Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 2

Mah-ı Muharrem | Kerbela’dan Dersler – 2

 Bak şu bi-insaf Yezid-i bed-nihâd ü zalime
 Teşne-gân-ı Ehl-i Beyte vermemiş bir matre su
 Sûz-nâk olsun İlahi kalb-i cângâh-ı Yezid
 Bulmasın rûz-i cezada içmeğe bir katre su
   

Her acı, keder unutulur ama Hüseyin’in acısı unutulmaz. Hüseyin ve yarenleri tarihe öyle bir keder bıraktılar ki üzerinden 1400 sene geçmesine rağmen bu kederin üstüne hâlâ mersiyeler, ağıtlar yazılmaktadır. Ve hâlâ yazılmaya da devam etmektedir. Her Muharrem ayı geldiğinde hatta daha gelmeden üç gün önce Masumu Paklar orucu tutulmaya başlanır.

Bu mateme hazırlık yapılır ve her Alevi evinde yas başlar. Aleviliğin bu kadar katliam ve asimilasyona rağmen bugüne kadar gelmesinde Muharrem ayının önemi çok büyüktür. Hüseyin için dökülen gözyaşları sel olmuş ve bu gözyaşları bütün zalimlerin zulüm bentlerini yıkmıştır. Hüseyin’in yası bütün mazlumların, kederlilerin, dertlilerin şifası ve dayanağı olmuştur.

Bu acının mesulleri Âşurâ günü yaptıkları zulümleri İslam adına yapmışlardı. Dayanakları da sözde İslam diniydi. O gün yaşayanlar İmam Hüseyin’in davasını anlayamadılar ve akılsızlık ettiler. Hâlbuki İmam Hüseyin kendisine düşmanlık edenlere bile şefkat elini uzatıyordu. Ama o zalimler bunu görmüyor O’nun canına kast etmek istiyorlardı. Oysaki Hz. Peygamber kendinden sonra dinin açıklayıcısı ve uygulayıcısı öğretmeni olarak On İki İmam’ı bırakmıştı.

Bu hakikati bilen Emeviler, iktidara ulaşmak ve iktidarlarının devamını sağlamalarının önünde Ehl-i Beyt’i engel olarak görüyordu. Ehl-i beyt’e düşmanlık besliyorlardı. Oysaki Peygamber: “Hüseyin hidayet meşalesi ve kurtuluş gemisidir.” Peygamber, Ali’ye, Fatıma’ya, Hasan ve Hüseyin’e baktı ve “Ben sizi düşmanınızın düşmanıyım, sizinle barışık olanla barışığım” diye buyurmuştu ama ne çabuk bu hadisleri unuttular.

Emevilerin Kerbela Olayındaki Rolü

Ehl-i beyt insanlara gerçek İslam’ı, hakkı, hukuku ve adaleti öğretiyordu. Bu durum Emevilerin kendi iğrenç amaçlarının önünde engel oluşturuyordu. Bundan dolayı Emeviler İslam’ı ve Ehl-i beyt ’i birbirinden ayırmaya, koparmaya yemin etmişlerdi. Kur’an ve Ehl-i beyt arasındaki bağı koparmak için Kur’an-ı Kerim’i bozamayacaklarını biliyorlardı. Ehl-i beyt hakkında nazil olan ayetleri kendilerine göre yorumladılar. Peygamber’in övgüsüne mazhar olmuş Ehl-i beyt hakkında söylenmiş sözleri başkaları içinde uydurdular ve çarpıttılar.

Ehl-i Beyt ile ilgili sözlerin (buyrukların) halkın arasında yayılmasına engel olmak için yasaklattılar. Böyle yaparak İslam’ı tekellerine alıp istedikleri gibi hareket edeceklerdi. Bu tahrifler genel anlamda yalan hadis uydurma ile başladı. Kur’an ayetlerinin çarpıtılması (asıl manasından farklı manalara çekilmesi), kendi yaptıkları kirli işler için hüküm uydurmak amacıyla birçok tahrifat uygulayarak devam etmiştir.

Bu tahrifleri yapanlar İslam’dan önce egemen sınıf olan ve halkı sömüren insanlardı.  Her türlü gücü, parayı, makamı ellerinde bulunduruyorlardı. İslam’ın gelişiyle bu güç ve iktidarları son buldu zira İslam insanların adaletle yönetilmesini emrediyordu. Kimsenin kimseye cinsiyetinden, toplumsal sınıfından, ırkından veya kabilesinden ötürü üstün olamayacağını söylüyordu.

Emevilerin İslam’ı Tahrifi

İslam adaletten, Allah’tan başka kimseye kul olmamaktan bahsediyordu. Eski düzenin bir daha gelmeyeceğini bilen bu kesim İslam örtüsüne girdiler ve kendilerini dindar gösterdiler. Hâlbuki içleri hala küfr ile doluydu. Bu yolla yıllarca İslam toplumunun içinde kaldılar.

Kur’an, Peygamber ve Ehl-i beyt yıllarca bu münafıklara karşı toplumu uyarmıştır. Dikkatli olmaları gerektiğini söylemelerine rağmen inanlar tarafından dikkate alınmadı. Münafıklar İslam’a karşı mücadele etmekle eski düzenin gelmeyeceğini iyi biliyorlardı. Müslüman gibi gözüküp tekrardan egemen sınıf olmak istediler ve oldular.

Eski düzene İslam giysisini giydirdiler. Aslında bu bedene bu giysi olmazdı. Basiretli ve akıl sahibi insanlar bunun farkındaydı. Para, makam, güç, servet ve birçok yöntemle aldatılan İslam toplumu Emevilerin eski cahiliye adetlerine İslam kılıfı giydirmelerine aldırmadı. Sessiz kaldı.

Emevi hanedanlığı hile ve oyunlarla Peygamber’in makamına oturuyorlardı. Her türlü zulmü, fesadı, yozlaşmayı İslam topraklarına yayıyordu. (ki bunun o günkü temsilcisi Yezid idi). Saltanatını sağlamlaştırmak için İmam Hüseyin’in kendilerine biat etmesini istemişlerdir. Peygamber’in kucağında ilahi hakikatlerle ve Ali’nin ilmi ile büyümüştü. Hüseyin’in bu zulme, bu haksızlıklara boyun eğmesi beklenilemezdi. 

İmam Hüseyin’de bunlara karşı sonunun şehadet olacağını biliyordu. İslam’ın yeniden dirilmesi ve canlanması için bir kıyam hareketi planlamıştır. Bu hareket, yüzyıllar boyunca Alevi İslam’ın canlı ve diri kalmasına yardımcı olduğu gibi İslam’ın devrimci karakterini ortaya koymuştur. Adeta İmam Hüseyin ve yarenleri kendi canı ve kanı ile İslam’ı yeniden filizlendirmiştir.

İmam Hüseyin’in Kerbela’ya Yolculuğu

Tarihi kaynaklara bakarsak bu kıyam harekâtının mekânsal olarak ilk aşaması İmam Hüseyin’in Medine’den Mekke’ye göçmesidir. Sonrasında kendisini davet edenlere icabet ederek Kufe’ye yani Kerbela’ya yolculuğudur. İmam’ın Mekke’de olduğu bir dönemde, Kufelilerden ardı ardına mektupların gelmesi üzerine İmam, Müslim b. Akil’i buraya gönderdi. 

İmam, Medine’den Mekke’ye hicret etmeden önce Yezid, Medine valisine bir mektup yazdı. Ne pahasına olursa olsun Hüseyin b Ali’den biat almasını istedi. İmam Hüseyin de Yezid’i hilafet makamına layık görmediği için, biat etmeyerek şöyle buyurdu: “Benim gibi biri, Yezid gibi birine asla biat etmez.”

Yezid İslam’a karşı serkeş davranışlar sergiliyordu. İslam’ın ekonomik, toplumsal, hukuk dâhil hiçbir alanında kuralları dikkate almıyordu. Hatta İslam’la, Kur’an ile alay ediyordu. Peygamber’in makamında oturuyor ama Peygamber’e ve evlatlarına saygı göstermiyordu.

Peygamberin makamında İslam adına hüküm veriyordu. Ama hükümlerin ne Kur’an’la ne de Peygamber’in uygulamalarıyla uzaktan yakından alakası yoktu. Üstelik Yezid hilafetin başına babası Muaviye’nin ataması ile gelmişti. İslam devletinde liderlik saltanata dönüştü.

Zaten Yezid’in dedesi, Muaviye’nin de babası Ebu Süfyan üçüncü halife Osman’a “Hilafeti Beni Ümeyye arasında top gibi çevirin.” demişti. Üçüncü halife de Beni Ümeyye kabilesine mensuptu. Peygamber’in Mekke fethinden sonra şehirde barınmasına izin vermediği ve kovduğu münafıkları halifeliği döneminde vali yapmıştı. 

Yezid’in Aile Profili

Ebu Süfyan da hilafeti kendi kabilesi içinde kişiden kişiye aktarılması gerektiğini söylüyordu. Çünkü beni Ümeyye’nin eski egemen sınıf konumuna gelmesini istiyordu. Yezit, böyle bir ailenin kucağında yetişiyor ve böyle bir hanedanın kültürü ile büyüyordu. İslam dinine karşı, en ufak bir inanç duymuyordu.         

Yezit: toy, şehvetperest, başına buyruk, tedbirsiz, dar düşünceli, akılsız, kaygısız, ayyaş ve geri zekâlı bir gençti. Ahlaki olarak o kadar iğrenç biriydi ki Abdullah b. Hanzala şöyle demiştir: “Öyle birinin (Yezit’in) yanından geliyoruz ki, kendi anne ve kız kardeşleriyle nikâh kıyıyordu.”.

Hükümetin başına geçmeden önce heveslerinin tutsağı ve aşırı arzularının bağımlısı olan Yezit, hükümetin başına geçtikten sonra da her türlü iğrençliğe devam ediyordu. Taşıdığı çirkin ve şehvet dolu ruhun etkisiyle İslam mukadderatını açıkça çiğniyordu. Şehvetini tatmin etmek için hiçbir şeyden çekinmiyordu.

Halifelik makamında oturan Yezit; açıkta zina etmekten çekinmiyor ayyaş bir halde yaşam sürüyordu. O, peygamberliği, Muhammed Mustafa’ya vahiy geldiğini açıkça inkâr ediyordu. Dedesi Ebu Süfyan gibi her şeyin bir varsayımdan ibaret olduğunu sanıyordu.

Yezid İslam Dinine İnanmıyor

Nitekim Kerbelâ hadisesinden sonra sarayında İmam Zeynel Abidin’e hitaben şöyle demişti: “Haşimiler (yani Hz. Peygamber ve Ehl-i beyt) mülk ve hükümetle oynamıştır. Ne gaybi âlemden bir haber gelmiş ne de vahiy inmiştir! ”. Bedir savaşında İslam askerlerinin eliyle, Peygamber’e kılıç çekenlere karşı yapılan savaşlarda ölen atalarının kılıçtan geçirilmelerine duyduğu kinini kusuyordu.

İmam Hüseyin’in şehit edilmesinin Bedir Savaş’ının intikamı olduğunu şöyle söylüyor: “Keşke Bedir’de öldürülen büyüklerimiz şimdi yaşıyor olsaydı da ‘Aferin sana Yezit’ deselerdi “ diyordu.         

Yezit’in sarayı çeşitli fesat ve günahların merkezi olmuştu. Onun sarayının sergilediği dinsizlik ve fesadın etkileri toplumu öyle sarmıştı ki, onun kısa süren hükümeti döneminde “Mekke” ve “Medine” gibi en kutsal şehirler bile pisliğe bulanmıştı.

Harre Olayı (Vakıası)

Hilafeti üç yıl süren Yezit ilk yılda Peygamberin Ehl-i beyti olan Hüseyin ve ailesini susuz şehit etmişti. İkinci ve üçüncü yıllarında önce Medine’yi işgal etmiş öldürdüğü peygamber sahabelerinin kanlarını Hz. Peygamberin kabrine dökmüştü.

Yezit askerlerine üç gün boyunca Medineli Müslüman kadınları mubah kıldı, binlerce kadına tecavüz ettiler. Ardından Mekke’yi işgal edip Kâbe’yi mancınıklarla yakıp, yıktı; Kâbe’ye sığınanlar aç ve susuz kaldıkları için leş yemek zorunda kaldılar ve hastalıklar yayıldı.

Yezid’in bu yaptıkları İslam toplumunun nasıl bir duruma geldiğini gösteriyordu. Eski cahiliye adetleri geri döndü. Bütün bu bozulmalara rağmen kendi zulüm devletlerini meşru göstermek için İmam Hüseyin’den biat istiyorlardı.

İmam Hüseyin biat etmemiş ve bunlara karşı çıkmıştı. Bu durum Yezid’in düşmanlığına sebep olmuştu. Zira İmam Hüseyin’le başlayacak olan bir hareketlenme Emevi iktidarının sonunu getirecekti.

Ulu ozanlarımızdan Fuzuli ise Haşim oğulları ve Süfyan oğulları arasındaki düşmanlık hakkında şöyle yazmaktadır:

“İmam Hüseyin’in Yezid’e karşı düşmanlığını açıklamasının bir yönü, devleti adaletle yönetmek ve kaybolmuş güzel gelenek ve görenekleri yeniden diriltmekti. Yezit ise nefsinin isteklerine göre yaşayan fasık, fitne- fücur sahibi idi. Hiçbir zaman yasaklanmış işleri yapmaktan çekinmezdi. Ve şeriat haysiyetine (hak ve adalet kurallarına) saygı göstermezdi.

Şüphesiz ki, İmamlık gayretini ve hilafet makamını, İmam Hüseyin, Yezid’in ismiyle bulaştırmaya razı olmadı. Ve onun hilafetini istemedi.

Şüphe yok ki, Ali oğlu Hüseyin, ömür parasını harcayarak o gizli sırrı meydana çıkardı ve Ümeyye oğullarının batıl davalarını açığa vurmuş oldu.”

İmam Hüseyin’in Kufe’yi Seçme Nedeni

İmam Hüseyin zor bir dönemden geçiyordu. Kufelilerin kendisine gönderdiği mektup neticesinde Müslim b. Akil’i Kufe’ye göndermişti. Kimi şahıslar İmam Hüseyin’in Yezid’e biat etmesi gerektiğini söylüyordu. Kimi şahıslar da Yemen bölgesinde kendisine bağlı olanların çok olduğu ve oraya hicret etmesi gerektiğini söylüyordu.

İmam Hüseyin Yemen’in şartlarının böyle bir kıyama ev sahipliği yapamayacağını biliyordu. Hem de Kufe halkının isteği üzerine Kufe’ye hareket edecek ve Yezid’e olan muhalefetini oradan gerçekleştirecekti.

Genel olarak İslam toplumunda Muaviye döneminden kalan baskı dönemi devam etmekteydi. Zaten Peygamber’in hakka yürümesi ile İslam toplumunda çözülmeler başlamıştı. Peygamber’in kendinden sonra Ali’ye itaat edilmesi gerektiğinin ilahi bir emir olduğunu göz ardı eden İslam toplumu dinin içerisine girmiş yanlış bilgilerin esiri olmuştu.

Bu dönemlerde Ehlibeyt’e her türlü zulüm reva görülmüş bütün imkânlar ellerinden alındı. Halkın bu pervasızlığı da zulüm iktidarını güçlendirmiş ve daha da şiddetlenmesine sebep olmuştu.

İmam Hüseyin’in kıyamına neden olan üç temel sebep:

1) Zalim hükümet İmam Hüseyin’den biat istiyor ve biat etmeme durumunda ise İmam Hüseyin’in öldürülmesini istiyordu. Zira kendi görüşlerine göre meşru hükümet kendileri idi ve İmam Hüseyin isyancı idi. (Bu düşüncelerinin özünde kendilerini meşru hükümet olarak görmeleri değildi. Gayet iyi biliyorlardı ki meşru hükümet hakkı İmam Hüseyin’in idi ama kendi hile ve oyunları ile elde ettikleri ve kendilerine neredeyse sınırsız güç tanıyan makamı bırakmak istemiyorlardı.

Halka kendilerinin meşru olduğunu ve karşısında duracak kişilere her türlü zorbalığı hak olarak gördüklerini bu düşünceleri ile belli etmek istiyorlardı. Yoksa kendi koltuklarını sağlama alma imkânları da yoktu. Hakkın konuşulmasına tahammülleri olmayan baskıcı Emevi hükümeti halkı da baskı altına almıştı.

2) Kufe halkı yirmi sene boyunca Muaviye’nin baskıcı hükümeti altında ezilmiş ve yılmıştı. Bu sebeple İmam’a davet gönderdiler. İmam Hüseyin ise kendinden yardım isteyen bir halkı yüzüstü bırakamazdı. Tarihi kaynaklara baktığımızda Kufeliler on sekiz bine yakın mektup ile İmam Hüseyin’i davet ettiler.

3) İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak. Tarihe bakarsak zulüm, baskı, zorbalık arttı. Hilafet makamında olan kişiler iyiliği yaymaktan uzak kötülük ve şer ile bir o kadar yakındı. İslam’ın hükümlerini istedikleri gibi değiştiriyor, kendilerince bir İslam algısı oluşturuyorlardı. Ama Allah’ın tertemiz kıldığı Ehlibeyt her türlü zulme ve kötülüğe karşı durup, Kur’an’ın yani Allah’ın buyruklarını halka açıklıyor ve aydınlatıyordu.

İmam Hüseyin Yezit’e Biat Etmeme Nedenlerini Açıklıyor

İmam Hüseyin Mekke’de insanlara Yezit gibi birine biat etmeme nedenlerini anlatıyordu. Ve halkı bu konuda bilinçlendiriyordu. Lakin Yezit İmam Hüseyin’i rahat bırakmıyordu. İmam Hüseyin de Mekke’de huzursuzluk oluşmaması ve olabilecek bir savaşın Mekke’ye zarar vermemesi için oradan ayrıldı. Kendisine mektup gönderip davet eden Kufe’ye gitmek için yola çıktı.

İmam Hüseyin, tarihe kanla yazılacak olan Kerbelâ olayının Müslüman toplumunun dirilmesi ve İslam’ın korunması için gerekirse kendi canından geçmesi gerektiği bilinciyle bu yolculuğa çıktı.         

İmam yolculuğa çıkmadan önce Müslim bin Akil’i Kufe’deki durumu öğrenmek ve ortamı hazırlamak için gönderdi. Bu yolculuk İslam’ın ilk dönemlerinde Mekkeli müşriklerin zulüm ve baskısını kırmak için yapılan hicrete benzemektedir.

İslam’ın ilk yıllarındaki Mekkeli müşrikler tarafından baskılara, zulümlere uğrayan ve İslam’ın yayılmasını amaç edinen Müslümanların hicret etmesi gibi İmam Hüseyin’in Kufe’ye doğru hicreti de; İslam’ın emir ve yasaklarını tekrardan diriltmek, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmaktı. İslam toplumunu düzene, huzura ve refaha kavuşturmak amacıyla yapıldı.  Ne var ki bu yolculuğun sonu İslam’ın yayıldığı ilk dönemlerdeki gibi bitmeyecekti.

İmam Hüseyin’in Mesajı Yüzyıllardır Gelmiştir

Üstünden yüzyıllar geçmesine rağmen dinmeyen ve tahayyül edilemeyecek bir facia ile son bulacaktı. İmam Hüseyin bu faciayı İslam’ın izzetini ve onurunu korumak için sonucunu bildiği halde sabretti. Bu facia öyle bir boyut kazanmıştır ki Yezit ve taraftarları lanet ile İmam Hüseyin ve yarenleri rahmetle anılacaktı.

Yüzyıllar boyunca bütün insanlığa Hristiyan, Yahudi, Ateist veya başka din ve mezheplerden olsun özgür insan olma yolunu gösterdi. Bu okul içinde aşkı, ölümü, var oluşu, iyiliği ve bütün güzel insani değerleri barındırıyordu. 

Bu okul içinde İslam’ın gerçek felsefesini barındırıyordu. İmam Hüseyin tarihe kendi kanıyla öyle bir yazı bırakmıştı ki bu yazıyı silecek, yok edecek hiçbir güç yoktur. Yüzyıllar geçmesine rağmen daha da belirginleşen daha da anlaşılan ve anlaşıldıkça Ehl-i beyt’in hakkaniyetini gün yüzüne çıkaran bir olay olacaktı.

O yüzden kendimizi Kerbela konusunda her gün daha da bilgilendirmek ve bu tarihi vakıayı hayatımızda daha da içselleştirmek zorundayız. İmam Hasan’ın bu sözünü her daim hatırlamamız gerekmektedir :  “Bize yapılan kötülükleri bilmeyen, bize kötülük edenlere ortak olmuş gibidir.”

Bugün de Kerbelâ’dan bir sahne yaşayalım…

Zeynep…

Zeynep gibisi var mı dünyada?

Ağabeyi Hüseyin’in dayanağı.

Yeğeni Ali Ekber’in görkemli halası.

“Erdemler Babası” Celal Abbas’ın, medar-ı iftiharı.

Vefakâr kız kardeşi Hüseyin’in

İmamına sadık bir fedâi!

Kerbelâ’da Avn ile Muhammed’i gören, bilhassa onların o yiğitçe çarpışmalarından sonra nasıl şehit düştüğüne şahit olanlar; “Bu küçük delikanlıların annesi yok mu? Hüseyin’in bu iki yeğeninin annesi yok mu?” diye soruyorlardı.

Düşmanlar, “Yere düşen her şehit için ağıtlar yakıp, başucuna koşan bir kadın vardı Kerbelâ’da. Bu iki gencin başucuna niçin hiçbir kadın gelmedi? Niçin onlara ağıt yakan bir ana çıkmadı? Anneleri vardıysa, neden ah-u figan etmiyor? Neden ‘Yavrularım!’ diye bağrına vurup başına toprak savurmuyor?” diye birbirlerine soruyorlardı.

Şaşırmakta haklıydılar tabi.

Avn ve Muhammed şehit olup da kanlar içinde yere yığılınca, dayılarından, yani İmam Hüseyin’den başka koşan olmamıştı başuçlarına…

Hâlbuki bu iki gencin annesi Zeynep orada, çadırının önünde bekliyordu. Neden gelmiyordu Zeynep şehit olan çocuklarının başucuna?  

Hz. Zeynep sevgili ağabeyi İmam Hüseyin’e minnet addedilir diye, Hüseyin daha çok üzülür diye zerrece tepki göstermemişti oğullarını şehit verirken…

Ama Hüseyin oğlu Ali Ekber’e öyle bir sarılmıştı ki Zeynep, Kendi oğulları birer birer gözlerinin önünde lime edilirken, kılı dahi kıpırdamayan ve o sırada duygusunu bastırmayı becerebilen Zeynep, Ali Ekber’i meydana uğurlarken takatini yitirmiş, bir ağabeyine, bir Ali Ekber’e baka baka ağlamış, ağlamıştı.

Selam olsun sana ey Kerbelâ’ kahramanı Zeynep… Kerbelâ’da kardeşlerinin çocuklarının yiyenlerinin şehadetlerini gözleriyle görüp bizlere anlatan sabır timsali Zeynep selam olsun sana…

 Âl-i Muhammed gurûru
 İmâm Ali’nin sürûru
 Fâtıma’nın gönlü nûru
 Fâtih-i Kerbelâ Zeyneb
 Ceddi Muhammed Mustafâ
 Atası Ali Murtazâ
 Anası Fâtıma Zehrâ
 Ey şân-ı kibriyâ Zeyneb
 Hasan Hüseyin kardeşi
 İki imâmın sırdaşı
 Meleklerin arkadaşı
 Yâr-i Âl-i Âbâ Zeyneb
 Şah Hasan ağu içince
 Hüseyin yola düşünce
 Kıyam günü yetişince
 En başta pür-vefâ Zeyneb
 Hiç geri durmamış yoldan
 Yardım ermez dere-belden
 Abbas kesilince koldan
 Feryâdı can-ezâ Zeyneb
 Çıktı yola kardeş oğul
 Hem kardeş yitti hem oğul
 Amma zilletle değil
 Şerefle mübtelâ Zeyneb
 Yezid’ler esir ettiler
 Şam sarayına vardılar
 Mel’unlar ondan sindiler
 Vâiz-i Fâci’a Zeyneb
 Dil ile çaldı kılıcı
 Ol kurtardı ana-bacı
 Tüm İslâm ona duâcı
 Meddâh-ı Neynevâ Zeyneb
 Virân eyledi bâtılı
 Yere geçirdi kâtili
 Böyle sözün ve’l-hâsılı
 Aynî Hayrü’n-Nisâ Zeyneb
 Eyledi fi-sebil cihâd
 Bend’olanlar bulur necât
 Bektaş’a eyle şefâ‘at
      Yâ makbûl-i Hüdâ Zeyneb    

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir