Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 6

Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 6

 Ey Kerbelâ çölünün garibi sana kurban
 Musibet ve bela denizine düşen Hüseyin, sana kurban
 Sana feda olayım derdin bu canıma gelsin
 Kerbelâ çölünün yok olmasını görseydim sana kurban
 Bu kederli çölde cefa yoktur düşmanda
 Münasip değil boyansın beyaz sakalın kızıl kana… 

Hüseyin bela denizindeki inci gibiydi. Onu ancak incinin kıymetini bilen sarraflar anlardı. Hakkın yeryüzünde ki temsilcisi artık ceddi Hz. Muhammed’in sıcak kollarında değil Kerbelâ’nın yakıcı çöllerindeydi. Annesi Fatıma’nın şefkatli öpüşleri artık Kerbelâ’nın kavurucu rüzgârıyla değişmişti. Artık babası Ali’nin emin gölgesinden uzak Kerbelâ’nın vefasızlığına hapsolmuş, abisi Hasan’ın bilgeliğinden mahrum kalmış Kerbelâ’da ki cehalet ordularının ortasında kalmıştı.

Alevilerin Hüseyin aşkı nasıl bir aşktır ki bin dört yüz yıl geçmesine rağmen sönmek bilmiyor ve her geçen gün bu aşk büyüyor. Cevabı Hz. Peygamber veriyor: “Şüphesiz Hüseyin’in şehit edilmesinden dolayı, müminlerin kalbinde asla soğumayacak bir sıcaklık vardır.”

Şimdi O güneşe karşı toplanmışlardı, güneşe kılıç çeksen ne fayda o yine seni sıcaklığıyla, bereketiyle, rahmetiyle ısıtacaktır. Hüseyin kendilerine kılıç çeken insanlara bile merhametle, güzel ahlakla davranıyordu ama ne yazıktır ki o cahiller, Peygamber’in torununun karşısına kılıçlarıyla, mızraklarıyla toplanmışlardı. Oysa Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimden benim dinime mensup olduklarını sananlar olacak. Onlar benim evladımın faziletlilerini, soyumun temiz ve iyilerini öldürecek, dinimi ve sünnetimi değiştirecek, geçmişteki Yahudilerin Yahya ve Zekeriya’yı öldürdüğü gibi, onlar da yavrularım olan Hasan ve Hüseyin’i öldüreceklerdir. Bilin ki Allah, Yahudileri lanetlediği gibi, onlara da lanetini yağdıracaktır. Kıyamet gününden önce onların (yolunu takip eden) nesillerine ise, Mazlum Hüseyin’in soyundan, hidayet üzere olan Mehdi’yi musallat kılarak dostlarının kılıcıyla onları cehennem ateşine atıp yakacaktır. Allah’ın laneti, Hüseyin’in katillerine, katillerini sevenlere, onlara yardımda bulunanlara ve onlara lanet okumaktan çekinenlere olsun. Allah’ın salat ve rahmeti ise, şefkat ve merhametle Hüseyin’e ağlayanlara, düşmanlarına lanet okuyan, kin besleyen, kalbini onlara karşı gazap ve öfkeyle dolduranlara olsun. Bilin ki, Hüseyin’in öldürülmesine razı olanlar, onun öldürülmesinde katillerinin ortağıdırlar. Hüseyin’in katilleri, yardımcıları, dostları, onların yoluna uyan takipçileri Allah’ın dininden uzaktırlar.”

Yine buyurdu ki: “Miraca çıkarıldığım gece yüce Allah bana ‘Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti.’ (Bakara 285) dediğinde, ben ‘Müminler de’ dedim. ‘Doğru söyledin ey Muhammed! Ümmetine kimi bıraktın? Diye sorduğunda ‘Onların en hayırlısını‘ dedim. ‘Ali b. Ebu Talib mi?’ diye sorunca, ‘Evet Rabbim’ dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu : ‘Ben yeryüzüne bir göz attım, yeryüzünden seni seçtim, sana kendi isimlerimden isimler türettim, ne zaman benim adım anılsa senin de adın anılır. Ben Mahmud’um, sen Muhammed’sin. Sonra yeryüzüne bir daha baktım. Ali’yi seçtim. Ona da isimlerimden isimler türettim, ben Ala(en yüceyim), o da Ali, Ey Muhammed! Ben seni, Ali’yi, Fatıma’yı, Hasan ve Hüseyin’i ve onların çocuklarından olan imamları, benim nurumdan bir nurdan yarattım. Sizin velayetinizi de gökyüzü ve yeryüzü ahalisine sundum. Bu gerçeği kabul eden benim katımda müminler addedilir. Onu inkâr eden benim katımda kâfirlerden addedilir.

Ey Muhammed! Kullarımdan bir kul mahvoluncaya veya bir deri bir kemik kalıncaya kadar bana ibadet etse, sonra da sizin velayetinizi inkâr ederek karşıma gelse, velayetinizi kabul edinceye kadar onu affetmem.

‘Ey Muhammed! Onları görmek ister misin?’ Bu soru üzerine ben ‘Evet ey Rabbim’ dedim. Bana ‘ O zaman Arş’ın sağına bak’ dedi. Baktığımda ne göreyim ‘Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin, Hüseyin oğlu Zeynel Abidin, Zeynel Abidin oğlu Muhammed Bakır, Muhammed Bakır oğlu Cafer Sadık, Cafer Sadık oğlu Musa Kazım, Musa Kazım oğlu Ali Rıza, Ali Rıza oğlu Muhammed Taki, Muhammed Taki oğlu Ali Naki, Ali Naki oğlu Hasan Askeri ve Mehdi hep beraber bir nurun altında salat ediyorlar. Mehdi de ortalarında parlayan bir yıldız gibi duruyor.

Yüce Allah bana ‘Ey Muhammed’ İşte onlar hüccettir, o da senin soyunun intikamını alandır. İzzet ve celalime yemin ederim ki o, evliyalarımın kabul etmek zorunda olduğu hüccettir ve düşmanlarımdan intikam alacak kişidir’ buyurdu.”

İmam Hüseyin Kufe Halkına Tekrardan Çağrıda Bulunuyor

İmam Hüseyin, gam ve bela çölünün ortasında kaldığında kendisini yardıma çağıranlara bir mektup yazdı. Mektubu da Kays-ı Arabî ile gönderdi. Mektup şöyleydi:

“Ey uzakta olduğu halde bize sadakat gösterip sevgilerini bildirenler!  Ey candan ve yürekten kulluk mektupları yollayan mücahitler. Sizin mektuplarınızdaki satırların yazıları irademizi çekti, bu yönlere yol aldık. Şimdi Kerbelâ çölündeki bela yerinde ve Arapların Irak’ında çadırlarımızı kurduk. Hicazın ikbal yıldızı bu kazaya saadet ışığı saldı. Şimdi içtiğiniz yemine vefa göstermeniz ve mübarek ayak basışımızın saadetini ganimet bilerek bize uyup can akçesini saçmağa koşmanız gerektir.

İkbal kıblesi ve ahiret yolu olan dergâhımıza yüz tuttunuz. Ahiret saadetinin dünya devletinden önde olduğunu mutlaka biliniz. Gerçekten bu müjde size hidayet yolunun hediyesidir. Bunu bir yardım dilemek sanmayın. Çünkü dünya saltanatı gelip geçicidir. Onu minnet ile ele geçirmeğe ve zilletle bırakıp gitmeğe değmez!”

Kays-ı Arabî Hz. İmam’ın bu mektubunu Kufe şehrinde Süleyman Huzai’ye vererek cevabını almak niyetiyle yola düştü. Fakat Kufe’ye varmadan İbn Ziyad’ın askerinin akıncıları onu muradına nail olmadan tuttular. Huzura getirdiler Kays-ı Arabî İbn Ziyad’la karşılaşınca mektubu parçaladı. Ubeydullah sordu:

-Niçin mektubu parçaladın?

Kays:

-Dost sırrını düşmandan gizlemek gerek! Diye cevap verdi.

İbni Ziyad:

-Ey Kays! Eğer benim seni öldürmemden kurtulmak dilersen iki işten birini seç: Ya mektuptaki isimleri bana bildir. Ya da minbere çık, Hüseyin’e ve ona uyanlara söv, say, beni ve Yezidi öv! dedi.

Halk toplanınca Kays minbere çıktı. Açık bir dille Allah’a hamd ve sena ile peygambere sonsuz dualarda bulunduktan sonra:

-Ey Kufe halkı! Ben Hüseyin’in elçisiyim. Onun burayı şereflendirmeye geleceğini size bildirmeye geldim! Dedi ve mektubun içinde yazılanları başından sonuna dek anlattı. Yezid ile İbni Ziyad’a lanetler ve nefretler savurdu. Hüseyin ile ona uyanları övdü. Zengin, yoksul kadın erkek bütün dinleyenler feryat ettiler. İbni Ziyad, buna çok kızdı. Henüz minberde iken o mazlumu şehit ettirdi.

İbni Ziyad, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’ya geldiğini öğrenince İmam Hüseyin’e bir mektup yolladı. Mektup şöyleydi:

“Ey Hüseyin! Bana Yezit mektuplar yazarak şunları bildirdi: Ali oğlu Hüseyin o taraflara geldiğinde bana biat edeceğine dair kendisinden söz almadıkça hakkında bir karar verme, eğer teklifini kabul etmezse onu hiç düşünmeden derhal öldür! Şimdi sana nasihat ediyorum. Kendine acı! Yezid’e biat etmeyi kabul et. Eğer kabul etmezsen savaşa hazır ol!”

Hz. Hüseyin o mektubun içindekilerini öğrenince elinden bıraktı. Mübarek çehresi gül gibi kızardı ve şöyle buyurdu: “Ne talihsiz, bedbaht kavim ki, halkın rızasını kazanmayı Yaratanın gazabına üstün tutup ‘Ümmetiyiz’ dedikleri Peygamberin evladını öldürerek Yezid’in hoşuna gitmek isterler!”

 Gör, ne cahil şu düşman ki, İslam davası edip
 Dünya saadeti için Resul ailesini helak eyler.
 Gör ne gafildir ona baş eğen talihsiz ki,
 Halkı hoşnut eyler de Hakk’ı gazaplı eyler. 

Ubeydullah ibni Ziyad’ın mektubunu getiren adam İmam Hüseyin’e sordu:

  • Ey Hüseyin’in bu mektubun cevabı nedir?

Hazreti İmam dedi ki:

-Benim ona verecek cevabım yoktur. O muhakkak azabı hak etti!

Ömer bin Sa’d ibni Vakkas Yezit’in Komutanı Olma Görevini Kabul Ediyor

Mektubu getiren, İbni Ziyad’ın yanına dönerek Ali oğlu Hüseyin’in cevap vermeyip mektubu bıraktığını söyledi. Bunun üzerine o bedbaht adam kızdı. Orada bulunan meclis ehline dönerek:

  • Ey Şam şehrinin büyükleri ve ey Kufe’nin uluları! İçinizden her kim, Hüseyin ile savaşmak isterse, ona büyük araziler vereceğim.

Bu teklife hiç kimse sesini çıkarmadı. Sorusunu birkaç kere tekrarladı, yine kimseden cevap alamayınca en sonunda Sa’d ibni Vakkas’ın oğlu Ömer Sad’a:

  • Ey Kureyş oğullarının en cesur ve en yiğit adamı! Sen uzun bir zamandır Rey şehrininin valiliğini isteyip duruyordun. Şimdi, Rey ile Taberistan hükümetini sana verdim.
  • Ey Sa’d ibni Vakkas’ın oğlu Ömer! Baban ashabın ulularındandı, kahramanlıkta ün salmıştı. Şimdi de Yezid’in hükümet bayrağının altında her ne kadar itibar gören, seçkin kimseler çıksa da senden daha yiğit ve senden daha dövüşçü yoktur. Benim fikrim şudur ki, sen orduya başkomutan ol, Ali oğlu Hüseyin’in üstüne yürü. Onu Yezid’e biat ettir, baş eğdir. Eğer kabul etmezse onun ve ona uyanların başını kes, bu tarafa yolla. Bu hizmetinin senin yüceliğini arttıracağını bil!

Ömer ibni Sad eve gidip düşündü ve düşüncelerini ailesine açtı. Büyük oğlu şöyle dedi:

  • Yazık, yazık! Ey gafil, bu ne yanlış bir hayal ne boş bir düşüncedir. Ne faydasız sevda ve ne verimsiz çalışmadır! Sen bilmiyor musun ki, o Fatıma-i Zehra’nın ciğer köşesi, Mustafa’nın gözünün nuru ve Ali Murtaza’nın gönlünün sevincidir. Senin baban Sad İbni Vakkas canını, varlığını onların yolunda harcadı. Ve sen şimdi onun üstüne yürüyor, üzerine askerlerle gitmek istiyorsun. Hem sen buraya gelmesi için kendi elinle ona üç mektup yazıp yolladın. Onu bu ülkeye çağırdın. Bugün de ona haksızlık edip kanını istiyorsun. Doğrusu, Müslümanım diyen bir kimse bu işi yerine getirmez. İslam davasında bulunanlardan böyle bir iş meydana gelmez!

Ömer bin Sad, oğlunun bu sözlerine kızdı. Ondan yüz çevirip küçük oğluna sordu. O haramzade:

  • Ey baba! Her ne kadar kardeşimin dediği doğru ise de onlar ilerde olacak işlerdir. Oysa İbni Ziyad’ın nimet ve bağışları hazırdır. Akıllı olan bir kimse parayı vaatten üstün görmez ve gaipte olanı hazıra değişmez.

Sad bin Ömer’in oğlunun bu düşüncesi kendi kafasına yatmış ve 3 Muharrem’de dört bin kişilik bir ordu ile Kerbelâ’ya gelmişti. Dünya malı aldatmasına kanan Ömer bin Sad ahiretini dünya malına satmıştı.

Sevgili canlar bu akşam yine Kerbelâ’ya gidelim ve İmam Hüseyin’in 5 yaşında ki kızı Rukayye’yi analım…. 

Sahra-yı Kerbela’da tufandır ya Muhammed!

Gönder kefen Hüseyne, Üryandır ya Muhammed!

Gecenin bir vakti Peygamber evladı İmam Hüseynin’in çok sevdiği nazlı Rukayyesi çadırlardan ayrılmış Kerbelâ kurbangahında babasını arıyordu.

Bulmuştu.. Kerbelâ’nın acısı gecenin sessizliğinde nazlı Rukayye’nin yüreğinde patlamıştı. Kendisini hasretle attı babasının gül kokan başsız bedeninin üstüne.

Rukayye: 

Benim baba, senin nazlı Rukayyen..

Yaralısın baba, yatma sıcak kumlar üste..               

Kırmızı gül gibi batmış kana bileklerin baba,

Başını Şimr kesmiş ya ellerin hani baba!

Kalk baba!

Al kucağına meni, Kerbelâ’yı terk ediyorum

Yezid emreylemiş Şam’a esir gediyorum

Kalbinde Rukayye’ye sevgin çok baba, biliyorum

Ama niye bu mihnet bağının gülünün gönlünü almıyorsun?

Neylersin yaralısın, durmağa yok takatin

Halini bir sor yine de bari bu kızının baba!!!

Ben de seni çok isterim istersen imtihanımı vereyim,

Şam’a gel harabeye aşkımı orada ispat edeyim

Başını sineme koyayım, ben kuru yerde can vereyim

Aşkıma aferin desin, tertemiz kesik başın baba

Bibim Zeynep perişan, vurdular lopları üst üste

Duyursan feryadını, ağlıyor yetimler üstende

Diğer taraftan Zeynep söze girer;

Hüseyn! Ağabeyim! İmamım!

Aman Allah’ım başını bedenden ayırmışlar, yağmalanmadık bir şey kalmamış giydiği eski gömlek bile çıkarılmış, bedenine saplanan oklardan vücuduna ulaşmıyorum, bacın ölsün Hüseynnnnn…

“Allah’ım! Bu kurbanı bizden kabul et!”

“Ey bütün gökteki meleklerin kendisine salât ve selam gönderdikleri Muhammed’im! Bedeni parça parça edilen, bu çölde yere serilen ve topraklar içerisinde kalan bu kişi senin Hüseyin’indir…”  

“Anneciğim! Ey dünya kadınlarının en hayırlısı Fatıma! Kerbelâ çölüne bir bak da; düşman toprağı üstündeki oğlunun başını, kanlar içindeki bedenini ve eyersiz katırlara bindirilen esaret altındaki çocuklarını bir gör!”

“Ben o kardeşin çadırının iplerine kurban olayım! Canımı feda ettiğim kimseye kurban olayım! Yaralı gönül ve susuzluktan kurumuş dudaklarla şehit edilene kurban olayım! Damarlarından kanlar akan o sevgili ve şefkatli olana kurban olayım! Ben dedesi Peygamber, nenesi Hatice, babası Ali ve annesi dünya kadınlarının efendisi olan kimseye kurban olayım. Ben, üzerine gün doğuncaya kadar ibadet eden kimseye kurban olayım!”

 Develere bindi on dört bacılar
 Şehit oldu yetmiş iki hacılar
 Münkirlere lanet eder naciler
 Gazaya gireyim İmâm Hüseyin

 Çıktı sırrullâhtan boz atlı Hızır
 Bâtın Zülfikâr’ı yanında hazır
 Hınzır oldu lain pelîd-i Şimir
 Öcünü alayım İmâm Hüseyin

 Dövünüyor Turgut Abdal taşlarla
 Erenler bekçisi üçler beşlerle
 Gözlerinden akan kanlı yaşlarla
 Türbeni sulayım İmâm Hüseyin 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir