Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 9

Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 9

 Kerbelâ’da uçan dertli turnalar
 Bakın Hüseyin’e yarelendi mi
 Zalim yezitlerin kanlı eliyle
 Mübarek bedeni parelendi mi
  
 Hüseyn’e değdikçe hançerler oklar
 Arşa direk oldu ah u firaklar
 Perişan oldu mu masum u paklar
 Evlâd-ı Aliler zarelendi mi
  
 Derviş Kemal der ki unutma dünü
 Canlar Kerbelâ’ya çevirmiş yönü
 Muharrem ayında aşura günü
 Muhammed ümmeti karelendi mi 

Bugünün adı Tasuâ, yani dokuzuncu gün, Yarın Âşurâ yani onuncu gün

O gün Muharrem ayının dokuzuncu günüydü. Hz. İmam Hüseyin güven içinde uyuyordu. Davul ve boru seslerini duyunca uyandı. Celal Abbas’a:

  • Onları karşıla ve durumu öğren! dedi.

Celal Abbas Ali Ekber ve yirmi askerle gelenlere doğru ilerledi. Gelenlerin savaş için geldiklerini öğrendi. Geri dönüp bu haberi Hz. İmam’a iletti. O da:

  • Ey Abbas! Bu cemaatten bu gece mühlet isteyip onları geri gönder. Çünkü bu gece Cuma gecesidir. Ve ömrümüzün son günleridir. İbadet ve tâatle uğraşalım. Sabah olunca her ne yapmak lazım gelirse onu yaparız! dedi.

Hz. Celal Abbas ve Ali Ekber düşman askerlerin yanına giderek:

  • Rasulullah’ın ciğer köşesi bu gece rabbine ibadet etmek için sizden mühlet istiyor! dedi.

Mel’un Ömer bin Sa’d, askerlerinin komutanlarıyla konuştu. İstenen mühleti vermeği doğru bulmadı. Celal Abbas’a:

  • Size mühlet yoktur, dedi.

Celal Abbas:

  • Ey merhametsizler! Bu apaçık zulümdür ki, Peygamberin kıymetli evladına bir gecelik izin vermiyorsunuz! Ey bahtsızlar! Bu ne kötü bir iştir ki, bütün ömrünüzde Allah’ın rızasını kazanmaktan sizi alıkoymaktadır. Eğer velayet meydanının başbuğundan savaşa izin alsaydım, dövüşe ruhsatım olsaydı, size kılıç dibi ile cevap verirdim! diye haykırdı.

Karşı taraf askeri bu sözden utanıp savaş işinde gevşeklik gösterdiler. Zarurî olarak askerin komutanlarına da başvurmak lazım geldiğinden savaş o gece bırakıldı. Hz. İmam Hüseyin bütün yakınlarını ve kendisine uyanları bir araya toplayarak şöyle buyurdu:

  • Çadırların etrafına hendek kazın, sadece bir yandan savaş için yer kalsın. hendekleri çalı çırpı ile doldurun! diye buyurdu. Böylece erkekler savaşla uğraşırken çadırdaki kadınlar düşmanlardan korunacaklardı.

Ateşlerin alevleri gökyüzüne dil uzatınca din düşmanlarının azgınlarından olan Urve oğlu Malik, atına binip meydana çıkarak:

  • Ey Hüseyin! Cehennem ateşinden önce kendini dünya ateşinde yaktın! diye nara atmağa başlamıştı.

Hz. İmam Hüseyin şu cevabı verdi:

  • Yalan söylüyorsun, ey Allah’ın düşmanı! Sen sanıyor musun ki ben cehenneme gidip sen de cennet ehli olacaksın?

Müslim İvesce, Hz. Hüseyin’e:

  • Ey Rasulullah’ın oğlu! Dedi. İzin verirsen ödü patlatan bir okla bu mel’una cehennemi göstereyim.

Hz. İmam Hüseyin:

  • Ey Müslim! Savaşa benim askerimin başlamasını istemem ama bak bu lanetlenmiş alçak, Allah’ın kahrına nasıl uğrayacaktır! dedi.

Sonra o hakikat yolunu tutan yüzünü gökyüzüne çevirdi:

  • Allah’ım, bu mel’unu ceza zinciriyle yakıcı ateşe çek! diye duada bulundu.

Gerçekten, davetü’l mazlum müstecabetün (mazlumun duası kabul edilir) hükmü ile o alçağın atı, hiçbir şeyi anlamaya vakti kalmadan, onu aldı, Hz. Hüseyin’in askerine doğru götürdü. Hendeğe gelince, at ateşin alevlerinden ürktü. O mel’unu yakıcı ateşin içine fırlatıp attı.

Bu hali, iki tarafın askeri de gördü. Hz. İmam Hüseyin şükür secdesine kapandı ve dua etti:

  • Ya Rab, ben Resul’ün torunuyum, Fatıma’nın öksüzü ve mazlumuyum. Sen hakkımı bu zalimlerden al! dedi.

Kufeli Muhammed Eş’as bir nara atarak:

  • Ey Hüseyin! Peygamberin seninle ne ilgisi var ki, ondan söz açıyorsun?

Hz. İmam Hüseyin:

  • Ya Rab! Bu İbni Eş’as benim neslimi dedem Muhammed de kesiyor. İsterim ki sen bugün onun cezasını veresin! diye dua etti.

Henüz yakarması bitmemişti ki, o mel’unun pis karnında bir sıkıntı belirdi. Kendisini atından yere attı. Tuvaletini yapmak için aceleyle donunu indirdi. O anda avret yerine bir akrep iğnesini batırınca pisliğinin üstüne avret yeri açık olarak düştü. Canını cehenneme yolladı.

O anda Câde-yi Kırâni ortaya çıktı:

  • Ey Hüseyin, diye haykırdı. Fırat suları deniz gibi dalgalanmaktadır. Ama sana da sana tabi olanlara da oradan bir damla su verilmeyecektir. Ta ki, dudaklarınız kurumuş olarak hepiniz can vereceksiniz!

Hz. İmam Hüseyin gözyaşı dökerek:

  • Allahumme emithu atşânen (Allah’ım onu susuz olarak öldür) diye dua etti.

Câde-yi Kırânî’nin atı hiçbir şey olmadığı halde ürktü, sırtındakini yere fırlattı. Mel’un dört yöne koşarak:

  • Susadım, susadım! diye haykırmaya başladı. Kendisine su verdilerse de içemedi. Dudağı kurumuş halde canı cehenneme gitti.

Yezit’in askerleri bu kerametleri gördüler ama hiçbir faydası olmuyordu. Gönüllerinin iman aynalarından bu kerametlerle hiçbir pas silinmiyordu. Öyledir, zalimlere hiçbir keramet tesir etmez. Çünkü keramet, ancak selim ve kerim tabiatlı yaradılışların idrak edebilecekleri bir işarettir.

Bu olaylardan sonra, Kerbelâ Sultanı Hz. Hüseyin bütün kardeşlerini, yakınlarını, çoluk çocuğunu bir araya topladı. Bir kürsü getirip üzerine çıktı. Bir konuşma yaptı ve dedi ki:

  • Rabbime sonsuz şükürler olsun ki, ona yakınlık dergâhının divanı kitabesinde mihnet ve musibet sırları yazılıdır. Ve sayısız hamdüsena olsun o yanıp yakılan aşığın maşukuna ki, yakın haremine kabul ettikleri en yakınlarının yakınıdır. Ve kâinatın en şereflisine sayısız selamlar olsun ki, çektiği musibetler, kadrinin derecesini Miraca götürmüş ve bela zehrinin son damlası dosdoğru soyuna Allah’a yakınlaşma nişanesi vermiştir.

Hz. İmam Hüseyin hamd ve senadan sonra şöyle devam etti:

  • Ey bana uyan vefalı dostlar! Allah size hayırlı sevaplar versin. Sizden hoşnudum ben! Bana arkadaş olmakta kusur göstermediniz. Bana karşı muhalif yol tutmadınız. Şimdi, çektiğim mihnetin ateşinden size bir zarar kıvılcımı dokunmasını ve musibet rüzgârından toplumumuzun gül bahçesine ayrılık hazanı erişmesini istemem. Benim bu gece bu cefa vericilerden mühlet isteyişinin sebebi, hayatın lezzetinden faydalanmak değildir. Dileğim şudur: Mademki şehitliğin şahidi gizlilik perdesinden kendisini gösterdi: Eğreti hayatımın dalının yaprağını dökmesi zamanı geldi.
 Fanilik perdesini yırtmam zamanı geldi,
 Vahdet bezminde beka lezzetini tatmamın zamanı geldi. 

Biliyorum ki, düşmanın istediği benim. Buna zafer bulduktan sonra ise onlar size iltifat etmezler. Yapılacak iş şudur ki, gece fırsat varken bölük bölük etrafa dağılınız. Ve zulüm tufanına batmaktan bir kurtuluş yolu bulunuz.

Bu can yakan sözleri işiten çoluk çocuğunun ve ona uyanların hıçkırıkları gök kubbelere kadar uzandı. Hep birlikte:

  • Ey hizmet sırlarının hazinesini gizleyen! Ey velayet rumuzunun açıcısı! Senin ayağının toprağına canımızı sunmadıkça senin yakınlığından ayrılmak mümkün olamaz. Ve bela hayranının meydanında şehadet halkının gül rengi kaftanını giymeden bu savaş yerinden çıkmak mümkün değildir.

          

 Biz ta yaratılıştan, ömrümüzün başından,
 Adadık canımızın akçesini saçmağa.
 Mümkün değildir senin hizmetinden ayrılmak,
 Varlık sayfasında bir nişanımız kaldıkça. 

Hz. İmam Hüseyin, onları inandıkları yolda sağlam durduklarını görünce, Müslim’in evlatlarına dönerek:

  • Ey Azizler! Biz, Kufe halkının yalancı vaatlerine inandık. Müslim bin Akil’i oraya gönderdik. O fesatçılar muhalefet yolunu tutup o mazlumu şehit ettiler. Şimdi yapılacak iş, siz annenizi alarak Beni Tayy kabilesine varınız. Ondan sonra da Medine’ye doğru hareket ediniz ki, hanedanınız yıkılıp ortadan kalkamasın.

Müslim’in çocukları bu sözleri işitince coştular:

  • Haşa ki, biz senin hizmetinden uzaklaşalım! Ey Resul’ün oğlu, bize iltimas et ki, babamız ve kardeşlerimiz şehit askerlerin kılavuzu olduğu gibi bize de bu şehadet saadeti müyesser olsun! dediler.
 Ahiret yurdundadır vefalı topluluklar,
 Gönlün yüzünü o yüce dileğe döndürmek gerek!
 Şaşkın ve serseri kalıp dünyada neyleriz,
 Dizgini dünyadan ukbaya döndürmek gerek! 

Hz. İmam Hüseyin onlara da dua etti. Bütün ashabına ibadetle meşgul olmaları için izin verdi. Kendisi de saadetli çadırına döndü, ibadete koyuldu.   

                                                

 Bilmelisin ki Yezit hayal kurmuştur boş ve yersiz
 İmamoğlu İmam asla Yezit’e biat etmez
 Bu biat üzerine gerek su gibi aksın kanlar
 Ah vah sesleri yükselsin hep doğransın canlar
 Bu biat üzerine gerek çıksın göklere ah
 Kıyamete kadar olsun Kerbelâ ziyaretgâh… 

Allah hepimize Kerbelâ’ya gitmeyi nasip eylesin. Canlar bu akşam Tasua akşamı yarın Âşurâ Muharremin onuncu günü Kerbelâ şahı İmam Hüseyin ve yarenlerinin şehadet günü. İmam Cafer buyuruyor ki: “Âşurâ günü yeryüzü ve gökyüzü kan ağlar” bu akşam imamımızın son akşamı, bu akşam ibadet ve gözyaşı dökme akşamı yine Kerbelâ’ya gidelim çünkü Kerbelâ’ya Cebrail gelmiş…

Yeryüzünün en güzel insanı, cennet gençlerinin efendisi, peygamberimizin Kurân’dan sonra ümmete emanet ettiği Âba ehlinin hayattaki tek üyesi.

Kanlar içerisinde Kerbelâ’nın sıcak kumları üzerine yıkılmıştı Hüseyin

Evet, kan olup kalbimizde kaynayan, sel olup gözlerimizden akan, tarihin en derin kederi Kerbelâ!…

Kızıla boyandı gökyüzü, çünkü dedesi peygamberin, babası Ali’nin, anası Fatıma’nın ve abisi Hasan’ın kan akan gözyaşlarını boşaltıyordu.

Cebrail gelerek kanadını açmış yaralı Hüseyin’e gölgelik etmek istiyordu.

Üzerinde ki gölgeliği görünce İmam Hüseyin;

  • Neden gökyüzünü üzerime kapatıyorsun kimsin sen? diye seslendi
  • Benim, ‘doğumunda babana müjdeyi veren, kundağını annenle birlikte saran, beşiğini sallayan Cebrail’im ben, dedi.

İmam Hüseyin:

  • Kanatlarını çek, gölge etmene razı değilim, beni seyreden dedeme engel oluyorsun.

Cebrail eğildi, kanatlarını Hüseyin’in tertemiz kanına sürdü. O esnada Hüseyin’in kalbinden bir çığlık yükseldi. Cebrail göklere doğru havalandı, gözden kayboldu.

Ve tekrar geri geldi Cebrail…

Kanatlarıyla Hüseyin’in yaralarını sıvazladı, selamların en güzeliyle selamladı, müjdelerin en büyüğünü verdi. ‘Çekilin, kenara çekilin diye haykırdı.

  • Âlemlerin efendisi, Peygamberlerin sonuncusu âlemlere rahmet olan dedesi Hz. Muhammed Mustafa (sav) Hüseyin’in ziyaretine gelmişti.

Hüseyin’in mutluluğuna diyecek yoktu. Bedenindeki yaralar bir anda iyileşti, kan durdu, acılar dindi, susuzluğu bitti.

Cebrail, yine seslendi;

  • Çekilin, Allah’ın aslanı geliyor, velayet sultanı oğluyla özlem gidermeye geliyor.
  • Çekilin kenara; ciğerleri zehirle parçalanmış abisi Hasan geliyor,
  • Çekilin kenara cennet kadınların hanımefendisi Fatımatü-Zehra geliyor.

Onlar geldiklerinde İmam Hüseyin gözlerini açtığında ceddi peygamberin başını dizlerine aldığını gördü. Yüzüne bakarken tüm acılarını unuttu. O an emsali görülmemiş bir huzurla buyurdu ki:

  • Allah’ım kazandan hoşnut, emrine teslim olarak sana geliyorum.

İmam Hüseyin en sevgiliye ruhunu teslim etti.

Allah’ın kutsayıp pak kıldığı ve bereketlendirdiği, bağrında şehitlerin ve cennet gençlerinin efendisinin yattığı Kerbelâ toprağını gül kokusu sardı ve Kerbelâ kızıl bir gülşene dönüştü.

Âlemlere rahmet Muhammed Mustafa’ya “başsağlığı diledi gökler, yerler”

Ve İmam Hüseyin’in katledilmesinden dolayı, müminlerin kalplerinde kıyamete kadar sönmeyecek kor bir ateş düştü…  

 Sahray-ı Kerbelâ’da tufandır ya Muhammed!
 Gönder kefen Hüseyne, Üryandır ya Muhammed! 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir