Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 10

Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 10 .

 Aşur ayı girdi matem oldu ya
 Yasını tutuyor cümle evliyâ
 Beni de şehit etsin Muaviye
 Yüzünü göreyim İmâm Hüseyin

 Kıyamazken öpmeğe seni Ali
 Sana nasıl kıydı Şımır-ı den’i
 Ederek Yezid’e yüzbin laneti
 Teberi vurayım İmâm Hüseyin

 Esirgedi mel’un bir yudum suyu
 Kâfir müşrik Ebu Süfyân’ın soyu
 Topuğunu vurdun açıldı kuyu
 Bu sırra ereyim İmâm Hüseyin

 Kerbelâya döndü altı cihetim
 İmâmlar masumlar kaldılar yetim
 Yezid’in kökünü kesmek niyetim
 Destur et kırayım İmâm Hüseyin 

Hicretin 61. Yılının Muharrem ayının Onuncu Günüydü.

Gökyüzü, akıtılan peygamber kanının rengiyle kızıla boyanmıştı.

Bu mücadele, 124 bin peygamberin emeğini heder olmaktan kurtaran, eşsiz bir destanın yazılıp yaşandığı gündür.

En büyük adalet ve özgürlük kurbanı Zıbh-ı Azim, peygamber oğlu, aziz-i Zehra Hüseyn’nin kurbanlık koç gibi boğazlandığı gündür.

Biliyor musunuz? Bugün Aşura!! 

Peygamberimizin ağladığı gün.

Ve onun hanedan-ı celilesinin tarumar olduğu,

Gülizar-ı Mustafa’ya, hazan yelinin estiği gündür.

Kalbi peygamberle çarpanların, peygamberle ağlayıp onunla gülenlerin, yas günüdür.

Selam sana ey şehitler serveri!

Selam sana ey hürriyetin piri!

Selam sana ve senin etrafını çevreleyen özgür ruhlara.

Ey özgür ruhlar! Sizin hepinize bizim hepimizden, bizler yaşadıkça, bu dünya döndüğü, gece ve gündüz gelip gittiği sürece, evrendeki zerreciklerin sayısınca selam olsun.

Kerbela’da gördüğünüz bu yiğitlerin her biri, bir kahramanlık destanı yazdı.

Ama sayıca kendilerinden yüzlerce kat daha fazla bir güce karşı, savaşmışlardı.

Düşmanları namertti.  Hüseyin’in yiğitleriyle yüz yüze savaşamıyorlardı. Ya tepeleniyor, ya da yürekleri yetmiyordu.

Fare sürüsü gibi kaçışıyorlardı.

Hele şu namertçe uzaktan yağdırdıkları ok ve mızraklar olmasaydı.

Garib-i Zehra Hüseyn, sadık yareniyle birlikte, kardeş, oğul ve yeğenlerinin birer birer parçalanmış bedenlerini, bağrına basmış, acılarını, kalbinin derinliklerinde hissetmişti.

İmam Hüseyn, konuşma ve çağrılarıyla, hem mazlumlara, her şartta haklı kalma dersi veriyor, hem, zalimin tahtına payende olanlara, itmam-ı hüccet ediyor. Hem de, her çağda, körelmeye yüz tutan vicdanları sızlatıp uyarmak istiyordu.

İlkelerden, şaşmadan ve insanı, insan yapan duygulardan kopmadan da, en çetin savaşların verilebileceğini gösteriyordu.

Evet, kan olup kalbimizde kaynayan, sel olup gözlerimizden akan, tarihin en derin kederi Kerbelâ!..

O an emsali görülmemiş bir huzurla buyurdu ki: “Allah’ım kazandan hoşnut, emrine teslim olarak sana geliyorum”

İmam Hüseyin en sevgiliye ruhunu teslim etti.

Allah’ın kutsayıp pak kıldığı ve bereketlendirdiği, bağrında şehitlerin ve cennet gençlerinin efendisinin yattığı Kerbela toprağını gül kokusu sardı ve Kerbela kızıl bir gülşene dönüştü.

Alemlere rahmet Muhammed Mustafa’ya “başsağlığı diledi gökler”

İmam Hüseyn’in katledilmesinden dolayı, müminlerin kalplerinde kıyamete kadar sönmeyecek kor bir ateş yandı. 

Ne küçüklerine merhamet ediyorlar ne de büyüklerine.

Kimsesiz Hüseyin’imin, sevgili oğlu, kardeşleri, yeğenleri ve en vefalı dostları birer birer kucağında kan revan içinde çırpınarak can verdiler.

Çok acı çekti ama çökmedi. Fakat son umudu “Sana, canım kurban” dediği Alemdâr kardeşi Celal Abbas, attan düşerken kendisini çağırdığında Hüseyin, elini beline koyarak “Şimdi, belim kırıldı, çarem tükendi.” dedi.  Kardeşim hüseyin atına binemiyordu. Çökmüştü ağlaya ağlaya.

Artık kimsesizdi Hüseyin, meydana kendisi gidecekti. Ama herkesin yetimine, kimsesizine sahip çıkan Hüseyin, şimdi kendi yetim ve kimsesizlerini kime bırakacaktı?!

Ali Asgar’ın Şehadeti

Susuzluktan takati kesilen altı aylık süt emer yavrum Ali Asgar ağlamaya başladı. Sanki ben varım baba, senin küçük askerin, beni de götür meydana dercesine.

 Onu öyle görünce dayanamadım, kardeşim Hüseyin’in yanına vardım.

Ya Hüseyin Ali Asgarın artık takati kalmadı belki ona merhamet edipte bir yudum su verirler.

Hüseyin, kucağına alıp meydana gitti. Ey zalimler hadi beni suçlu görebilirsiniz ya şu altı aylık bebeğe ne dersiniz. Onun ne günahı var hiç bir dinde çocuklar suçlu sayılmazlar. Bu yavru üç günden beri susuz annesinin sütü kurudu ona bir yudum su vermez misiniz? Diye haykırdı.

O an zalim Hermele’nin kemanından çıkan üç perli bir ok Ali Asgarın o körpe boğazını keskin bir bıçak gibi biçmişti.  Körpecik yavrum çırpınmaya bile fırsat bulamadı.

Hüseyin, kardeşim!

Hüseynim bu manzara karşısında; Ali yavrum! Nasılda su verdiler sana!

Yarabbi şahidim ol Ali Asgar’ımdır bu… Bu kurbanımı da kabul et kabul et Allah’ım diyerek avucuna dolan Ali Asgar’ın kanını gökyüzüne attı.

Sonra beni çağırdı.

  • Bacın Zeynep sana kurban Hüseyin…
  • Çok bakıp Asgar’a yanma beni yandırma Hüseyin, oklu kurbanını meydan da dolaştırma Hüseyin…

Hüseyin o anda bile;

  • Bu Allah’ın imtihanıdır. Sabırlı olun dayanmamız direnmemiz gerek bu şerefli yolu gal-u beladan seçtik, daha ben ölmedim.
  • Bacım düşmanda karşıdan bakıyor, ağlayıp onları güldürmeyin, Zeynel Abidin’i de kollayıp gözetin dedi.

Hz. Zeynep:

  • Hüseyin! Sen bugün şehit olacak yedinci kardeşimsin. Hem imamsın sensizliğe nasıl dayanırım.

Kardeşim, Ben ceddim Resulullah’tan babam Ali’den anam Zehra’dan ve kardeşim Hasan’dan daha aziz değilim diyence dayanamadım, Hüseyin kardeşim dedim;

  • Hüseynim İmamım! Senin yokluğuna benim kalbin nasıl dayanır, ruhsuz beden yaşar mı?

Hüseyin kerem elini kalbinim üstüne çekerek,

  • Bacı gözyaşın meydana dökme
 Gidiyorum bacı Allah yar olsun.
 Artık geri gelemem gözlerini yola dikme
 Gidiyorum bacı Allah yar olsun.
 Zeyneb’imin işi kefen biçmektir,
 Huni ciğerden bade içmektir.
 Beni kefensiz koyup gitmektir,
 Gidiyorum bacı, Allah yar olsun. 

Sabırlı olun çadırlara dönün sakın benden sonra bizim değerimizi düşürecek hiçbir şey yapmayın, dedi.

Ben;

–  Hüseyin kardeşim! Demek emanetini vermek için, başka fırsat olmayacaktır deyince

İmam Hüseyin;

– Ne emaneti bacı?

– Ya Hüseyin! Anam Zehra son nefeslerinde beni yanına çağırarak, sinemi açıp öpe öpe boğazıma kadar geldi boğazımın çukurundan defalarca öpüp kokladı… Sonra gözyaşları içinde dedi ki, günün birinde Hüseyin’le son vedalaşmanızda. Bak, bu emaneti ona verirsin. Benim yerime Hüseyin’imin sinesinden ve boğazının çukurundan, aynı benim yaptığım gibi, koklayıp öp… Be de anam Zehra’nın bana yaptığı gibi, ana ya Zehra! İşte emanetin sahibine iletiyorum diyerek koklayıp öptüm. Cennet kokuna bacın Zeynep kurban olsun Hüseyin…

Kardeşim Hüseyin, bir, oracıkta cansız yatan şehitlere bakarak, “Alemdarım! Ekberim! Kardeşlerim! Yeğenlerim! Vefalı dostlarım! Kalkın da şu kimsesiz kalan peygamber yavrularına siz sahip çıkın!” diye sesleniyor.

Bir Medine’ye dönüp, “Dede Ya Resulullah!” Aslan amcalarım Hamza, Cafer-i Tayyar!” diye sesleniyor.

Bir Necef’e dönüp, “Baba Ya Ali!” diye feryat ediyordu.

Bir yandan da yetimler ayaklarına sarılmış “Artık su istemeyeceğiz, bu kanlı meydana gitme” deyip ağlaşıyorlardı.

Vel hâsıl meydana gitti. Bir gözü devamlı bizlerin üzerindeydi. Ben de bir tümsekten onu izliyordum. Kimse karşısında duramıyordu.

Önünde çekirge sürüsü gibi kaçışıyorlardı. Meydan toz duman olmuştu.

Arada yoruldukça kendine seçtiği bir noktaya çekilip, bir nefes alıyordu. Binlerce okçu onun üzerine ok yağdırıyordu.

Okların isabet ettiği bedeninden kanlar boşanıyordu. Böğrüne saplanan mızrak yüzünden attan düştü… Hüseyin attan düştü sahrayı Kerbelâ’ya, Cibri kurban haber ver Sultan-ı Enbiyaya

Çakal sürüsü arasında yaralı, aslan gibiydi. Bacı yüreği bundan ötesini anlatmaya nasıl dayansın?

Rukayye:

  • Ali Asgar’ın yokluğu parçaladı yüreğimi,

            Rubap anamın vaveylası, yaktı yaralı kalbimi

İmam Hüseyin’in eşi Ali Ekber’in Annesi Leyla Hatun Ağlayarak;

  • Yavrum! Gözümün ışığı, kalbimin meyvesi, peygambere benzer Ali Ekber oğlum.

Bir kahraman gibi çıktı o zalim güruhun karşısına, “Ben geldim adım Ali, Babam Hüseyin,

Dedem Ali! Kâbe’ye andolsun ki bizleriz nesli nebi, vuruşum hem Haşimi hem de Alevi”

Diyerek yürüdü meydana, savundu ceddinin hak dinini…

Ona süt verirken, geceleri uykusuz nini söylerken, elinden tutup dolaşırken ve bütün bu on sekiz yıl boyunca senin damat olacağın günün arzusuyla yaşadım. Kem gözlerden korunması için Allah’a dua ettim. Yaşlanınca elimden tutacağını ummaktaydım. Ama biçare ananesini çaresiz bıraktı. Nur-i didem, Allah böyle dilediyse ne diyebilirim ki! Sütün sana helal olsun. Ama yüreğimin yanması, gözyaşlarımın akması elimde değil… Her tarafı kan revan içinde…

Oğullarının mürüvvetin görmeyi hayatının gayesi edinen analar! Tehlikeli bir seferden dönen oğullarının önünde koç ne ki, canlarını feda edecek analar! Benim ciğerimdeki ateşi, kalbimdeki derdi sizden daha iyi kim anlar?

Mürüvvetini görme arzusuyla seferden dönemsine kurbanlar adayıp, umut ve endişe dolu gözlerle beklerken, âbâ arasında toplanarak getirilen, doğranmış bedenlerini karşılaşmanın bir ana için nasıl bir kıyamet olduğunu en iyi analar anlar.

Oğlum Ali Ekber, Hüseyin’in ayak bastığı hak yolun kurbanı olduğunu âleme ilan etti.

Bu, oğlumun severek seçtiği kendi tercihidir. Benim oğlum hak yolunun şehididir.

Halkı Hakk’ın kulluğunda çıkarıp, kendi kulu etmek isteyen zorbaya karşı hürriyet şehididir. Ölmüyorsam tesellim budur benim.

Evet, sevgili cem erenleri, Âşurâ günü o saatlerde Hüseyin’in söylediklerinden hiç değilse bir kısmını, gönül gözüyle görüp, gönül kulağıyla duymaya çalışalım.

Etrafında en sevdiklerinin kan revan içinde naaşları, kucağında boğazından oklanmış kundaktaki bebeğinin cansız bedeni varken, “Başıma gelen bunca musibeti, Allah’ın görüyor olması derdimi hafifletiyor” diyor ve devam ediyor, “ Ey Rabbim, Bir can ne ki, yetmiş bin canım olsa seve seve senin aşkına hepsini feda ederdim.”

İlahi aşkın zirvesi budur işte…

Aynı zamanda Emevî zorbalığını temsil eden Ebû Süfyan evladı karşısında, dünyevî menfaat elde etme arzusu ya da onu kaybetme korkusuyla özgürlüğünden vazgeçenlere ve onların şahsında, dinli dinsiz tüm insanlara bir çağrısı vardır. İmam Hüseyin’in; 

İmam Buyuruyor ki: “Bir dininiz olmasa da, uhrevî hayata inanmasanız dahi, bu dünyanızda bari zorbalara kul olmayın, hür yaşayın.”

İslam adına Emevî sarayında uydurulan sömürü ve istibdadı meşru sayan sahte dine karşı, özgürlük, eşitlik, adalet, sevgi ve kardeşliği esas alan Öz Muhammedî İslam’a canını, cananını feda eden Hüseyin’in, Muhammed ve Ehlibeyt’ine gönül verenlerin temiz vicdanlarına seslenişi vardır. Bu sesleniş sadece o gün orada bulunanlara değil, kıyamete kadar gelecek tüm kuşaklaradır.

İmam Hüseyn son olarak Kerbelâ’dan şöyle sesleniyor: “Resulullah hatırına, zorbalara karşı, İslam’ı koruyup yaşatmada bize yardım edecek var mıdır?”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir