Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 11
Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 11. Ey gönül! Üç gün esir kaldığın bu dünyadan vefa bekleme! Bu dünya Hüseyin’e vefa göstermedi. Bu dünya Ehlibeyt’in hanımlarına ihtiram göstermedi. Bu dünya Hüseyin’in gözbebeği yavrularının gözyaşlarına aldırmadı.
Artık ellerinizi çekip ümit bağlamayın bu dünyaya. Dünya kime hangi nimeti vermiş? Dünya kime huzur ve saadet vermiş? Hüseyin’e yüz çeviren dünyadan bizde yüz çevirelim. Gönlümüzü Hak’tan başkasına bağlamayalım. Bu acıyı ancak gönül çeker. Gönülde ancak Hüseyin’i ister. Şimdi gözyaşlarımız cennette ırmak, ağıtlarımız cennetin mayası olsun…
Yeter Saffet yeter Kerbelâ’nın âh u feryâdı Tahammül eylemek mümkün mü bu hâl-i perişânı İşit hâtif nidâ eyler esîr-i Kerbelâ Zeyneb Nifâk-ı kavm-i Süfyân’ın elinde mübtelâ Zeyneb
Ehlibeyt’in hanımları artık Hüseyin’den, Abbas’tan, Ekber’den, Kasım’dan yoksun. Gönüllerini dindirecek bir tesellileri yok. Zalimlerin savaş meydanında ki canilikleri bitmemiş. Çadırlarını ganimet görüp yağmalamışlar, Peygamber’in ümmetine emanet ettiği Ehlibeyt’i esir almışlar. Hüseyin’in, Abbas’ın, Kasım’ın, Ekber’in diğer bütün şehitlerin kesik başları mızraklar ucuna takılmış. Peygamber ailesine böyle bir saygısızlığı kim yapar? Bu zorbalar hangi dine tabii? Kerbelâ esirlerini sıcak çölün ortasında hiçbir ihtiram göstermeksizin Kufe’ye götürüyorlar. Birer suçlu gibi halka teşhir edilmek isteniyor. Peygamber ailesi Kerbelâ’da yitirdikleri yiğitlere mi ağlasınlar? Peygamber ailesine hürmetsizlik edilmesine mi ağlasınlar?
İmam Zeynel Abidin’in hasta ve bitkin olması yetmezmiş gibi bir de pazardaki köleler gibi zincirlenmiş olarak götürülüyor. İmam Hüseyin’in kızları, Ehlibeyt’in hanımları zincirlenmiş esir gibi Kufe şehrine giriyor. İbni Ziyad, İmam Hüseyin şehit edildikten sonra, olayı duyurmak için halkı mescide toplayıp dini bir görünüme bürünerek konuşma yapar:
- Allah’a hamdolsun ki Hakk’ı ortaya çıkardı ve müminlerin emiri Yezit’e yardım etti ve yalancı oğlu yalancıyı öldürdü.
Ancak karşısındaki, Hz. Zeynep ve İmam Zeynel Abidin düşmanın propaganda yöntemini biliyorlardı. Emevi oğullarının bu fikir merkezini hedef alarak, düşüncelerini gerekçeli ve sağlam sözlerle ezdiler. Yezid’i ve yandaşlarını bu davranışlarından dolayı sorumlu ilan ettiler. Bu iki karşıt görüşün çarpıştığı yerlerden birisi de İmam Hüseyin’in ailesinden olan kadınlar ve çocukların İbni Ziyad’ın sarayına getirildiklerini zamandı.
O gün İbni Ziyad, sarayında genel görüşme düzenleyerek İmam Hüseyin’in kesik başını önüne koymalarını emretti. O sırada kadınları ve çocukları da saraya getirdiler. Eski elbiseler içindeki Hz. Zeyneb’in etrafını diğer kadınlar ve çocuklar sarmış ve tanınmaz bir halde bir köşeye oturdular. Onu gören İbni Ziyad:
- Şu kadın kimdir? diye sordu.
Oradaki kadınlardan biri:
- O İslam Peygamberinin kızı Fatıma’nın kızı Zeynep’tir, dedi.
İbni Ziyad. Zeynep’e dönerek:
- Hamd olsun ki Allah sizin aileyi rezil etti, öldürdü ve söylediğinizin yalan olduğunu gösterdi.
Hz. Zeynep:
- Allah’a hamdolsun ki; Bizi Peygamberini bizim ailemizden seçerek saygın kıldı ve bizi tertemiz eyledi. Fasıktan başkası rezil olmaz ve kötü işler yapandan başkası yalan söylemez. Kötü şeyler yapan biz değiliz, diğerleridir. Övgü sadece Allah’a mahsustur.
İbni Ziyad:
– Gördün mü Allah ailenize ne yaptı?
Hz. Zeynep:
– Biz Allah’tan güzellikten gayri bir şey görmedik! Onlar öyle kimselerdi ki Allah öldürülmelerini mukadder kılmıştı. Onlar da itaat edip ebedi istirahat yerlerine koştular. Pek yakında Allah onlarla seni karşılaştıracaktır. Onlar seni Allah katına şikâyet edeceklerdir. Şimdi o gün kimin zafer kazanacağını düşün, anan yasında otursun ey Mercane oğlu!
İbni Ziyad çok kızdı. Bu sözlerinden dolayı Zeynep’i cezalandırmak isterken orada bulunanlardan Amr b. Haris:
- Ey emir! Bu bir kadındır, kadınlar söylediklerinden dolayı cezalandırılmazlar.
İbni Ziyad bir kez daha Zeynep’e dönerek:
- Allah yüreğime, emir dinlemeyen kardeşini ve isyancı aileni öldürerek huzur verdi, dedi.
Hz. Zeynep:
- Canıma ant olsun ki, büyüğümü öldürdün, fidanımı kestin, kökümü söktün, eğer bu sana huzur veriyorsa huzuru bulmuşsun.
Zeyneb’in sözlerinin etkisinde kalan İbni Ziyad öfkeli ve alaylı bir tavırla:
- Bu da babası Ali gibi konuşmaktadır. Yemin ederim ki baban da şairdi, nükteli konuşurdu.
Hz. Zeynep:
- Şimdi nükteli konuşma zamanı mıdır?
Ziyad oğlu zahiri itibariyle askeri cephede yenilen herkesin rezil olduğunu vurgulamak istiyordu. Çünkü ona göre eğer haklı olsaydı askeri cephede galip olurdu.
Zeynep, Ziyad oğlunun hangi bakış açısıyla konuştuğunu iyi biliyordu. Onun fikri dayanağını ezdi ve bu sözleriyle, “Şeref ve Fazilet” ölçüsünün zahiri güç değil hakikat arama, hakikat isteme olduğunu gösterdi. Zeynep, Allah yolunda ölenin rezil olmayacağını, esas zulüm edip haktan sapanın rezil olduğunu ilan etti.
Ubeydullah İbni Ziyad, musibete uğramış, sevdiği insanları kaybetmiş olan Zeyneb’i küçümseyerek dize getirebileceğini sanıyordu. Ağlayıp sızlamasını, yakarmasını bekliyordu. Ama aslan yürekli Zeynep, Ziyad oğlunun sözleri ağzına tıktı, gururunu ezdi.
Emevi yönetimi, yaptıkları cinayeti Allah’ın iradesine dayandırıyor, bu şekilde toplumu uyuşturuyorlardı. İmam Zeynel Abidin ve Hz. Zeynep düşmanın bu propaganda yönteminden haberdar oldukları için bu yöntemle şiddetle mücadele ediyorlardı. Bu mücadelenin en açık örneği İmam Zeynel Abidin’in İbni Ziyad ile konuşmasıdır. Ehlibeyt esirlerini İbni Ziyad’ın sarayında umumi meclise getirdikleri zaman, Hz. Zeynep ile tartışmasından sonra İmam Zeynel Abidin’e doğru yönelerek:
- Bu kimdir?
Meclistekilerin bazıları:
- Hüseyin oğlu Ali’dir, dediler.
İbni Ziyad:
- Hüseyin oğlu Ali’yi Allah öldürmedi mi?
İmam Zeynel Abidin:
– Hüseyin oğlu Ali denilen bir kardeşim vardı onu Allah değil bu insanlar öldürdüler.
İbni Ziyad:
– Hayır, onu Allah öldürdü!
İmam Zeynel Abidin:
– Allah ölüm anında ruhları kabzeder, ölmeyen ruhları ise uyurken kabzeder. (Zümer/42)
İbni Ziyad:
- Hangi cesaretle bana böyle cevap verirsin, götürün boynunu vurun bunun!
Bu sırada emanetin koruyucu olan Zeynep müdahale eder:
- Ziyad oğlu, erkeklerimizden kimseyi sağ bırakmadın, onu öldürmek istiyorsan onunla birlikte beni de öldür!
İmam Zeynel Abidin:
- Halacığım sakin ol, onunla ben konuşayım. Ey Ziyad oğlu beni ölümle mi korkutuyorsun? Bilmez misin ki öldürülmek bizim için doğal bir şeydir ve şehit olmak bizim için şereftir.
Bu olayın yaşandığı yer Kufe’dir. Kufe, Şam’dan farklıdır. Kufe daha yirmi yıl öncesine kadar İmam Ali hükümetinin merkeziydi. Burası Ali’yi sevenlerin olduğu yerdi. Buranın halkı adil İslam hükümeti isteyen, zalimlerin pençesinden kurtulmaya çabalayan Ehlibeyt taraftarları idiler ama Ehlibeyt gibi bir nimetin bedelini ödemeye hazır değillerdi! Bunlar, hem maddi yönden müreffeh bir yaşantı, servet ve liderlik istiyorlardı; hem de zalimlerin baskısından kurtulup özgür yaşamak istiyorlardı. Fakat bir baskıya maruz kaldıklarında veya çıkarlarının tehlikede olduğunu gördüklerinde tüm ideallerinden vazgeçiyorlardı!
Kufeliler ikiyüzlülerdi. Bir taraftan Peygamber’in torununu coşku ve hararet ile davet ediyorlar, diğer taraftan baskı görünce sadece vaatlerini unutmakla kalmayıp onu öldürmeye yelteniyorlardı. O halde bunları uyandırmak, hatalarını vurgulamak gerekiyordu. İmam Hüseyin’i öldürmekle nasıl korkunç bir cinayet işlediklerini söylemek gerekiyordu.
Bu uyandırma görevi kadınlar arasında daha çok Zeyneb’in sorumluluğunda idi. Çünkü Kufe’de yaşları otuzun üzerinde olan kadınlar, yirmi yıl önce İmam Ali hükümeti zamanında bu şehirde bulunmuş ve Zeynep’in İmam Ali nezdinde olan saygınlığını tanık olmuşlardı. Zeyneb’in yüzü onlara tanıdıktı. Şimdi Zeyneb, esirler kervanı içinde, böyle acı bir durumda görmeleri eski anılarını canlandırıyordu. Zeynep bu fırsattan yararlanarak konuşmaya başladı, tanıdık bir ses duydu halk, sanki Ali idi konuşan, ton aynı, ses aynı.
Rivayet edenlerden biri şöyle anlatıyor; Ali oğlu Hüseyin şehit edildiği altmış bir hicri yılında Kufe’ye gittim. Kufe kadınlarının dövünerek ağladıklarını gördüm. Hüseyin oğlu Zeynel Abidin’i gördüm, hastalığın etkisiyle çok zayıflamış bitkin bir haldeydi.
Toplanan halka Ümmü Gülsüm eliyle, susun diye işaret etti. Nefesler göğüslerde hapsedildi, develerin çıkardığı zil sesleri sustu. Konuşmaya başladı Zeyneb, ben ömrümde onun gibi akıcı konuşan bir kadın daha görmedim. Sanki Ali konuşuyordu:
- Ey Kufeliler! Ey düzenbaz hainler! Gözlerinizin yaşı hiç kurumasın! Ağıtlarınız hiç kesilmesin! Sizler, tüm varlığını ören, sonra da ördüğünü yırtıp parçalayan kadına benziyorsunuz! Ne sözünüzün bir değeri ne de yeminizin bir itibarı vardır! Boş laf etmekten, kendinizi övmekten, açıkta cariyeler gibi yaltaklanmaktan ve gizli de düşmanla iş birliği yapmaktan başka neyiniz vardır? Sizler gübre üzerinde yeşeren taze ot ve üzerine mezar yapılan bir define gibisiniz. Öbür dünya için ne de kötü bir azık hazırladınız. Allah’ın öfkesi ve cehennemin azabı! Ağlıyor musunuz? Evet ağlayın! Allah’a ant olsun ki ağlamaya layıksınız! Çok ağlayın, az gülün!
- Satın aldığınız bu aşağılığa neden ağlamayasınız? Bu aşağılık hiçbir suyla yıkanmayacaktır. Peygamberin oğlunu, cennet gençlerinin efendisini öldürmekten daha aşağılık ne olabilir? Bir kişi öldürdünüz ki, yolunuzun ışığı, kara günlerinizde yardımcınızdı! Ölünüz, utançtan başınız önünüze eğiniz! Geçmişinizi bir kerede rüzgârda savurdunuz, gelecek için hiçbir şey elde edemediniz! Bundan sonra rezilce başınız öne eğik yaşamalısınız. Çünkü siz, Allah’ın öfkesini aldınız kendinize! Bir şey yaptınız ki neredeyse gök, yere inecek, yer yarılacak ve dağlar yere gömülecek.
- Hangi kanı akıttığınızı biliyor musunuz? Sokaklarda örtüsüz dolaştırdığınız bu kadınlar, bu kızlar kimlerdir biliyor musunuz? Allah Resulü’nün ciğerini parçaladığınızı biliyor musunuz? Ne kadar çirkin ve aptalca; çirkinliğiniz tüm dünyayı kaplamıştır. Gökten yere kan damlamasına şaşırıyor musunuz? Ama biliniz ki, kıyamet gününün alçaklığı daha beterdir. Eğer işlediğiniz suçun cezasını hemen şimdi vermiyorsa, rahatlamayın; Allah günahların cezasını hemen vermez, ama mazlumların kanını da karşılıksız bırakmaz. Allah her şeyin hesabını tutar.
Âl-i Muhammed gurûru İmâm Ali’nin sürûru Fâtıma’nın gönlü nûru Fâtih-i Kerbelâ Zeyneb Ceddi Muhammed Mustafâ Atası Ali Murtazâ Anası Fâtıma Zehrâ Ey şân-ı kibriyâ Zeyneb Hasan Hüseyin kardeşi İki imâmın sırdaşı Meleklerin arkadaşı Yâr-i Âl-i Âbâ Zeyneb Şah Hasan ağu içince Hüseyin yola düşünce Kıyam günü yetişince En başta pür-vefâ Zeyneb Hiç geri durmamış yoldan Yardım ermez dere-belden Abbas kesilince koldan Feryâdı can-ezâ Zeyneb Çıktı yola kardeş oğul Hem kardeş yitti hem oğul Amma zilletle değil Şerefle mübtelâ Zeyneb Yezid’ler esir ettiler Şam sarayına vardılar Mel’unlar ondan sindiler Vâiz-i Fâci’a Zeyneb Dil ile çaldı kılıcı Ol kurtardı ana-bacı Tüm İslâm ona duâcı Meddâh-ı Neynevâ Zeyneb Virân eyledi bâtılı Yere geçirdi kâtili Böyle sözün ve’l-hâsılı Aynî Hayrü’n-Nisâ Zeyneb Eyledi fi-sebil cihâd Bend’olanlar bulur necât Bektaş’a eyle şefâ‘at Yâ makbûl-i Hüdâ Zeyneb