas Orucu’na ilişkin yöresel farklılıklar hakkında bir makalede şu ifadelere yer verilmiş; “Muharrem ayında, Bektaşîsi, Kızılbaşı, Tahtacısı, Keçeci Babalısı, Hubyarlısı vb. günümüzde Alevî nitelemesiyle isimlendirilen bütün gruplarda ocaktan ocağa uygulama farklılıklarına bağlı olarak kiminde dokuz gün, kiminde on gün, kiminde ise on iki gün Muharrem orucu tutulur. Bu orucun Muharrem ayının onuncu gününde bitirilecek şekilde hesaplanarak başlanması gerektiği yönünde görüşler beyan edilse de genellikle Muharrem ayının 1’inde başlayıp 10’una kadar 10 gün ya da 12’sine kadar 12 gün bazen de üç gün öncesinden başlanıp 12’sine kadar toplam 15 gün tutulduğu görülmektedir. Burada Ankara Çubuk’ta katıldığımız bir Aşure etkinliğinde bölgede bulunan Şah Kalender Velî Ocağı mensuplarının Muharrem orucunu 1 Muharrem’de başlayıp 9 Muharrem ile beraber 9 gün tuttukları, onuncu günde ise matem tutup, aşure yapıp dağıttıklarını ifade ettikleri hususu da diğer bir uygulama örneği olarak ayrıca paylaşılmalıdır.”[22]
Bedri Noyan Dedebaba “Kurban bayramı zilhicce ayının onuncu günüdür. Bu günden itibaren yirmi gün sayılır. Yirminci gün zilhiccenin otuzuncu yani son günüdür. O gün akşam matem orucuna niyet edilir. Niyet tercümanı okunur. Ertesi gün muharremin birinci günüdür. Su orucu başlar. Devamlı olarak onuncu günü öğle vaktine kadar (yani Hz. Hüseyin’in şehit olduğu zamana kadar) su içilmez.”[23] diyerek Yas Orucu’na başlama vaktinin ne şekilde tayin edileceğini dile getirmektedir.
Muharremin ayının girişinden bir önceki günün akşamında ertesi sabah başlanacak olan su orucuna niyet edilir. Niyet tercümanı: “Bism-i Şah, Allah, Allah! Erenler himmetine, er Hakk Muhammed Ali’nin aşkına, Hazret-i İmam Hüseyin Efendimizin savm-ı atşânına (susuzluk orucuna) ve Kerbelâ’da şehid olanların ervâh-ı tayyiblerine (güzel ruhlarına) ve niyyet-i mâtem Hazret-i Fâtıma-tüz Zehrâ’nın şefâ’atına… Ve oniki İmam, ondört ma’sûm-u pâkân efendilerimizin şevkına… On yedi Kemer-bestegan hazretlerinin hürmetine. Hâzır, gâib gerçek erenlerin yüce himmetleri üzerlerimizde hâzır ve nâzır ola. Yuf münkire, lâ’net Yezid’e, rahmet mü’mine. Gerçek erenler demine Dost erenler Hü. Sekkahüm Yâ Hüseyn… Allah eyvallah Hü Dost…”[24] şeklindedir.
[1] Zehair-ul Ukba, s.119, Maktel-ul İmam-is Sibt-iş Şehid-i Harezmî, c.1, s.87-88; Müstedrek-us Sahihayn, c.3, s.176, Maktel-ul İmam-is Sibt-iş Şehid-i Harezmî, c.1, s.158; Maktel-ül İmam-is Sibt-iş Şehid, c.1, s. 158,
[2] Müsned-i Ahmed ibn-i Hanbel, c.6, s.294, Savaik-ul Muhrika, s.115, Hasais-ul Kubra, c.2, s.125, Mecmau-z Zevaid, c.9, s.187 ve 189.
[3] Hasais-ul Kubra, c. 2, s. 125, Savaik-ul Muhrika, s. 115, Kenz-ül Ümmal, c. 6, s. 223, El Fusul-ül Mühimme, s. 154.
[4] Müminun, 53-54.
[5] İbn-i Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, c. 8, s. 206.
[6] Musir’ul-Ahzan, s. 24-25.
[7] Camiu Ahadis, c. 12, s. 556.
[8] Vesail, Şeyh Hürr-i Amilî, c. 1, s. 469.
[9] Ahmed Resmî bin İbrahim Girîdî tarafından yazılan bu eser Girit Bektaşîleri tarafından kaleme alınan önemli eserlerden biridir.
[10] Ahmed Resmî bin İbrahim Girîdî, Melce-i Âl-i Âbâ, (istinsah tarihi) 1311, s. 13.
[11] A.g.e, s. 13.
[12] A.g.e, s. 13.
[13] Su tercümanı başka bir erkannamede şu şekilde geçmektedir “Selâmullâhi Hasan Hüseyin, la’netullâhi Yezîd, düvâzdeh imâmların rûh-ı revânları şâd ü handân olsun, münkirâna yuf, Yezîdana la’net gerçekler demine hû hû.” (Ersoy Topuzkanamış, Bir Bektaşî Erkânnamesi, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 55 (2010), s. 428.
[14] Cem Erdem, Mehmed Ali Hilmi Dedebaba Erkân-nâmesi, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 57 (2011), s. 253
[15] Amucalar, Trakya’da yaşayan bir Türk oymağıdır.
[16] Refik Engin, İnançlarımız ve İtikatlarımız, s. 3.
[17] Prof. Dr. Belkıs (Temren) Menemencioğlu, Bektaşî ve Alevî Geleneklerinde “Muharrem”, s. 9.
[18] Kamilu’z-Ziyarat, s. 175; Biharu’l-Envar, c. 101, s. 290.
[19] H.954/ M.1547’den önce kaleme alınan bu kitap, edebî eleştirmenler tarafından Türk Edebiyatı’nda maktel türünün şaheseri kabul edildiği gibi, bazı otoriteler tarafından lirizm bakımından Kaşifî’nin eserinden üstün olduğu ifade edilmiştir. Şâir Fuzûlî’nin Vâiz Kâşifî’ye göre eserini edebî değer bakımdan üstün kılan, maktel türündeki trajik atmosferi muhteşem bir lirizm içinde yansıtmasındadır. Özellikle şiirler hem mensur kısımlarla daha uyum içinde hem de çok daha şâirânedir. Türk Edebiyatı’nda pek az eser onun kadar zamanda, mekânda, sosyokültürel tabakalar ve edebî zümreler arasında tanınmıştır. Kütüphanelerde 260’dan fazla yazması olan bu maktelin Rumeli’den Hindistan/Pakistan’a kadar uzanan şöhreti ve tesiri o kadar güçlüdür ki, model aldığı Ravzatü’ş-Şüheda gibi Hadikatü’s-Sü’eda da bir ekol meydana getirmiş, ona benzer eserler yazılmış, tercümeleri, kısaltmaları yapılmıştır. Hatta Ravzatü’s-Şüheda’nın büyük şöhretine rağmen, Farsçaya tercüme edilmiştir. (Şeyma Güngör, Tarihi Olaydan Menkıbeye Menkıbeden Şahesere) Hadikatü’s-Süeda hakkında ayrıntılı bilgi için TDV İslâm Ansiklopedisi Hadîkatü’s-Suadâ maddesine bakınız.
[20] Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba, Bütün Yönleriyle Bektaşîlik ve Alevîlik, Ardıç Yayınları Ankara 2011, c:9 s:125-126.
[21] A.g.e, s:118-119.
[22] Cenksu Üçer, Alevîliğin Yanlış Algılanması: Muharrem Uygulamaları Örneği, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S.74 (2015), s:49-50.
[23] A.g.e, s:119.
[24] A.g.e, s:122; Cem Erdem, Mehmed Ali Hilmi Dedebaba Erkân-nâmesi, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S:57 (2011), s:254.
- İslâm’da Mesih İnancıBu makalede, İslam’ın iki kurtarıcı kahramanından ilki olan Hz. İsa hakkındaki inançlara ve bu inançların kaynaklarda nasıl yer aldığına değinilecektir. Ayrıca İslami kaynaklarda verilen farklı bilgiler ve Müslümanların bu konudaki farklı görüşleri de aktarılacaktır. Kur’an’da Mesih İnancı İslam’ın Mesih algısı, temelde Yahudilik ve Hıristiyanlığın algısıyla uyuşsa da çok önemli farklılıklar içermektedir. Öncelikle İslam’a göre İhlas
- Kul Himmet’in Hayatı ve EserleriKul Himmet’in Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Varzıl/Görümlü köyünde doğduğu bilinmektedir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Tekke-tasavvuf edebiyatında Alevi-Bektaşi inancıyla ortaya konulmuş pek çok şiiri bulunan Kul Himmet’in XVI. yüzyılın ikinci yarısı ile XVII. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin edilmektedir. ‘Menâkıb ül Esrar Behcet ül Ahrâr’ adlı eserde bazı şiirleri kayıtlı olduğuna göre, 16. asırda yaşadığı kuvvetle söylenebilir. İnancından dolayı
- Yemînî’nin Hayatı ve Eserleri16. yüzyıl tekke şairlerinden olan Yeminî’nin hayatı hakkında eski ve yeni kaynaklarda çok az bilgiye rastlanılmakta ve bu nedenle şairin doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir şey söylenilememektedir. Şairin hayatıyla ilgili son derece kısıtlı bilgiler, ancak onun bilinen tek eseri olan Fazilet-nâme’den hareketle verilebilmektedir. Eserindeki ifadelerden anlaşıldığına göre, asıl adı Muhammed’dir; Hafız oğlu ve İbn
- Virânî’nin Hayatı ve EserleriVîrânî hakkındaki bilgilere ulaşıbilen en eski ve bilinen tek kaynak 1129/1716’da yazılan Demir Baba Velâyet-nâmesi’dir. Demir Baba ise velâyet-nâmenin yazılışından yaklaşık 50 yıl önce yani 17. yüzyıl ortalarında vefat etmiştir. Demir Baba, velâyet-nâmede geçtiğine göre yaşlılığı döneminde otuz yaşındaki Vîrânî ile karşılaşmıştır. Bu durumda Vîrânî’nin söylenegeldiği gibi 16. yüzyıl değil 17. yüzyıl şairi olduğu kabul edilmelidir. Bu
- Pir Sultan Abdal’ın Hayatı ve EserleriŞairin hayatı ile ilgili bilgilerin büyük bir kısmı, çeşitli halk rivayetleri ile başta olmak üzere bazı araştırıcıların, Pir Sultan Abdal mahlaslı şiirlerden elde ettikleri çıkarımlardan ve yorumlardan ibarettir. Bu yapılırken âşığın yaşadığı kabul edilen 16. yüzyılda gelişen olaylar ve bu olayların şiirlerdeki yansımalarından hareket edilmiştir. Bu çıkarımlara göre âşığın adı Haydar’dır ve köken olarak Yemenli’dir.
- Fuzûlî’nin Hayatı ve EserleriAsıl adı Mehmed, babasının adı ise Süleyman’dır. Başkalarının tercih etmeyeceğini düşündüğü ve olumlu anlamıyla kendisini tanımlayıcı bulduğu için “fuzûlî” sözcüğünü mahlas olarak almıştır. Türkmenlerin Bayat boyundandır. Kaynakların bir kısmı, Fuzûlî’nin doğum yeri gibi doğum tarihi de tam olarak bilinmemektedir. İlk eğitimini, kaynaklarda Hille müftüsü olduğuna dair rivayetlerle anılan babasından almış olması muhtemeldir. Daha sonra Rahmetullah