Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 12

Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 12 yazımızda Ehl-i Beyt esirlerinin Yezit’in (la) sarayında Hakkı haykırışlarını irdeleyeceğiz.

 Ağıtları sızlanmaları vaveylaya dönderdiler
 Ali evlatlarını Yezidin sarayına gönderdiler
  
 Satılık cariyeler gibi Ehlibeyt’i esir ettiler
 Şam harabesinde onlara çok eziyet gösterdiler
  
 Başlar mızraklarda, tüm şehir halkına gösterdiler
 Esirleri yalın ayak başı açık diyar diyar gezdirdiler
  
 Şam’ı sokak sokak gezdirip canlarından bıktırdılar
 Güneşin battığı vakitte hepsini harabeye getirdiler
  
 Yezit’in adamları gelip harabeye girdiler
 Esirleri tek tek çıkarıp nice eziyetler ettiler
  
 Hepsini yorgun argın ayağı bağlı meclise sürüklediler
 Tam bir rezalet ile oturmasın ayak üzere dursun dediler
  
              

Zulüm, kökü ve içi zayıf ama dalları sağlam gibi görünen bir ağaç gibidir. Dışarıdan çok güçlü, yıkılmaz bir ağaç gibi görünür ama gün gelir kökünden sökülüp, devrilir. Artık onun ne güçlü dalının bir anlamı vardır ne de acı meyvesinin. O meyve, yiyeni zehirleyip azaba uğratan bir ağaçtır. İşte Yezid de Emeviler’de o ağacın ta kendisidir. Lanetlenmiş bir ağaç… Meyveleri de zalimlerin yardımcıları, yiyenleri de onlara razı olanlardır. Bu öyle bir ağaçtır ki zulüm tohumunu eken, büyüten, ona su veren, ondan faydalanan cehennemdedir. Şüphesiz ki akıl sahipleri bunlardan ders alır ve İmam Hüseyin’in safına katılırlar.

Ehli Beyt’in esirleri zalimlerin başkentine yani Şam’a geliyordu. Yezid’in askerleri, Şam halkına “İşte bunlar Müminlerin Emiri Yezid’e başkaldıran isyankârlardır!” diye tellallar bağırtıp Şam’ın sokaklarında dolaştırarak saraya getiriyorlardı. Yezit zafer kazanmanın gururu ile sevincinden kabına sığmıyordu. Hâlbuki Yezit bilmiyordu ki bu kendi zaferi değil mağlubiyetidir. Kerbelâ Şehitlerinin başlarını mızrak ucuna takarak şehre getirmesi, Ehli Beyt’i esir edilmiş köleler gibi sokak sokak gezdirtmesi onun alçaklığının, zalimliğinin ve zelil oluşunun resmiydi. Yüzyıllar geçmesine rağmen ona duyulan öfkenin ve kinin daha da artmasına ve kendi iktidarlarının sonunu getirmesine bir sebep daha ekliyordu. Kesik başları mızrak ucunda aileleri ile birlikte Şam’a getirtecek kadar acımasız biriydi.

Yezit ve memurları çok sert ve kaba kimselerdi. Şam sarayı, zafer habercisi olan bu kervanı sabırsızca bekliyordu. Tarihçilerin yazdığına göre esirler kervanı “Saatler Kapısı” yönünde binlerce seyirci arasında şehre girdi. O gün Şam şehri sevince içinde Yezid’in kazandığı zaferi kutluyordu. Esirler kervanı yığınların arasından geçirilerek, caddeler sokaklar dolaştırılarak, Yezit hükümetinin yüksek sarayına getirildiler.

Saraylılar özel yerlerine oturmuş, Yezit, tahtına kurulmuş tam bir kibirle esirleri görmeye hazırdı. İbni Ziyad meclisinin aksine Yezit meclisine herkes girememişti. Ülkenin ileri gelenleri, kabile reisleri ve bazı yabancı temsilciler hazır bulunuyordu. Bu nedenle fevkalade önemli ve hassas bir meclisti.

Esirler saraya getirilip kendileri için ayrılan yere yerleştirildiler. Yezit, Peygamber ailesinden oluşan esirleri görünce, tepsi içinde ki İmam Hüseyin’in kesik başının önüne getirilmesini emretti. Biraz sonra elindeki çubukla İmam’ın ağzına vuruyor ve şu şiirini okuyordu: 

“Keşke Bedir’de öldürülen büyüklerim bugün bu mecliste bulunsalardı da sevinerek; Yezit ellerin dert görmesin, Ali oğullarına Bedir gününün cezasını tattırdık ve onlardan kanımızın öcünü aldık, deselerdi.”

Eğer bu toplantı bu anda son bulsaydı, Yezit kazanmış görünecekti. Ama Zeynep işin bu şekilde son bulmasına izin vermedi. Yezid’in sevinç nedeni sandığı şeyi zehirden daha acı kıldı. Yezid’in gerçek yüzünü anlattı ve Hz. Peygamber’in kızları olduklarını söyledi.

Hz. Zeynep Yezit’in Sarayında Hakikati Söylüyor

Zeynep tam bir cesaret ve yiğitlikle Yezid’e hitaben konuşmaya şöyle başladı:

“Ey Yezit! Yeri göğü bize daraltarak, esirler gibi şehir şehir dolaştırarak, bizi rezil, kendini aziz kıldığını mı sanıyorsun? Böyle yapmakla kıymetinin arttığını mı sanıyorsun ki; bu şekilde gururla kıvranıyor, kibir satıyorsun? Gücünün yerinde ve saltanatının muazzam olduğunu görüp için içine sığmıyorsun. Bilmiyorsun ki sana verilen bu fırsat, içindekini olduğu gibi açığa vurman içindir. Allah’ın şu buyruğunu unutmuş musun: “Kâfirler kendilerine verdiğimiz bu mühletin kendileri için yararlı olduğunu sanıyorlar. Biz onlara mühlet veriyoruz ki günah yüklerini daha da ağırlaştırsınlar. İşte o zaman alçaklık ve rüsvalık kaynağı olan azaba ulaşırlar.”

Ey serbest bırakılmışların oğlu! Bu adalet midir ki: senin kadınların, kızların, cariyelerin izzet perdesi arkasında otururken, Peygamberin kızlarını esir edesin, onların saygınlık perdesini yırtasın, seslerini boğazlarına tıkayasın ve yabancı erkekler onları develerin sırtında şehirden şehire dolaştırsınlar! Ne kimse onlara sığınma vermekte ne korumakta ne de erkeklerinden bir koruyucu onlara eşlik etmekte! Halk ise şuradan buradan onları seyretmek için toplanmış!

Ancak göğsü bize karşı kinle, öfkeyle dolan birisinden bundan başka ne beklenebilir? Keşke Bedir’de öldürülen atalarım burada olsaydı, diyorsun ve bunu söylerken de çubukla Peygamber oğlunun dişlerine vuruyorsun! Büyük bir günah işlediğin, kötü bir davranışta bulunduğun hiç mi aklına gelmiyor! Neden yapmayasın! Sen yeryüzünün yıldızları olan Peygamber evlatlarının ve Abdülmuttalip ailesinin kanını dökmekle iki ailenin düşmanlığını yeniledin. Sevinme, çünkü pek yakında Allah’ın huzuruna çıkacaksın. İşte o zaman; keşke kör ve dilsiz olsaydım da bugünü görmeseydim; keşke dedelerim bu mecliste hazır olsaydı sevinçten içleri içlerine sığmazdı demeseydim, diye arzu edeceksin. Allah’ım! Hakkımızı ve bize zulmedenlerden öcümüzü sen al!

Allah’a ant olsun ki, derini yırttın kulağını kopardın. Allah’ın Resulü ve evlatları ve ailesi Hakk’ın lütuf ve rahmeti sayesinde yerlerini alacakları gün, sen daha çok rüsva olarak onların önünde duracaksın. O gün bir gündür ki Allah vaadini uygulayacaktır. Her birisi bir köşe de kan içinde uyuyan bu zulme uğramışları bir araya getirecektir. O’nun kendisi buyuruyor ki: “Allah yolunda öldürülenlerin ölü olduğunu sanmayın, hayır, onlar canlıdırlar ve Rablerinin nimetlerinden yararlanıyorlar.” (Al-i İmran, 169)

Ama seni, haksızca Müslümanların boynuna bindiren baban Muaviye, davacının Muhammed ve hâkimin Allah olacağı o günde, işlediğin cinayetlerin tanığı ellerin ve ayakların olduğu hak mahkemesinde, hangimizin daha bedbaht ve daha korunmasız olduğunu göreceksin.

Yezit! Ey Allah’ın düşmanı! Allah’a ant olsun ki sen, benim gözümde kınamama değmeyecek kadar değersiz, tahkir edemeyeceğim kadar küçüksün. Ama ne yapayım ki yaş, gözlerde tomurcuklanmış, ahım göğüste alevlenmekte. Hüseyin öldürüldükten sonra, şeytan hizbi Müslümanların Beytül malından mükâfat almak için Peygamber ailesinin saygınlığını çiğneyerek bizi Kufe’den, akılsızlar partisinin sarayına getirdikten sonra, bu cellatların elleri kanımıza bulaşıp ağızları etimizin parçalarıyla dolduktan sonra, yırtıcı kurtlar o temiz gövdelerin etrafında uladıktan sonra, seni kınamak hangi derde derman olur!

Eğer bizi öldürmekle, esir etmekle bir yarar sağladığını sanıyorsan, pek yakında yarar sandığın şeyin zarardan başka bir şey olmadığını göreceksin. O gün sen Ziyad oğlunu yardıma çağıracaksın. Ziyad oğlu da senden yardım isteyecek! Sen ve takipçilerin Allah’ın adalet ölçüsü önünde toplanacaksınız, o gün, Muaviye’nin senin için hazırladığı, en iyi yol azığının Peygamber evlatlarını öldürmek olduğunu göreceksin. Yemin ederim ki ben Allah’tan başkasından korkmuyorum ve O’ndan başkasına şikâyet etmiyorum. Her ne istiyorsan yap! Tüm hilelerini kullan! Tüm düşmanlığını göster! Allah’a ant olsun ki anlına vurulan bu alçaklık lekesi hiçbir şekilde temizlenmeyecektir. Allah’a hamdolsun ki; cennet gençlerinin efendilerinin vazifesine saadetle son verdi ve cenneti onlara vacip kıldı. Allah’tan, onların rütbesini daha da yüceltmesini, onlara olan rahmetini daha da artırsın diliyorum. Çünkü O, güçlü bir koruyucu ve yardımcıdır.”

Zeynep’in bu sözleri karşısında tüm sarayı ölümcül bir sessizlik kapladı. Yezit, hazırda bulunanların yüzündeki memnuniyetsizlik belirtilerini görünce, Allah Mercane oğlunu öldürsün, ben Hüseyin’in öldürülmesine razı değildim dedi… Yezit bu facianın sorumlusu olduğunu gayet iyi biliyordu ama bu sözlerle kendini toplum önünde temize çıkarmak istiyordu.

Zillet ve kölelikten kurtulmak, izzet ve özgürlüğü yeniden kazanmak için insanlara hakikatin anlatılması gerekir. Zulüm, baskı ve gerçeklerin yozlaştırılmasına karşı köklü ve kapsamlı bir inkılap için, bu şekilde ortam oluşturulmalıdır. Böylece batılın maskeleri düşürülerek halkın aydınlatılması, uyanması ve bilinçlenmesi sağlanacaktır. Halkı uyandırmak İmam Hüseyin’in planının bir parçasıydı. İlk aşamasını kendisi ve yardımcıları şehit olmakla gerçekleştirdiler. İkinci aşaması, yani Kerbelâ kıyamının mesajını iletmek görevi ise İmam Zeynel Abidin ve Hz. Zeynep’in omuzlarındaydı.

Sadece bu şekilde bir mücadele ile Emevi oğullarının otuz küsur yıllık ağları ortadan kaldırabilir. Emevi oğullarına karşı köklü bir ayaklanma başlatılabilir, Yezit ve Emevilerin saltanatı ebedi olarak yıkılabilirdi.

Bu mücadelenin mazlumiyetle iç içe olan Âşurâ’nın ikinci aşaması, Müminlerin Emiri İmam Ali’nin kızı Zeynep’in Kufe çarşısındaki konuşması ve İmam Zeynel Abidin’in yine o şehirdeki kısa, öz ama çok etkileyici sözleriyle devam etti.

İmam Zeynel Abidin Şam Sarayında

İmam Zeynel Abidin, daha çok esirleri seyretmek maksadıyla gelen topluluğa susmaları için işaret etti, hepsi sustular. Allah’a hamd-u sena ettikten sonra konuşmaya başladı:

Ey cemaat beni tanıyan tanıyor, tanımayana ise kendimi tanıtayım. Ben Ebu Talib oğlu Hüseyin oğlu Ali’yim. Ben saygınlığı çiğnenip tüm varlığı, malı yağmalanarak akrabaları esir edilenin oğluyum. Ben Fırat nehri kıyısında başı kesilenin oğluyum. O ne kimseye zulmetti ne de bir kimseyi aşağıladı. Ben kafası arkadan kesilenin oğluyum. Onun oğlu olmak benim için büyük bir iftihardır.

Ey insanlar siz babama mektup yazmadınız mı? Ona biat edip ikrar vermediniz mi? Onunla ahitleşmediniz mi? Ne kadar çirkin bir iş! Ne kadar kötü bir düşünce ve davranış! Eğer Allah’ın Resulü size; benim oğullarımı öldürdünüz, benim saygınlığımı çiğnediniz, siz benim ümmetimden değilsiniz derse, hangi yüzle ona bakacaksınız?

İmam Hüseyin’den geride kalanların Şam yolculuğu, Hüseyin’in mesajını insanlara ulaştırmada ve Yezit hükümetinin kirli yüzünü ortaya koymada önemli rol oynamıştır. Onlar esaret elbisesinde, İmam Hüseyin’in kan ve şehadet elbisesiyle ifa ettiği mukaddes cihadı devam ettirdiler. Onların Şam’da tutulması, Muaviye’nin kırk yıllık kötü propagandasının etkisiyle İslam ve Peygamber ailesini doğru düzgün tanımayan Şam halkını bilinçlendirmeleri için iyi bir fırsat olmuştu. Bu nedenle bu alanda her fırsatı değerlendiriyorlardı. İmam Zeynel Abidin’in bu günlerin birinde yaptığı konuşma belirleyici etki yaratmış ve Yezid herkesin önünde rezil olmuştur.

Rivayet edilmiştir ki, Yezit bir minber kurulmasını ve bir hatibin minbere çıkarak İmam Hüseyin ve İmam Ali’ye hakaret etmesini emretti. Hatip minbere çıkıp İmam Ali ve İmam Hüseyin’e hakaret etti. Sonra Muaviye ve Yezit hakkında övgülü sözler söyledi, onları iyilikle andı. Dinleyenler arasında bulunan İmam Zeynel Abidin, hatibin söylediklerine kayıtsız kalmayıp haykırdı:

  • Yazıklar olsun sana ey hatip! Halkı sevindirmek için Yaratanın öfkesini satın aldın, cehennemde kendine yer edindin.

Sonra İmam Zeynel Abidin Yezid’e minbere çıkmak ve konuşmak istediğini söyledi. Yezit izin vermedi. Yezid’in yanındakiler Yezid’e izin ver dinleyelim dediler.

Yezit:

  • Hayır, o şu minbere çıkarsa, ben ve Ebu Süfyan ailesini rezil etmeden aşağı inmez.

 Bir diğer kişi:

  • Yezit! Bu genç ne biliyor ki ne söyleyebilsin?

Yezit:

  • O bir ailendendir ki, ilmi bebekken sütle birlikte emerler, kanlarına karışır.

Mecliste bulunanlar o kadar ısrar ettiler ki Yezit sonunda kabul etti.

İmam Zeynel Abidin minbere çıktı. Önce Allah’a hamd-u sena etti, peşine bir konuşma yaptı ki bütün dinleyenlerin yüreğini sarsıp ağlamalarına sebep oldu.

İmam Zeynel Abidin şöyle buyurdu:

  • Ey cemaat! Allah biz Ehlibeyt’e altı imtiyaz ihsan etmiş ve yedi faziletle diğerlerinden üstün kılmıştır.

Altı imtiyazımız şu ki: Allah bize ilim, bilim, cömertlik, saygınlık, fesahat (düzgün konuşma yeteneği), cesaret, ihsan etmiş, bizim sevgimizi bütün müminlerin kalbine yerleştirmiştir.

Yedi faziletimiz şudur ki: Allah’ın seçtiği son Peygamber bizdendir, sıddık olan İmam Ali bizdendir, Cafer-i Tayyar bizdendir, Allah’ın ve Resulün aslanı şehitler efendisi Hz. Hamza bizdendir. Peygamber’in iki torunu Hasan ve Hüseyin bizdendir. Fatımat’üz Zehra bizdendir.

Ey cemaat! Beni tanıyan tanıyor, tanımayana kendimi tanıtayım: Ben Mekke ve Mina oğluyum, ben Zemzem ve Safa’nın oğluyum, Hacerü’l Esved’i aba içinde köşelerinden kaldırtan saygı değer insanın oğluyum. Ben insanların en iyisinin oğluyum, ben miraç gecesi Mescidü’l Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürülenin oğluyum. Ben semavi seyrinde Sidretü’l Münteha’ya ulaşanın oğluyum. Ben melekût seyrinde Hakk’a iki yay mesafeye kadar yaklaşanın oğluyum. Ben gökte meleklerle ibadet edenin oğluyum. Ben, büyük Allah’ın vahyettiği kimsenin oğluyum. Ben Muhammed Mustafa’nın oğluyum. Ben Ali Murtaza’nın oğluyum: Ben müşriklere “La ilahe illallah” dedirtinceye kadar savaşının oğluyum. Ben Peygamber’in yanında, iki kılıç ve iki mızrakla cihat edenin, iki kere hicret edenin, Peygamber’e iki kere biat edenin, Bedir ve Huneyn’de yiğitçe savaşanın, bir an bile Allah’ı inkâr etmeyenin oğluyum. Ben müminlerin en salihinin, peygamberlerin varisinin, kâfirleri yok edenin, Müslümanların liderinin, abitlerin ziynetinin, Allah için ağlayanların övüncünün, sabredenlerin en sabırlısının, Allah’ın gönderdiği Yasin soyundan en iyi kıyam edenin oğluyum.

Benim dedemin destekleyicisi Cebrail, yardımcısı Mikail’dir, kendileri de Müslümanların namus bekçileridir. O, Marik’in, Nakis’in ve Kasıtin ile savaştı. Allah’ın kinci düşmanlarıyla cihat etti. Ben Kureyş’in en üstün ferdinin oğluyum ki herkesten önce Peygamber’e inandı, tüm Müslümanlara ön ayak oldu. O asilerin düşmanı, müşriklerin yok edicisi, münafıklar üzerine Allah’ın oku, abitlerin hikmet dili, Allah dininin yardımcısı, Allah’ın veliyyi emri, İlahi hikmetin bostanı ve onun ilim merkezi idi…

Ben: Fatıma Zehra’nın oğluyum, ben kadınların hanımefendisinin oğluyum.”

Bu konuşma, İmamet ve Risalet şeceresinin olağanüstü tanımı idi. O kadar etkileyici idi ki halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yezit, bir ayaklanma olabileceğinden korktu. Bu nedenle ezan okunmasını emretti. Müezzin ayağa kalkarak ezan okumaya başladı:

Müezzin:

  • Allahu Ekber Allahu Ekber

İmam Zeynel Abidin:

  • Evet, hiçbir şey Allah’tan büyük değildir.

Müezzin:

  • Eşhedü en la ilahe illallah

İmam Zeynel Abidin:

  • Evet, bütün saçlarım, derim, etim ve kanımla Allah’ın birliğine şehadet ederim.

Müezzin:

  • Eşhedü enne Muhammeden Resulullah

İmam Zeynel Abidin, minberinde oturan Yezid’e:

  • Ey Yezit bu aziz ve saygı değer Peygamber benim mi dedemdir?  Yoksa senin mi deden? Eğer deden olduğunu söylersen bütün âlem senin yalan söylediğini bilir; eğer benim dedem olduğunu söylersen, peki babamı niçin günahsız olduğu halde, şehit ettin, malını yağmaladın ve ailesini esir ettin?

İmam ağlayarak sözlerine söyle devam etti;

  • Allah’a ant olsun ki, bu dünyada dedesi Peygamber olan birisi varsa o da benim, o halde bu adam neden benim babamı zalimce öldürdü, bizi Rum esirlerini getirdikleri gibi getirtti. Ey Yezit! Bunları yapıyorsun bir de Muhammed Resulullah deyip Kâbe’ye mi dönüyorsun? Yazıklar olsun sana! Kıyamet günü dedem ve babam senin düşmanın olacaktır.

Bu esnada Yezit, kamet getir diye bağırdı. Halk galeyana gelmiş, sesler yükselmeye başlamıştır. Bir kısmı Yezid’in arkasında namaz kıldı, bir kısmı namaz kılmadan dağılıp gitti.

İşte bu konuşmalar da Ehlibeyt’in zulüm sarayındaki hakkı haykırışlarıdır. Yezit’in sarayının duvarlarında Ehlibeyt’in sözleri yankılanıyordu. Ehlibeyt’e yapılan zulümler halkın gözü önünde bir bir açığa çıkıyordu. Düşünün ki yıllarca Muaviye’nin zehirli propagandası ile Ali ve evlatlarına düşman olan Şam halkı gerçeklere tanıklık ediyordu.  Orada bulunanlar Hüseyin için gözyaşı döküyorlardı. Yezit sözde kazandığı zaferinin mağlubiyete döndüğünü görünce kanı çekilmişti. Hâlbuki o bu işin böyle olacağını tahmin etmemişti. Zafer naraları atacak. Keyfine keyif katacaktı. Ama İmam Zeynel Abidin ve Hz. Zeynep bu duruma izin vermediler. Âşurâ günü yaşanan olayların bizlere kadar ulaşmasını sağladılar. Ve bizler bugün gerçek İslam’la sahte İslam’ı İmam Hüseyin’in Kerbelâsından öğrenip Hak İle batılı ayırt edebiliyoruz. Selam olsun Kerbelâ şehitlerine…

Pir Sultan’dan dinleyelim, o nasıl selam ediyor Hüseyin’e ve Kerbelâ’ya…

  Oturmuş erenler yasını çeker
 İmâm Hüseyin’in yasıdır deyü
 Durmayıp akar da şehitler kanı
 İmâm Hüseyin’in kanıdır deyü
  
 Lânet olsun Yezit’in canına
 Kıydı Yezit imâmların kanına
 Kesti başını, götürdü Mervan’a
 İmâm Hüseyin’in başıdır deyü
  
 Hak onarsın ol keşişin işini
 Keşiş görmüştü onun düşünü
 Yedi bin altın verdi, aldı başını
 İmâm Hüseyin’in başıdır deyü
  
 O güzel pirinden olmadı ferman
 Ali’nin duası derlere derman
 Yedi oğlunu da etmişti kurban
 İmâm Hüseyin’in başıdır deyü
  
 Pir Sultan Abdal’ım, ettiler cefa
 Umarım Yezitler sürmesin sefa
 Tıraş olmadı Muhammed Mustafâ
 İmâm Hüseyin’in yasıdır deyü 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir